30 Ağustos 2010 Pazartesi

"devletin malı deniz; yemeyen domuz"

GEÇMİŞ OLSUN TÜRKİYE'M …!
Bugün 30 Ağustos…

Zafer Bayramı...
“Bayrak asmak gerek” diyor, dostum Hamdi yıldırım.
Ben asmıyorum…

Nedeni ?
Domuzluk…
***
27. 08. 2010 tarihli Sözcü Gazetesindeki başlık:
"Tayyip AKP mitinglerine milletin parasıyla gidiyor"
HEPSİ DEVLETİN MALI
Devletin uçağına binip şehir şehir geziyor.
Devletin helikopteriyle miting meydanına gidiyor.
Devletin otobüsüyle halkın arasında dolaşıyor.
“Devletin malı” neydi?
“Yemeyen domuz” değil miydi?
Öyleyse…

Yiyorsa…
Tayyip domuz değil…
Ben mi…

Hiç sorma halkım…
Ben de domuzdum
…“Kira geliri vergisi” ve “veraset ve intikal vergisi” ödemedim…
Sıradan bir vatandaş olarak bu kadarcık suç işledim…“Cürmüm kadar” yer yaktım…
Ama şimdi domuzun dik alâsıyım…Ta kendisiyim…
Her şeyin kendisinden beklendiği devlete ”gönüllü vergi” ödemek için yıllardır uğraşıyorum…
Ya sıradan biri değil de; herkesin her şeyi beklediği ama malını yediği bu devletin maliye bakanı olsaydım… Neron’u aratmazdım…
Geçmiş olsun Türkiye…
“Zafer Bayramın kutlu olsun” ! Ey her şeyi devletten bekleyen halkım!
Galip BARAN
(Turgutreis’in, Turgutreis’i ve Turgutreislileri Turgutreislilerden daha çok seven Domuz’u)

28 Ağustos 2010 Cumartesi

BEKİR COŞKUN’A
AÇIK MEKTUP…
Bekir COŞKUN
HABERTÜRK GAZETESİ
Sayın Bekir ÇOŞKUN,
“Siz vatanın neresini seversiniz?..” başlıklı makalenizi okudum…Etkilendim…
Ben bu vatanın (bu yurdun) her yerini; havasını, suyunu, dağını, taşını, toprağını, denizini, gölünü, ırmağını severim… Hem de kendimden çok…
Bu kadarla da sınırlı değil; üstünde yaşayanı (milleti), kurdu, kuşu, böceği, karıncasını; canlı, cansız her türlü yaratığını da, aynı şekilde severim…
Bu sonucu (başarıyı); çevre, tüketim, trafik, sağlık, vergi, rüşvet, iş ahlakı (Ahilik), milli servet, imar ve her şeyi devletten bekleme gibi alanlarda başlattığımız; insanı, davranışlarını ve nedenlerini araştırdığımız, “okul dışı eğitim “ olarak tanımladığımız; beni bencillikten (her şeyi devletten bekleme alışkanlığından) kurtaran, “yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi”ni özümsememi ve “diğerkâm bir kişilik” edinmemi sağlayan çalışmalara borçluyum…
Sizin de benim gibi olduğunuzu ( “yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi”ni özümsediğinizi, “diğerkâm bir kişilik” edindiğinizi ) düşünüyorum. Ama, merak bu ya, bunu nasıl başardığınızı öğrenmek istiyorum?
Yoksa…, yoksa…, siz de “doğuştan diğerkâm” olanlardan mısınız?
Sayın COŞKUN,
Merakımı giderirseniz, özümden çok sevdiğim Bekir Coçkun’a nasıl teşekkür edeceğimi tahmin bile edemezsiniz...
Saygılarımla
Galip BARAN
Bilinç Üniversitesi (1) Kurucusu
TEL: (0252) 382 34 77 / (0535) 844 84 76
E-POSTA: galipbaran@ttmail.com
WEB: www.bilinc-universitesi.blogspot.com / www.galipbaran.blogspot.com
(1) : Bilinç Üniversitesi’nin işlevi: “Bilgi Çağı” üniversitelerinin, zamanla Bilinçoloji Ana Bilim Dalına dönüşebilecek Bilinç Enstitüsü ya da Bilinç Kürsüsü gibi bölümler kurmalarına yardımcı olmak; böylece, yalnız bilgili değil aynı zamanda bilinçli mühendis, mimar, doktor, sosyolog, psikolog vb meslek mensuplarının yetişmesine katkıda bulunmaktır.

