26 Ekim 2013 Cumartesi

Muğla Valisi'ne dilekçemdir...

Mustafa Hakan Güvençer
Muğla Valisi
KONU: Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yayınlanan iklim değişikliğine karşı önlemlerle ilgili olarak ilk ve orta öğretim okullarında Burası Türkiye” ve “Küresel Isınmasergileri eşliğinde konferanslar vermem

Sayın Mustafa Hakan Güvençer
Ben, GELECEĞİN;
 “Parayı verenin düdüğü çaldığı değil, çalmadığı,
 “Bal tutanın parmağını yaladığı değil, yalamadığı,
 “Gemisini kurtaranın kaptan olduğu değil, olmadığı,
 “Devletin malının deniz sayıldığı değil, sayılmadığı,
 “Her şeyin devletten beklendiği değil, beklenmediği,
“Dokunmayan yılanın bin yaşadığı değil, yaşamadığı,
 “Köpeğin öldürene sürüklettirildiği değil, sürüklettirilmediği,
AYDINLIK TÜRKİYESİ’ni inşa etmek için çalışan Kafkas kökenli bir Türküm.

Yıllar önce, aşağıda sayılan alanlarda başlattığım, aralarında iklim değişikliğinin (küresel ısınmanın) da yer aldığı sorunların çözümüyle ilgili çalışmalarım devam etmektedir…

Bu çalışmaları yaparken basında yer alan haberlerden “Burası Türkiye” ve “Küresel Isınma “ sergileri hazırladım…

İlk ve orta öğretim okullarında bu sergiler eşliğinde konferanslar vermek istiyorum…

Çevre, tüketim, trafik, sağlık, vergi, rüşvet, iş ahlakı (Ahilik), milli servet, imar ve her şeyi devletten bekleme gibi alanlarda başlattığımız, insanı, davranışlarını ve nedenlerini araştırdığımız, bazıları yerel bazıları merkezi yönetimin sorumluluk alanına giren, devletin “iş yükü”nü azaltmayı öngören, “Bilinç Çağı İnsanı” olmamı sağlayan çalışmaları yaparken yaşam biçimim kökten değişti:

*      Yasa bağımlısı” oldum.
*      “Kendimi tanıma”ğa başladım.
*      “ Diğerkâm bir kişilik” edindim.
*      “Yurdu ve milleti özden çok sevme” ve “Yaratılanları Yaratan’dan ötürü sevme” ilkelerini özümsedim.
*      Bu çalışmaları yaparken, bilinç konusunda uzmanlaştığımın, otodidakt (özöğrenimli) olduğumun farkına vardım ve kendimi Bilinçolog olarak tanımladım.
*      “Yeti” sözcüğüyle sınırlı olan bilinç kavramını:
(a)    SORUMLULUK kavramıyla bütünleştirdim. Ete kemiğe büründürdüm.
(b)   B(Bilinç) = Z (zaman) x  Ç2 (çabanın karesi) şeklinde ifade ederek bilimselleştirdim.
*     Edindiğim “tecrübi bilgi” ile işlevi ve kuruluş amacı aşağıda açıklanan Bilinç Üniversitesi’ni kurdum.

SORUMLULUK KAVRAMIYLA İLGİLİ BAZI BİLGİLER:
1.   İnsan soyunun bir felâkete yöneldiğini gören Erich Fromm, “Sahip Olmak ya da Olmak” adlı eserinde SORUMLULUK konusunda:

İnsanın  yapacağı bir seçme ile ya yok olacağını ve kendisi ile birlikte tüm canlıları ortadan kaldıracağını  ya da yaşamını ve gelişimini sürdürmeye devam edeceğini, bu kötü gidişten kurtulmanın tek yolunun, insanların ve onları yönlendiren toplumsal yapıların kökten değiştirilmesinin ve böylesi bir SORUMLULUKLA karşı karşıya  olan insanlığın doğru yolu bulabilmesi için, davranışlarını  şimdi yaptığı gibi ‘sahip olma’  ilkesine göre değil, ‘olma’ ilkesine göre düzenlemesi gerektiğini söylüyor…

*    Mala, mülke, şöhrete, insana, bilgiye “sahip olmak” demek, onları ele geçirmek, kendine mal etmek, onlara egemen olmak ve dilediğince kullanmak anlamına gelir. Ama insan hiçbir zaman yeterince şeye sahip olamayacaktır. Çünkü maddesel olan, elle tutulan aldatıcı ve geçicidir.