26 Ağustos 2010 Perşembe

Çalışmalarımla ilgili bir kitap yazmasını rica ettiğim sayın Aykut Yazgan’ın cevabı: "sevgili galip baran,
bana göstermiş olduğun yakınlığa ve ilgiye teşekkür ederim.
uzun uzun ve tafsilatlı yazmadan şunu söylemek isterim.
ben senelerce yazıyorum. bunların hepsi çok kısa hikayeler,
makaleler, eleştiriler vesaire.
yani roman ya da biyografi türünde ayrı bir yetenek ve oldukça
sabır ve disiplin isteyen yazım türüne hiç girmedim.
senin önerdiğin de zaten biyografik araştırma ve yazıma
giriyor.
sanırım ben bunun üstesinden gelemem.
ancak bu münasebetle şunu söyleyebilirim.
seni, yaptığın işleri, girişimlerini, mücadelelerini ve en önemlisi
bunları yaparken insanların sana yaklaşımlarını zaman zaman
izledim. yaptığın konuşmaların bazılarına katıldım. onlardan
birçok kazanımlarım oldu.
yani fikir yapını ve toplum ve insanlara karşı duruşunu sanırım
çok iyi biliyorum.
ve bütün bunları en ufacık bir menfaat bir çıkar gözetmeden
yaptın. ve halen de yapıyorsun.
bunlar bütün insanlar tarafından takdir edilmesi, alkışlanması,
örnek alınması gereken eylemler, konuşmalar..
ancak, bırak türkiyeyi, bütün insanlık, çok az müstesnalarınla
giderek daha çok çıkarcılığı, daha çok bencilliği, daha çok yasa-
tanımamazlığı ve daha çok ahlaksızlığı yeğliyor. bunların tümü
artık insanların günlük yaşamları haline geldi.
sanırım çok seneler önce yaptığımız sohbetlerde de sana bunların
benzerlerini anlatmaya gayret etmiştim.
ben savaşmaktan vazgeçtim. çünkü don kişotlara benzeyip
seni görmeyen, seni duymayan, seni anlamayan devasa ruhsuz
yeldeğirmenlerinle savaşmaktan bıktım.
onun yerine onlarla alay ediyorum.
benim de yapabildiğim bu.
don kişot benzetmesine gelince.
bunu sakın ve katiyen bir alay, bir hakaret, bir terbiyesizlik olarak
algılama lütfen. şövalye don kişot zamanında etrafını saran bütün
kötülükler ve ahlaksızlıklarla en az senin kadar cesurca ve bir
insan gibi savaşmıştır.
ancak buna benim tahammülüm yok.
bu benim bir insan olmadığımı göstermez. yalnızca bıktığımın,
usandığımın ve artık hiç ama hiç bir ümidimin kalmadığının bir işaretidir.
sevgilerimle

25.08.2010
aykut

12 Ağustos 2010 Perşembe

diyojen GALİP BARAN'dan, gandi KEMAL'e 3. mektup...

KILIÇDAROĞLU’NA AÇIK MEKTUP (3)
Kemâl Kılıçdaroğlu
CHP Genel Başkanı
Sayın Kemâl Kılıçdaroğlu,
27. 06. 2010 tarihli, “Hazreti Ömer’in adaletini getirme” konulu sözünle ve Turgutreis Belediye Başkanı Mehmet Dinçberk’le ilgili 7. 07. 2010 tarihli yazılarıma cevap vermediniz. Yasa konusunu hiç kimsenin ciddiye almadığı bu ülkede neredeyse hiç kimsenin bu ülkede Başbakan’la Anayasa konusunda bir polemik, bir başka deyişle, sidik yarışı içindesiniz. …
Dün Konya Aksaray’da, devletten 10 bin lira maaş aldığı ve giderlerinin neredeyse tümünün devletçe ve bazılarını başkaları tarafından karşılandığı halde geçinemediğini söyleyen Başbakan’a “benim 500-600 lira maaş alan Aksaraylı emekli memurum nasıl geçinsin?” demişsin.
Sayın Kılıçdaroğlu,
Ben de bir memur emeklisiyim. Yıllar önce başlattığım kamu yararına dönük çalışmaları finanse etmek için İstanbul Ataköy’deki evimin satışından elime çene 90 bin lirayı harcayıp tükettim. Aylık maaşım 1300-1350 lira idi. Sözü edilen çalışmalar sürdürebilmek için Ziraat t Bankasından 15 bin lira borç aldım. Emekli maaşım bu borç nedeniyle 550 liraya düştü. Ben 550 liraya “Gül gibi” olmasa da geçinip gidiyorum. Kamu yararına çalışmalarımı da sürdürüyorum.
Önceki yazılarıma cevap vermemiş olmana ya da sn Mehmet Dinçberk’e Turgutreis’in Belediye Başkanı olduğunu halâ hatırlatmamış olmana rağmen bana sana tekrar yazma fırsatı verdiğin için yine de teşekkür ederim.
Galip BARAN
Bilinç Üniversitesi (1) Kurucusu ve ;
TUBİKOM (Turgutreis Belediyesini İzleme Komitesi) Temsilcisi
TEL: (0252) 382 34 77 / (0535) 844 84 76
E-POSTA: galipbaran@ttmail.com
WEB: www.bilinc-universitesi.blogspot.com / www.galipbaran.blogspot.com
(1): Bilinç Üniversitesi’nin işlevi: “Bilgi Çağı” üniversitelerinin, zamanla Bilinçoloji Ana Bilim Dalına dönüşebilecek Bilinç Enstitüsü ya da Bilinç Kürsüsü gibi bölümler kurmalarına yardımcı olmak; böylece, yalnız bilgili değil aynı zamanda bilinçli mühendis, mimar, doktor, sosyolog, psikolog vb meslek mensuplarının yetişmesine katkıda bulunmaktır.
EKİ: 27. 07. 2009 tarihli yazı

11 Ağustos 2010 Çarşamba

bu ses'e kulak verin; ve, "lütfen" beni dinleyin!...