*   “Sahip olmak”ın karşıtı olan “olmak” ilkesiyle yaşayan insan ise; hiçbir şeyi kendine mal etmeye ve ona egemen olmaya çalışmaz. Her şeyi kendi bütünlüğü, canlılığı ve gelişimi içinde SEVER. Böyle davranan bir insan, evrimleşmeye çalışır. “Olmak” sözcüklerle anlatılamayan, bir özellik, bir süreç, bir canlılıktır.” diyor.

2.  Ruhbilim Uzmanı Ergün Arıkdal, “Pozitif Yaşam” adlı kitabında:
“İnsana SORUMLULUK yükleyen bilgi, kitabi bilgi değil, bizzat uygulanarak  idrak edilmiş ve hazmedilmiş olan bilgidir. Böyle bir bilgi, artık o insanın öz malı haline gelmiş ve bir yaşam düsturu olmuştur. Yeri ve zamanı geldiğinde insanın o bilgiyi kullanması gerekir; kullanmadığı takdirde hesap sorulmayı hak eder.” diyor.

Diğer taraftan, çevrenin kirletilmeyeceğini, trafik kurallarının, (örneğin yayalarla ilgili kırmızı ışık kuralının, (ki bu kuralı neredeyse herkes çiğnemektedir) ihlâl edilmeyeceğini, vergi kaçırılmayacağını, (kul hakkının yenmeyeceğini) bu yolsuzlukların yapılmayacağını bilmeyen yoktur. Bunun nedeni: Ruhbilim uzmanı Arıkdal’ın SORUMLULUK yüklemediğini ifade “kitabi bilgi”dir.
(Diğer taraftan, “yurdu ve milleti özden çok sevme” ve “yaratılanları Yaratam’dan ötürü sevme” ilkelerini özümsemiş, “diğerkâm kişilik” edinmiş bir insanın sözü edilen yolsuzlukları yapması mümkün değildir…)

Sayın Arıkdal, ayrıca; “Evensel İnsan” adlı kitabında :
“Bizim halkımız vicdan sesini dinlemek istemiyor çünkü çok materyalist olmuş durumda. Çok bencil bir milletiz biz.  Bu memleketin;  bilim adamından, ekonomistten, iyi siyaset adamından ziyade, vicdanının sesini çekinmeden ortaya koyabilen, gerçekten yürekli, gerçekten sevebilen insanlara ihtiyacı var. Bizim para, bilgi, şöhret, sandalye severlere değil, tam tersine vicdan sesini ifade etmeye çalışan, SEVEN insanlara ihtiyacımız var.” diyor…

Arıkdal’ın bu sözünde de “yurdu ve milleti özden çok sevme” ve “yaratılanları Yaratan’dan ötürü sevme” ilkelerinde yer alan SEVGİ öğesinin öne çıktığı görülüyor.

Sayın Mustafa Hakan Güvençer,
Nasıl yaşadığımı ya da günlük yaşamda nasıl davrandığımı, (örneğin kavşaklarda kırmızı ışık kuralını ihlâl eden yayaları uyardığımı, sokakta –kamusal alanda- çöp ve izmarit gibi atıkları topladığımı, kamusal alana (Türkiye’ye) özel alanım gibi sahip çıktığımı) görenler; “herkes senin gibi olsa”, “sen ibadet ediyorsun”, “insanlık için çalışıyorsun” diyorlar… Ancak, iş,  kamusal alana (Türkiye’ye) sahip çıkma, “benim gibi” olma, “insanlık için çalışma” konusuna  geldiğinde, “işim çok”, “vaktim yok” mazeretine sığınıyorlar.”Senin gibi olursam bana da deli derler” diyenler de oluyor…

SONUÇ: Türkiye sahipsiz kalıyor… Nehirler, göller, denizler ve hava  kirleniyor… Ormanlar azalıyor… Türler yok oluyor… “İşim çok”, “vaktim yok” mazeretine sığınanlar her şeyi devletten beklemeye devam ediyorlar…

“Yurdu ve milleti özden çok sevme” ve “yaratılanları Yaratan’dan ötürü sevme” ilkelerini özümsememi sağlayan çalışmaları yaparken, felaket olarak tanımlanan küresel ısınmanın “Bilgi Çağı”nda gerçekleştiğinin, (ozon tabakasının delindiğinin, buzulların eridiğinin, yağmur ormanlarının tükendiğinin, türlerin yok olduğunun) “Bilgi Çağı”nın “bilgi ile sınırlı eğitim anlayışı”nın bu sorunu önleyemediğinin farkına vardım.

Bu yadsınamaz gerçek karşısında; küresel ısınmanın durdurulabilmesi için, “Bilgi Çağı İnsanı”nın, "bilgi ile sınırlı eğitim anlayışı”nı aşmasının, “Bilinç Çağı”nın “bilinçlendirici eğitim anlayışı”nı benimsemesinin, yalnız ülkemiz değil, çilekeş gezegenimiz için olmazsa olmaz  bir KOŞUL  olduğunu kabul etmek durumundayız…

Yurdu ve milleti özden çok sevme” ve “Yaratılanları Yaratan’dan ötürü sevme” ilkelerini özümsemiş bir “Bilinç Çağı İnsanı”  olarak yapmakta olduğum işlerin bazıları:
(a)     Turgutreis Yat Limanını (D-Marin’i);
*      ÇED raporunu hiçe sayarak, Türk Milletine ait denizi kirleterek, Çevre Yasası’nı ihlâl ederek, kamusal, yani Türk Milleti’ne ait alana tecavüz ederek, inşa eden,
*     Yat Limanı giriş kapılarındaki bekçi kulübelerinin üstüne gölgelik olarak konulmuş olan tenteleri zemine bağlayan çelik halatlarla yaya yolunu kapatarak, Trafik Yasası’nı ihlâl ederek, kamusal, yani Türk Milleti’ne ait alana bu şekilde de tecavüz ederek işleten Doğuş Grubu’nun  yaptığı yolsuzlukları önledim. Türk Milleti’ne ait alana, (Türkiye’ye) özel alanım gibi sahip çıktım.
(b)    Turgutreis Otobüs Terminali karşısındaki Total Benzin İstasyonunun devasa reklam panosunu yaya yoluna koyarak, yaya yolunu kapatarak, Trafik Yasası’nı ihlâl ederek, kamusal, yani  Türk Milleti’ne ait alana tecavüz ederek yaptığı yolsuzluğu da aynı şekilde önledim.
(c)    Ticari işletmelerin kamuya ait plajlarda kumsala ve sokağın yayalara ait kısmına, yani kamusal alana koydukları masa ve sandalyeleri kaldırılmasını sağladım. 
(d)   2001 yılında, “borç alanın emir de alacağı anlayışı”yla, Türkiye Cumhuriyet Devleti’ni “dış borç yükü”nden (İMF Boyunduruğundan) kurtarmak için,  bir “gönüllü vergi” kampanyası başlatmak amacıyla Başbakanlığı başvurdum.
(e)   Ertesi yıl, Bodrum’dan İzmir, Çanakkale, Tekirdağ, İstanbul, Kocaeli, Yalova, Bursa, Bilecik, Eskişehir güzergâhı üzerinden Ankara’ya yürüdüm.
(f)    Turgutreis Yalı Camisi minarelerinin rüzgâr ve deprem riskine karşı önlem olarak tamir edilmeleri için Belediye Başkanlığına başvurdum.