GELECEĞİN TÜRKİYE’Sİ…
Çevre, tüketim, trafik, sağlık, vergi, rüşvet, iş ahlakı, milli servet, imar ve her şeyi devletten bekleme gibi alanlarda başlattığımız, insanı davranışlarını ve nedenlerini araştırdığımız, “okul dışı eğitim” olarak tanımladığımız, beni “her şeyi devletten bekleme alışkanlığı”ndan (bencillikten) kurtaran çalışmaları yaparken yaşam biçimim kökten değişti:
* “Yasa bağımlısı” oldum
* “Diğerkâm bir kişilik” edindim.
* “Yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi”ni özümsedim.
* “Bilinç Çağı”nda yaşadığımın ve kendimi tanımağa başladığımın ve bilinç konusunda uzmanlaştığımın (Bilinçolog olduğumun) farkına vardım.
* Edindiğim “tecrübi bilgi” ile işlevi aşağıda açıklanan Bilinç Üniversitesi’ni kurdum.
Bu çalışmaları yaparken, örneği ekte görülen “trafik terörüne son verme ve demokrasiyi tabana yayma projesi”ni geliştirdim.Bu projenin ilk ve orta öğretim okulları müfredat programına “uygulama dersi” olarak konulması için M. E. Bakanlığına başvurdum.
Yıllardır devam eden yoğun çabaların ürünü olan bu proje ciddiye alınmadı.M. E. B. Talim Terbiye Kurulu Başkanlığı ve adı geçen Başkanlığın Eğitim-Öğretim ve Program Daire Başkanlığınca verilen karşılıklarda yetersiz ve tutarsız yanıtlar verildi. İpe un serildi.
Önceki yıllarda, benzer konularda gerek M. E. Bakanlığına gerekse bölgemizdeki M. Eğitim Müdürlüklerine yaptığımız başvurulara da, aynı şekilde ipe un serilerek cevaplar verildi. GELECEĞİN TÜRKİYESİ’ni inşa çalışmalarına katkıda bulunma çabalarımız engellendi…
07. 08. 2006 tarihinde, Muğla Valiliğine bilinç konusunda bir seminer düzenlemek için yaptığım başvuruya, İl M. E. Müdürü, böyle bir semineri verebilmem için bir “usta öğretici” belgesine sahip olmam gerektiği, ancak bunun kendisini açtığı şeklinde bir yanıt verdi. Konunun M. E. Bakanlığına iletilmesi için yaptığım başvuruya ise: “ Bilinç konusunda Bakanlığımız Çıraklık ve Yaygın Eğitim Genel Müdürlüğünün 07. 09. 2006 tarih ve 6386 sayılı yazılarıyla Yaygın Eğitim Kurumları Yönetmeli ve buna bağlı olarak çıkarılan 07. 07. 2006 tarih ve 4235 sayılı Yönergede “usta öğretici” belgesi verileceğine dair bir kayıt bulunmadığı bildirilmiştir” cevabı verildi.
Devletin eğitim ve öğretimle ilgili kuruluşlarınca verilen cevaplar “hem kel hem fodul” dedirtecek niteliktedir. Bilinç; onları aşan, onların kapsama alanı dışında kalan bir konudur…
“Çevre bilinci”, “tasarruf bilinci”, “trafik bilinci” ve “vergi bilinci” gibi konularda yaşanmakta olan sorunlar bu gerçeğin görünür kanıtlarıdır…
Bu durumda, M. E. Bakanlığı, “usta öğretici” belgesi başvurumu konuyla ilgili “otorite”ye iletmek, ya da, böyle bir “otorite” olmadığına göre, bilinç konusunda uzman olduğumu ve seminer verme talebimi teşekkürle kabul etmek zorundadır.
GELECEĞİN;
Verginin kaçırılmadığı,
Çevrenin kirletilmediği,
Milli servetin korunduğu,
Aşırı tüketimden sakınıldığı,
Rüşvetin alınmadığı/verilmediği,
İş ahlakının (Ahilik) ihya edildiği,
Her şeyin devletten beklenmediği,
Trafik kurallarının ihlâl edilmediği,
İmar yasasına aykırı işlerin yapılmadığı,
TÜRKİYESİ inşa edilecekse, yukarıda dile getirilen engellerin aşılması, zorlukların üstesinden gelinmesi gerekmektedir.
SÖZÜN ÖZÜ
: Geleceğin Türkiyesi için kaygı duyanları; üniversiteleri-akademisyenleri, sivil toplum kuruluşlarını, siyasi partileri, devlet ve iş adamlarını, sanatçıları, köşe yazarlarını; bu tarakta bezi olanları bu konuda çözüm üretmeğe davet ediyoruz…
Galip BARAN; Bilinç Üniversitesi (1) Kurucusu
TEL: (0252) 382 34 77 / (0535) 844 84 76 E-POSTA: galipbaran@ttmail.com
WEB: www.bilinc-universitesi.blogspot.com / www.galipbaran.blogspot.com
(1) : Bilinç Üniversitesi’nin işlevi: “Bilgi Çağı” üniversitelerinin, zamanla Bilinçoloji Ana Bilim Dalına dönüşebilecek Bilinç Enstitüsü ya da Bilinç Kürsüsü gibi bölümler kurmalarına yardımcı olmak; böylece, yalnız bilgili değil aynı zamanda bilinçli mühendis, mimar, doktor, sosyolog, psikolog vb meslek mensuplarının yetişmesine katkıda bulunmaktır.
EKİ: “Trafik terörüne son verme ve demokrasiyi tabana yayma projesi”

2 Ağustos 2010 Pazartesi

DUAM…
Diyojen : Anayasa’nızın birinci maddesinde “Türk Devleti bir Cumhuriyettir” deniliyor. Bu doğru mu?
Galip Baran: Elbette doğru. Türkiye Cumhuriyeti 29 Ekim 1923 günü kuruldu. O gün bayram yapıyoruz. Cumhuriyeti kutluyoruz. Sen bunları görmüyor, duymuyor, bilmiyor musun?
Diyojen : Biliyorum da anlamadığım şeyler var. Devlet’in Cumhuriyet olduğunu söylerken yönetim biçiminin Cumhuriyet olduğunu ifade ederken bir gerçeği gözden kaçırıyorsunuz.
Galip Baran: Neymiş o gerçek dediğin şey?
Diyojen : Devlet olmadığınızın, olamadığınızın farkında değilsiniz. Devlet olabilmenin “olmazsa olmazı” yasa kavramından haberiniz yok sizin.
Galip Baran: Haksızlık ediyorsun. Üniversitelerimiz, hukuk fakültelerimiz var. Oralarda hukukçular yetişiyor. Yasama Organımız TBMM var. Gerektikçe yeni yasalar çıkarıyor AB’ne girmek aşkına “Uyum Yasaları” yapılıyor. Hukuk fakültelerimizden mezun olanlar hakim, savcı, avukat oluyorlar hukuk devleti için çalışıyorlar. Sen de bu gerçekleri gözden kaçırıyorsun. Senin bilmediğin bir şey daha var: Ben bir “Yasa Bağımlısı”yım
Diyojen : Sakin ol, efelenme, diklenme hemen. “Burası Türkiye” diyenler de var bu ülkede. “Burası Türkiye” diyenler, bu sözü duyduklarında gülümseyenler, aslında bir başka gerçeği, devlet olabilmenin olmazsa olmazı yasa kavramından bi-haber olduklarını itiraf etmiş olmuyorlar mı? Yargıtay Başkanınız “suça battık” derken ( 27 Eylül 2008 /Akşam) bu gerçeği yetkili bir ağızdan açıklamış olmuyor mu?
Bak, sen, “yasa bağımlısı”yım diyorsun. Bu sözünle, farkında mısın bilmem ama, Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet olması için çalışan, Türkiye Cumhuriyeti’ne sahip çıkan birisi olduğunu da dile getiriyorsun. Peki, senin gibi kaç kişi var? Kaç “yasa bağımlısı” var bu ülkede söyler misin…
Galip Baran: Doğrusunu istersen, 3 kişi bile değiliz. Zeki Karaoğlu ve İsmet Seyhan var, örneğin. Ekonomik durumları ve diğer koşulları elvermediği için benim kadar aktif değiller, ama onlar da çalışıyorlar.
Diğer taraftan, aynı konuda, pasif anlamda da olsa, çalışan, yüzler, binler, belki de milyonlarca insan var, bu ülkede.
Şu da var ki, bu gibiler, Türkiye Cumhuriyet’i Devletine nasıl sahip çıktığımı gördüklerinde, “herkes senin gibi olsa”, “senin gibilerin sayısı çoğalmalı, “sen insanlık için çalışıyorsun”, “hakkın ödenmez” diyorlar. Takdirlerini dile getiriyorlar. Övüyorlar. Hepsi değil. Kafayı yediğimi, hatta “orospu çocuğu” olduğumu söyleyenler, hatta yumruklayanlar bile oluyor.Takdirin böylesi de var.
Diyojen : Onlar, seni övenler, neden senin gibi olmuyorlar, senin gibilerin sayısını çoğaltmayı neden düşünmüyorlar ya da neden onlar da insanlık için çalışmıyorlar?
Galip Baran: Sevgili Diyojen bu soruna doğrudan cevap vermek beni aşar. Ama beni övenlere Nazım Hikmet’çe bir söz söylemek, “dilim varmıyor ama hala bencil bir varlıksın be kardeşim” demek geliyor içimden.
Belki de, onların “Bencillik Canavarı”nın kulu olmaktan kurtulmaları için Allah’a dua etmeliyim, ben.
Diğer taraftan, bu duayı, yalnız Aziz Usta’ya:
“ Utanırım aldıklarım demeye
Gücüm yetmez borcun ödemeye
Bende hakkın çoktur halkım
Değil böyle bir Aziz
Bin Azizler olsa yetmez
Aldığını vermeye
Utanırım hakkını helal et demeye
Dünya durdukça durasın “
dedirten Türk Halkı için değil, “Bencillik Canavarı”nın elinden çeken bu dünyanın tüm halkları için etmeliyim.
Diyojen : Breh, breh, breh… Sen neymişsin be Galip…
Galip Baran: Sözün bitti mi, diyeceğin başka şeyler yok mu, bre Koca Diyojen?
Diyojen : Söz biter mi, diyeceğim olmaz mı hiç. Ama sen bugün söylediklerimi hazmet, hele…
Galip BARAN
Bilinç Üniversitesi (1) Kurucusu
TEL: (0252) 382 34 77 / (0535) 844 84 76 - E-POSTA: galipbaran@ttmail.com
WEB: www.bilinc-universitesi.blogspot.com / www.galipbaran.blogspot.com
(1) : Bilinç Üniversitesi’nin işlevi: “Bilgi Çağı” üniversitelerinin, zamanla Bilinçoloji Ana Bilim Dalına dönüşebilecek “Bilinç Enstitüsü” ya da “Bilinç Kürsüsü” gibi bölümler kurmalarına yardımcı olmak; böylece, yalnız bilgili değil aynı zamanda bilinçli mühendis, mimar, doktor, sosyolog, psikolog, antropolog vb meslek mensuplarının yetişmesine katkıda bulunmaktır.
KENDİNİ TANIMAK…
Yıllardır, çevre, tüketim, trafik, sağlık, vergi, rüşvet, iş ahlakı, milli servet, imar ve her şeyi devletten bekleme alışkanlığı gibi alanlarda “okul dışı eğitim” olarak tanımladığımız bazı çalışmalar yapıyorum. Binlerce kişi, bu çalışmalarda fikren de olsa yer aldılar, beni onayladılar, yardımcı oldular.