Sokaklarda, (kamusal alanda yapmakta olduğum diğer işler:
*   Kedi köpek ölülerini alıp çöp bidonlarına koymak.
*   Su ve kanalizasyon arızalarını belediyeye haber vermek.
*   Çöp, izmarit gibi atıkları toplayıp çöp bidonlarına atmak.
*    Çalınmış olan rögar kapaklarını sorumlulara haber vermek. 
*   Köpek pisliklerini kaldırmak ya da belediyeye haber verip temizletmek.
*   Geri kazanılabilecek katı atıkları toplayıp atık toplama kutularına koymak.
*   Salyangoz ve benzeri canlıları alıp üzerlerine basılmayacak bir yere bırakmak.
*   Sokaklarda gördüğüm basanın ayağına batacak ambalaj atığı çivili tahta parçalarını kaldırmak.
*    Beton elektrik direklerinin kopmuş topraklama tellerini sorumlulara haber vererek bağlatmak.
*   Sökülüp sokağa atılmış güneş enerjisi sistemlerinin cam yünü olarak tanımlanan kansorejen maddeleri belediyeye haber verip kaldırtıyorum.

Kamusal alana (Türkiye’ye) bu şekilde de sahip çıkıyorum. Aslında, Dünya’ya sahip çıkıyorum. “Yurdu ve milleti özden çok sevme” ve “yaratılanları Yaratan’dan ötürü sevme” ilkelerini özümsemiş,  yasa bağımlısı, diğerkâm bir “Bilinç Çağı İnsanı” olarak başka türlü davranamıyorum…

Bu tür çalışmaları yaparken, bencil (hodkâm) bir varlık olan “Bilgi Çağı İnsanları”nın değişip sencil (diğerkâm) varlığa dönüşmedikçe, sözü edilen  ilkeleri özümsemelerinin, bilinçlenmelerinin mümkün olmadığını da anladım.

Bilgi Çağı İnsanları”nın, bencillikten –hodkâmlıktan- kurtulabilmeleri, sencil (diğerkâm)  varlıklara dönüşebilmeleri, bilinçlenebilmeleri, “yurdu ve milleti özden çok sevme” ve “Yaratılanları Yaratandan ötürü sevme” ilkelerini özümseyebilmeleri için; yukarıda sözü edilen alanlardaki çalışmaları yaparken geliştirdiğim örneği ekte görülen “Diğerkâmlık Andı”nda sayılan alanlardaki çalışmaları yapmaları gerektiğini düşünüyorum…

1996 yılında, Bodrum’da, (Yerel HABİTAT Konferansı ile eşzamanlı olarak) yayalarla ilgili sinyalizasyon ışıklarıyla donatılmış kavşaklarda bir uygulama başlattım. Bu uygulamada, kırmızı ışık kuralını ihlâl edenleri,  bu yolsuzluğu yapan yayaları, ( şu da var ki; bu yolsuzluğu yapmayan yok gibidir)  “Yeşili Bekle, Lütfen”, Sağdan, Lütfen” yazılı pankartları kullanarak ve megafonla seslenerek uyarıyorum.

Demokrasinin “özgürlüklerin özgürlüklerle sınırlı bir yaşam biçimi” olduğu gerçeğini dikkate alarak, sözü edilen  kavşakları “Demokrasi dershanesi” ve sözü edilen yolsuzluğu yapanları uyaranları “Demokrasi öğretmeni” olarak tanımladım.

Demokrasiyi, bu yaşamsal kavramı öğrenmek isteyenlerin, işe, yayalarla ilgili sinyalizasyon ışıklarıyla donatılmış kavşaklarda  kırmızı ışık kuralını ihlâl eden, bu yolsuzluğu yapan yayaları uyarmaya başlamalarını öneriyorum…

“Bilgi Çağı İnsanları”nın bilinç sözcüğünü kullanırken yaptıkları yanlışlar:
*    “Kasten” ya da “maksatlı” yerine “bilinçli olarak”,
*    “Biliyorum”ya da “farkındayım” yerine “bilinçliyim” ya da “bilincindeyim”,
*     (Bilinç sözcüğünün fiil olarak kullanıldığında nesne almayacağını bilmedikleri için) “bilgilendiriyorum” ya da “bilgi veriyorum” yerine “bilinçlendiriyorum” diyorlar.