“Yasa bağımlısı” olmama, “yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi”ni özümsememe, “diğerkam bir kişilik” edinmeme, “Bilinç Çağı”nda yaşadığımın farkına varmama yol açan o çalışmaları yaparken aşağıdaki kitapları inceledim. Satır aralarında kendimi bulduğum bu kitaplar, “kendimi tanıma”ğa başladığımı fark etmemi de sağladılar.
1. Doç. Dr. Kurtuluş Dinçer/Liseler için FELSEFE /Doğan Yayıncılık/ Say. 18:
Eğitimle aydınlanmış kişi, felsefi bilgiye ulaşmış kişidir. ”Varsayımları aşa aşa asıl olana varan” kişidir. Ancak bu kişi “bütünü, bütünlüğü görebilir”. “Türlere ayırmayı bilir, aynı türden olanı başka başka, başka olanı da aynı türden görmez.”
Eğitimle aydınlanmış kişinin, felsefi bilgiye ulaşmış, bütünü, bütünlüğü görebilen kişi olduğunu söyledik. Peki nasıl bir bilgidir felsefi bilgi? Bütünü, bütünlüğü görebilmek ne demek?
Bu sorunun yanıtını, Sokrates’in ünlü “Kendini tanı ” öğüdünde buluruz. Felsefi bilgi kendini bilmekle, kendini tanımakla ilgilidir; insanın olanaklarının bilgisidir. Burada tür olarak insanın olanakları söz konusudur. Yani insanın kendini gerçekleştirmesi, bu olanakların bilgisine, felsefi bilgiye bağlıdır. Bu olanaklar insanın dışında değil, kendindedir.
2. Burhan Yılmaz/ Bilinmeyen Mevlana/ Kozmik Yayınları/ Say. 98- 105:
“Kendini bilmek, Rabbini bilmek, Tekamül etmek,” varlıkların üç ana gayesidir. Kendini bilmeyenin Rabbi kendisidir. Kendine, kendi realitesine tapar. İnsanlığın uyanmadan kendine tapıcılığı terk etmesi mümkün değildir. Kendisini beğenmiş egoist insan çaba harcamaz. Ama ıstıraptan da kurtulamaz. Istırap, temelde bir kontrol mekanizmasıdır. Nefsaniyet ile mücadele etmek maksatlı ıstırabı doğurur. Bu yolda harcanan çaba iç özgürlüğe götürür.
“Kendini bilen Rabbini bilir” deriz de nasıl kendimizi bileceğimiz konusunda ortaya konan yüzlerce görüş ve düşünü karşısında bocalar dururuz. Herkes kendini bilmekten bahseder. Hatta Antik Yunan’da Delf Mabedi’nin kapısında bile “Kendini Bil !” yazmaktadır. İlahi bir düstur olarak, bütün dinler bu konuda hem fikirdirler.
3. Ergün Arıkdal / Evrensel İnsan/ Ruh ve Madde Yayınları/ Say. 13-14:
KENDİNİ BİLME YOLUNDA ÇALIŞMAK
“Kendini Bilme”, son nefesimize kadar sürecek bir çalışmadır. Kendini bilme çalışmasında her attığımız adım bir öncekini aşacağı için, başarınızın da sınırı yoktur. Yani her seferinde daha başarılı olabilirsiniz. “Bu işte başarılı oldum, bu işi başardım, üstesinden geldim,” diyerek diplomanızı alabileceğiniz bir çalışma değildir bu.
Kendini bilme çalışmasının, nefsine hakim olma yani ağırlıklardan kurtulma çalışması olduğunu hatırdan hiç çıkartmamak lazımdır. Sahip olduğumuz türlü kişilikler arasından kendimize ait öz kişiliğimizi, ne toplumdan ne insanlardan, ne de herhangi başka bir şeyden korkmadan, çekinmeden, yaratmamız ve yaşamamız gerektiğini unutmamak gerekir.
İnsanın sık sık kendini hatırlama süreci içersinde bulunması, bu çalışma için çok faydalıdır. Bu, eşkoşmanın olmaması demektir. Yaşam içersinde olayların içersinde kaybolur, onlarmış gibi oluruz, eşkoşarız. Bu, kendimizi hatırlamamıza ve kendimizi bilmemize de engel olur. Birtakım yalanlar arasında kalırız, savunma mekanizmaları kullanırız, teviller yaparız. Oysa bu tevilleri kullanmamak gerekir. Gerçekleri konuşmayı da, konuşturmayı da öğrenmemiz lâzımdır.(Say. 184-184/185)
HEDEF İDRAK KAPASİTESİNE BAĞLIDIR
“Kendini bilmek” huyunuzu suyunuzu, nasıl bir insan olduğunuzu öğrenmek manasında değildir. Bu ifade “varlığınız hakkında öz bilgilere sahip olmak” anlamına gelmektedir. Yani kendimize,”Kimim? Neyim? Ne yapıyorum? Bütün bu çalışma, uğraşma ve didişmelerin sebebi nedir? Yeryüzünde niçin yaşıyorum?” gibi sorular sormalı ve bu bilgileri elde etmeye çalışmalıyız. Ancak bu şekilde, hayatın önümüze çıkarttığı çatal yollardan hangisine gitmemiz gerektiği konusunda daha isabetli kararlar verebiliriz.
KENDİNİ GÖZLEMEK VE HATIRLAMAK
“Kendini gözlemek” ve “kendini hatırlamak” kavramları “kendini bilme” çalışmalarında çok önemli bir yer tutarlar. Bu ikisi birbirlerini destekler mahiyettedirler. (Say. 292)
Demek ki, “kendini bilme”nin ilk basamağı, “Ben uyumakta olan bir insanım demektir. Bunu kabul etmek, Ben çoğu kez uyuyorum, yaptığım işin farkında bile değilim. Bu işin nereden gelip, nereden gelip nereye gideceğinin, oluşumunda kaç yönde etki olduğunun farkında bile değilim demek lazımdır. Çünkü insan, gerçekten de kendisinin, söylediğinin, baktığının, işittiğinin farkında değildir. Kendini neye konsantre etmişse sadece onu görür, işitmek istediğini işitir, dinlemek istediğini dinler, hangisi işine gelirse. Bunun dışındaki şeyler onun için yoktur. Demek ki, “kendini bilme”nin ilk şartı, uyumakta olduğunu fark etmektir ki bu da büyük bir şeydir. Peki, uyumakta olduğumuzu nasıl anlarız? Bu öyle kolay bir mesele değildir; yavaş yavaş adım adım gitmek gerekir.
Sadece kendisine karşı sorumluluk hisseden; kendisine karşı bir görev duygusu içinde olan insanın, başkalarına karşı bir görevi olamaz! Onu da bırakın, insan kendisine karşı sorumlu olduğunun bile farkında değildir. Çünkü eğer kendisine karşı gerçekten şuurlu bir egoizma ile yaşasa, kesinlikle başkasına zarar vermez. Çünkü bilir ki, başkasına verdiği her zarar dönüp dolaşıp kendisine gelecektir. Yere attığı çöp sonunda kendi yolunun pislenmesine sebep olacaktır. Ama egoistik egoist bunu yapmaz.
4. Louis-Andre Dorion/ Sokrates/ Dost Kitabevi Yayınları/ Say. 62:
Sokrates’e göre; Sorumlu bir politikacı olabilmek için insanın kendisini çok iyi tanıması gerekmektedir. “Kendi” kavramı; sahip olunan şeyleri, ruhun sahip oldukları (erdemler), bedenin sahip oldukları (sağlık, güzellik, güç) ve dışsal sahip olunanlar (zenginlik, zafer) biçiminde üçe ayıran doktrinle sıkı bir ilişki içinde olup, Sokrates’in etik anlayışında belirleyici rol oynar. Sokrates diğer ikisinden değil, her zaman ruhun sahip olduklarından söz eder. Ancak bedenin sahip olduklarıyla dışsal sahip olunanlar, kayıtsız koşulsuz bir biçimde daha üst bir sahip olunanın; daha açığı ruhun sahipliğindeki erdemin emrinde olmalıdırlar. Sokrates, “erdem zenginliklerden gelmez, ama tüm zenginliler erdemden gelir” diyor.
5. Bozkurt Güvenç/ Türk kimliği/ Remzi Kitabevi- önsözde-:
İnsanbilimin, daha genel olarak bilimin gücü, güvenirliği ve güzelliği “öteki”nin incelemekten kaynaklanır. Doğayı ve dünyayı incelemek görece kolaydır. Güç olan, insanın kendi öz varlığını araştırması, ünlü deyimle, “kendini bilme”sidir.
6. P. D. Ouspensky/ İnsanın gerçeği-Kendini bilmek/ Ruh ve Madde Yayınları- arka kapak-:
Kendini bilmek ya da tanımak, insanın değişmesi zorunluluğunun doğal bir uzantısıdır. Değişmek, uyanmak, şuurlanmak için fazlalıkları terketmek, içsel bir mücadeleye girişmek, özdeşleşmeyi kolaylaştıran bağımlılıklardan soyunmak şarttır. Üstün çaba gösterilmeden, kendi üzerinde çalışmadan değişmek, uyanmak, şuurlanmak mümkün değildir. Bütün inisiyatik öğretilerin temeli Terk'e dayanır.
***
Yukarıdaki kitaplar, başta da işaret ettiğim üzere, kendimi tanımağa başladığımı fark etmemi sağladılar. Bu sonucu, yine başta sözünü ettiğim “okul dışı eğitim” çalışmalarımıza borçluyum.
Kendilerini tanıma konusunda bir fikir sahibi olmak isteyenlerin, aynı ya da benzer kaynaklardan yararlanabileceklerini düşünüyorum.
Diğer taraftan, benzer çalışmalar yapmadıkları halde kendilerini tanıdıklarına inananların bu konuda neler yaptıklarını, nasıl bir yol/yöntem izlediklerini açıklamalarını bekliyorum.
Amacım, alternatiflerden haberdar olmaktır.
Galip BARAN
Bilinç Üniversitesi (1) Kurucusu
TEL: (0252) 382 34 77 / (0535) 844 84 76
E-POSTA: galipbaran@ttmail.com
WEB: www.bilinc-universitesi.blogspot.com / www.galipbaran.blogspot.com
(1) : Bilinç Üniversitesi’nin işlevi: “Bilgi Çağı” üniversitelerinin, zamanla Bilinçoloji Ana Bilim Dalına dönüşebilecek Bilinç Enstitüsü ya da Bilinç Kürsüsü gibi bölümler kurmalarına yardımcı olmak; böylece, yalnız bilgili değil aynı zamanda bilinçli mühendis, mimar, doktor, sosyolog, psikolog vb meslek mensuplarının yetişmesine katkıda bulunmaktır.
***
--- 31/07/10 Cts tarihinde Arzu ÖZOK şöyle yazıyor:
Kimden: Arzu ÖZOK Konu: Öz'e Ulaşmada İnsan Tarihi: 31 Temmuz 2010 Cumartesi, 14:20
***
(Galip BARAN: Konu ile ilgili olup, yaşadıklarımdan, birikimimden kaynaklanan bazı düşüncelerim, parantez içinde italik harflerle ifade edilmiştir)
İnsan bilincine yansıyan ruhsal plan bilgileri; realitesinin ve yaradılışın kendini ifadesi ve bir bilinç açılımından başka bir şey değildir. Her davranışın arkasında onu tetikleyen güç olarak, bir duygu ve düşünce vardır. O duygu ve düşünceyi anladığımızda, eleştiri kalmaz, zıtlık veya farklılıklar yok olur. Zıtlıklar insanın gelişimi ve kendi özündeki birliği, bütünlüğü bulması, anlaması için sunulan, varlığı yoklukla anlamamıza yarayan bir sistemin gereğidir. Zıtlıklar, bizlerin yapmakta olduğu içsel çalışmalarda, tetikleyici, bize aynalık yapan olaylardır.
Bedeni bir elbise ve ruhsal yapımızı da bunda bir sürücü olarak düşünürsek, ruhsal varlığımız, mevcut ve geçmiş yaşam deneyimlerinin ışığı altında, bedeni kullanarak, çevresini algılamaktadır. Beş duyumuzla algıladıklarımızı, tecrübelerimiz ve ruhsal varlığımız olarak bedende barındırmaktayız. İnsan dediğimiz varlık, gerçekten de kavraması oldukça zor ve bir o kadar da kolay bir yapıdadır. Hayatı farkındalık içinde yaşamak, kendimizde bilinçli değişim ve dönüşüm yaratmamızı mümkün kılar. Algılarımız, düşünce ile programlanabilmekte ve içsel çalışmalarda derinleşmek isteyenlere değişik kapıları açmaktadırlar.
( Ben sözü edilen değişim ve dönüşümü; çevre,tüketim, trafik, sağlık, vergi, rüşvet, iş ahlâkı, milli servet, imar ve her şeyi devletten bekleme gibi alanlarda başlattığımız, “okul dışı eğitim” olarak tanımladığımız, beni “her şeyi devletten bekleme alışkanlığı”ndan (bencillikten) kurtaran çalışmalar sayesinde yaşadım.
Bu değişim ve dönüşümü, yazılarımda “yaşam biçimim kökten değişti” diyerek ifade ediyorum.
Aynı süreçte:
“Yasa bağımlısı” oldum. “Yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi”ni özümsedim. “Diğerkâm bir kişilik” edindim; “Bilinç Çağı”nda yaşadığımın, “kendimi tanıma”ğa başladığımın ve “Bilinçolog” olduğumun farkına vardım.)
İnsanın, kendini bilme çalışmaları, içsel ve farkındalık olarak, yaşam kılavuzunu (DNA) okumaktan ve kullanmaya çalışmaktan başka bir şey değildir. Bu çalışmalar, düşüncelerimizin beden üzerindeki etkileri, çevremizle olan ilişkilerimiz ve algılarımızın farkındalığı ile ilgilidir. Yaşananlar, bireysel ve her bireyin kendi renklerini içermesine rağmen, genelde; Ego, Ruh ve Öz olarak düşünebiliriz.
( Kendini bilme(tanıma) konusu ile ilgili düşüncelerim yukarıda ifade edildi. Aynı konuda derlediğim bir yazı eklidir)
Her bilinç seviyesi bir bulut ve her buluttan düşen damlanın da ete kemiğe bürünüp de insan diye göründüğü gibidir. Bu bilinç seviyelerinin tümünde, kişi kendi kendisine genişleme sağlar. Farkındalık olarak yapılan bu çalışmalar, kişinin kendi kendine koyduğu veya toplumun kendisine koyduğu perdeleri, kuralları ve ön yargıları tek tek bulup açması gerekir. Bu konular öğretilemez sadece yaşanır ve olunur.
(Sözü edilen konular bana da öğretilmedi. Yukarıda sözü edilen “okul dışı eğitim” olarak tanımladığımız çalışmaları yaparken öğrendim. )
Kalpte yaşamak, barış ve huzurun hâkim olduğu bir yerde bulunmaktır. Öz dediğimiz, yaratıcının gözünden olaylara bakabilmektir. Yaşam deneyimi olarak her ne geçirir ve görürsek, okyanusta ufak bir damla olmanın ötesinde bir şey olmadığımızı fark ederiz. Evrende var olan tüm yaşam formlarını, bunların ruhsal deneyimlerini ve aralarındaki denge ve huzuru, bizim zıtlıklar dediğimiz değişimin gerekliliğini ve diğerlerini hisseder ve bu düzende huzura inanırız. Bu içsel çalışmalar, ruhsal deneyimlerden, Öz’e geçiş noktasıdır.
(Mevlana ile ilgili bir kitabın kapağında şöyle bir yazı var: “Sen benim ünümü duymadın mı, ben hiçim, hiç kimseyim” şeklinde bir cümle var.
Buradaki”hiçlik”, anladığıma göre, “kibir” illetinden kurtulmanın ifadesidir. Ben, o illetden, yukarıda değinilen çalışmaları yaparken kurtuldum.
Osmanlı İmparatorluğu’nda Padişahların Cülüs törenlerinde, halkın “Büyüklenme Padişahım senden büyük Allah var” diyerek seslendiği bilinmektedir.)
Öz veya Tanrısal Benlik, zaman içerisinde değişmeyen, değişime ihtiyacı olmayan, zaman ve mekânın dışında, ebedî olan, aranıp bulunmayı bekleyen sevgilidir. Bizi yaratan ilâhi gücün, zamansız bir parçasıdır. Zaman ve mekânda varlığımızın temeli olan ilahî bilinçliliktir. Her birimiz, saf bilinç alanından doğduk, bedenli tüm yaradılışlarımızda bu bilinçliliğin bir kısmını beraberimizde taşıdık. Ruh; zıtlıklar, dualite deneyimlerinden etkilenir ve dönüşür. Öz ise dualite dışındadır. Her şeyin büyüyüp gelişirken dayandığı temeldir.
İçsel sessizlik, içimizdeki özün enerjisini deneyimlemek için en iyi temas yöntemidir. Sessizlikte, Özümüz-Tanrısal Benliğimiz ile temasa geçeriz. Ruh, dünyasal kimliğimizden çok daha fazlasını bilir ve anlar. Ruh, geçmiş yaşam kişiliklerimiz, rehberlerimiz veya astral boyutlardaki bağlantılarımız gibi, çok daha duyumsal bilgi kaynakları ile bağlantıdadır. Bu bağlantı olanaklarına rağmen, bu yaşamda ruh; karmaşa içerisinde, gerçek kimliğinden habersiz bir durumda bulunabilir. Ruh, dramatik deneyimler sonucu derinden etkilenmiş olabilir ve bu nedenle bir süre karanlıkta kalabilir; Tanrısal Benlik yani Öz ise her zaman izleyicidir ve dengededir. Tanrısal Benlik, saf bilinçliliktir. O, hem karanlıkta hem de aydınlıktadır. O, tüm dualitenin temelindeki tekliktir.
İçinizdeki Tanrı’ya bağlanmak, tam anlamıyla anda ve dengede kalarak, dualitenin üzerine çıkabilmektir. Bu durumda, bilinciniz, neşe ve huzurun karışımı derin fakat sessiz bir coşku ile dolu olur. Kendi dışınızda hiçbir şeye bağımlı olmadığınızı farkedersiniz. Özgürsünüzdür. Aslında dünyadasınızdır, ama ona kapılmamışsınızdır. Tanrısal Benliğinize bağlanmak bir kerede veya daimi olan bir şey değildir. Önce bağlanıp, sonra bağınızın kesildiği, tekrar bağlandığınızda da yavaş ve kademeli bir işlemdir. Yavaş yavaş, bilinciniz dualiteden tekliğe doğru yol alır. Bu tek kalp olmaktır. Bilinç, kendini yeniden yönlendirir, ta ki en sonunda düşünce ve duygular yerini, sessizliğe bırakana kadar.
Bilinç genişledikçe, duygu ve düşüncelerinizin tutsaklığını, çalışma şeklini ve özgürleşme farkındalığını kazanmaya başlarsınız; eski alışkanlıkları bırakır ve kalp merkezli bilinçliliğin yeni realitesine açılırsınız. İçinizdeki ego merkezli bilinçlilik solar ve o düşüncelerden uzaklaştıkça, yavaşça yok olur ve ölür. Ölmek yapılan bir şey değil, sadece olmasına serbestçe izin verilendir. Ölüm bir inanç veya realiteden sıyrılmak için, değişim sürecine izin vermektir; eskiyi salıvermek ve yeniye açılmaktır.
(Eski alışkanlıkları bıraktığımı, yukarıda, “yaşam biçimim kökten değişti” şeklinde ifade ettim)
Değişim düşüncesine direnç, beraberinde ölüm korkusunu getirir. Ego-ben’ den sıyrılamayanlar; sadece fiziksel ölümden değil, yaşam süresince sürekli duygusal ve zihinsel olarak değişmekten de korkarlar. Eskiye, bir düşünceye bağlanmak, onu yaşatmak demektir. Ölüm olmasaydı her şey ne kadar katı ve sert olurdu. Eski formların esiri olunur, yıpranmış düşünce ve beden kalıpları, kısıtlayıcı algılamalar ve farkındalıklar oluşturur, perdeleri kalınlaştırırdık. Ölüm kurtarıcıdır. Ölüm eski tozlu çıkış kapılarını açarak, bizleri yeni deneyim alanlarına iten, taze su çağlayanı gibidir. Ölümden korkmayın. Ölüm değil, yalnızca değişim vardır.
Beden bilincinden ruh bilince geçtiğiniz ve Öz bilinçle yaşama bakmaya başladığınız oranda, ölmeden önce ölmek dediğimiz hali yaşarsınız. İçinizdeki İlahi Öz veya Koşulsuz Sevgi ile yaşama baktığınız oranda, endişe duyduğunuz veya enerji yüklediğiniz şeyleri salıverirsiniz. İrade ve arzularınızın yaşamınızda baskı yapmasını durdurursunuz. Bu duygu ve düşünceleri ortadan kaldırınca da, Olursunuz. Sessizliği yakaladığınızda, yargısız bir farkındalık içinde, anda ve merkezinizde olduğunuzda, öz varlığınızla bütünleşir ve yaşamınızı da anında değiştirirsiniz. Kaynakların en saf olanı ile temas etmek, sonunda yaşamınızdaki her şeyi değiştirecektir. Tanrı, Kaynak, İlahi Benlik veya Öz; adı her ne olursa olsun, anlaşılması ve anlatılması zor bir şekilde, doğası gereği yaratıcıdır. İlahi olanın realitesini kavramaya çalışmak yerine yaşamınıza girmesine izin verir ve onun kalbinizin, fısıltıları olduğunu fark ederseniz, her şey, yavaş yavaş yerine oturmaya başlar. Tanrısal Benliğin gerçekliliğine, tüm deneyimlerinizin arkasındaki sessiz farkındalığa kendinizi açtığınızda her şeyin doğal oluş halinde gelişmesine izin verirsiniz. Doğal, gerçek kendiniz olursunuz.
( “Ölmeden önce ölmek”den, “bedenen ölme”yi (bencillikten), bir başka deyişle, nefsin esaretinden kurtulma”yı) anlıyorum.)
Bir şeyi çok istiyorsan onu serbest bırak, senin için ise döner sana gelir, şayet sana gelmez ise, bil ki senin en yüksek hayrın için değildir. Tüm bunlar uyumlu ve anlamlı bir şekilde gerçekleşir. Yaşamın doğal bir akışı olduğunu deneyimlersiniz. Yaşamın akışına teslim olmak için tüm yapmanız gereken; ilahi ritme ayarlanmış bir şekilde kalmanız ve araya girmek istemenize neden olan yanlış anlamaları ve korkuları salıvermenizdir.
Çevrenizdeki kişilere yardımcı olmak için duygularınızdan arınmış olmanız gereklidir. Duygusal bağ, kişisel arzuyu davet eder ve egoya hizmet eder. Ego’dan kalbe geçişin aşaması, ruh seviyesini içine alarak, genişlemek ve İlahi Benlik seviyesine erişmektir. İçimizdeki Tanrısal Benlik olan İlahi Kendimiz ile temasa geçtiğimizde, ruhumuzun birçok hayatlar boyunca deneyimlemiş oldukları mana kazanacaktır. Bu deneyimlerin hiçbirisiyle kendimizi özdeşleştirmeyerek, o duygu ve düşünceleri fark ederek, deneyimlerimizin üzerine yükseldiğimizde, ruhumuzun üzerinde farkındalık ve şifa etkisi ortaya çıkacaktır.
ALINTI //BKZ: Ekli “kendini tanımak”