Sayın Mustafa Hakan Güvençer
Bu vesileyle, “Yurdu ve milleti özden çok sevme” ve “Yaratılanları Yaratan’dan ötürü sevme” ilkelerini özümsemiş bir “Bilinç Çağı İnsanı”nın;
*     Aşırı tüketmeyeceğini, tüketim çılgını olmayacağını, (tasarruf bilinci)
*     Çevreyi kirletmeyeceğini, Çevre Yasası’nı ihlâl etmeyeceğini, (çevre bilinci)
*     Trafik kurallarını çiğnemeyeceğini, Trafik Yasası’nı ihlâl etmeyeceğini, (trafik bilinci)
*     Vergi kaçırmayacağını, Vergi Yasası’nı ihlâl etmeyeceğini, kul hakkı yemeyeceğini, (vergi bilinci)
eş deyişle, yolsuzluk yapmayacağını, daha da önemlisi, yolsuzluk yapanlarla mücadele etmekten kendisini alamayacağını, kendi örneğimden yola çıkarak İDDİA ediyorum.

Yukarıda sayılan alanlardaki çalışmaları yaparken geliştirdiğim; gereken özen gösterilerek uygulanması durumunda, geleceğin “” ve “devlet adamı” adayı çocuklarımıza benzer özellikleri kazandıracağından emin olduğum, ilk ve orta öğretim okulları müfredat programına “uygulama dersi” olarak konulması önerisiyle M. E. Bakanlığı’na gönderdiğim, örneği ekli, “Trafik terörünü halkın işbirliğinde çözme ve demokrasiyi tabana yayma projesi” uygulamaya konmadı…

Bu arada, 29. 09. 2013 tarihinde, M. E. Bakanlığına gönderdiğim, “bilinç konusunda otodidakt (özöğrenimli) olduğumun tescili” konulu, örneği ekli başvuruma hala bir cevap verilmediğini de bilginize sunuyorum…

İlk ve orta öğretim okullarında, “Burası Türkiye” ve “Küresel Isınma “ sergileri eşliğinde konferans verme önerimi takdirlerinize arz ederim…

Saygılarımla.

Bilinç Üniversitesi Kurucusu
Bilinçolog Galip (Diğerkâm)Baran

TEL: (0252) 382 34 77 / (0535) 844 84 76
E-POSTA: galipbaran@windowslive.com

Bilinç Üniversitesi’nin
(a)    İşlevi: “Bilgi Çağı”  üniversitelerinin, zamanla Bilinçoloji Ana Bilim Dalına dönüşebilecek “Bilinç Enstitüsü” ya da “Bilinç Kürsüsü” gibi bölümler kurmalarına yardımcı olmak; böylece, bundan böyle, yalnız bilgili değil aynı zamanda bilinçli mimar, mühendis, doktor, sosyolog, psikolog, antropolog  v.b. meslek mensuplarının yetişmesine katkıda bulunmak.
(b)   Kuruluş amacı: Güçlünün haklı olduğu değil, haklının güçlü olduğu, eşdeyişle, “dünyevi değerler”in yerini “uhrevi değerler”in aldığı bir dünya düzeni kurmak.

EKLERİ:

1.    “Diğerkâmlık Andı”
2.    Trafik terörünü halkın işbirliğinde çözme ve demokrasiyi tabana yayma projesi
3.     “Bilinç konusunda otodidakt (özöğrenimli) olduğumun tescili” ile ilgili olarak M. E. Bakanlığı’na gönderdiğim dilekçe

İnsan soyunun bir felâkete yöneldiğini gören Erich Fromm, “Sahip Olmak ya da Olmak” adlı eserinde SORUMLULUK konusunda:

“İnsan yapacağı bir seçme ile ya yok olacak ve kendisi ile birlikte tüm canlıları ortadan kaldıracak  ya da yaşamını ve gelişimini sürdürmeye devam edecektir. Bu kötü gidişten kurtulmanın tek yolu, insanların ve onları yönlendiren toplumsal yapıların kökten değiştirilmesidir. Böylesi bir SORUMLULUKLA karşı karşıya  olan insanlığın doğru yolu bulabilmesi için, davranışlarını  şimdi yaptığı gibi “sahip olmak” ilkesine göre değil, “olmak” ilkesine göre değiştirmesi gerekir…

Mala, mülke, şöhrete, insana, bilgiye “sahip olmak” demek, onları ele geçirmek, kendine mal etmek, onlara egemen olmak ve dilediğince kullanmak anlamına gelir. Ama insan hiçbir zaman yeterince şeye sahip olamayacaktır. Çünkü maddesel olan, elle tutulan aldatıcı ve geçicidir.

“Sahip olmak”ın karşıtı olan “olmak” ilkesiyle yaşayan insan ise; hiçbir şeyi kendine mal etmeye ve ona egemen olmaya çalışmaz. Her şeyi kendi bütünlüğü, canlılığı ve gelişimi içinde SEVER. Böyle davranan bir insan, evrimleşmeye çalışır. “Olmak” sözcüklerle anlatılamayan, bir özellik, bir süreç, bir canlılıktır.diyor.

Ruhbilim Uzmanı Ergün Arıkdal, Pozitif Yaşam adlı kitabında:
“İnsana SORUMLULUK yükleyen bilgi, kitabi bilgi değil, bizzat uygulanarak  idrak edilmiş ve hazmedilmiş olan bilgidir. Böyle bir bilgi, artık o insanın öz malı haline gelmiş ve bir yaşam düsturu olmuştur. Yeri ve zamanı geldiğinde insanın o bilgiyi kullanması gerekir; kullanmadığı takdirde hesap sorulmayı hak eder.” diyor.

Çevrenin kirletilmeyeceğini, trafik kurallarının ihlâl edilmeyeceğini, vergi kaçırılmayacağını (kul hakkının yenmeyeceğini) bilmeyen yoktur.  Oysa, bu yolsuzlukları yapmayan parmakla gösterilecek kadar azdır. Bunun nedeni: “kitabi bilgi”dir. Her gün 15-20 can alan, ihmâl ve dikkatsizlik sonucu olduğu ifade edilen trafik kazalarının nedeni de: “kitabi bilgi”dir.

Diğer taraftan, “yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi”ni özümsemiş, “diğerkâm kişilik” edinmiş bir insanın dikkatsiz davranması, yasaları bilerek ihlâl etmesi de düşünülemez…

Sayın Arıkdal, “Evensel İnsan” adlı kitabında :
“Bizim halkımız vicdan sesini dinlemek istemiyor çünkü çok materyalist olmuş durumda. Çok bencil bir milletiz biz.  Bu memleketin;  bilim adamından, ekonomistten, iyi siyaset adamından ziyade, vicdanının sesini çekinmeden ortaya koyabilen, gerçekten yürekli, gerçekten sevebilen insanlara ihtiyacı var. Bizim para, bilgi, şöhret, sandalye severlere değil, tam tersine vicdan sesini ifade etmeye çalışan, SEVEN insanlara ihtiyacımız var.” diyor…

Arıkdal’ın bu sözlerinde de “yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi”nde yer alan SEVGİ öğesinin öne çıktığı görülüyor. Diğer taraftan, bencil bir varlığın sözü edilen ilke’yi özümsemesi zaten beklenemez…

Nasıl yaşadığımı, günlük yaşamda nasıl davrandığımı, yolsuzluk yapanlarla nasıl savaştığımı (örneğin kavşaklarda kırmızı ışık kuralını ihlâl eden yayaları uyardığımı, sokakta –kamusal alanda- çöp ve izmarit gibi atıkları topladığımı, bir başka deyişle, Türkiye’ye sahip çıktığımı) görenler; “herkes senin gibi olsa”, “sen ibadet ediyorsun”, “insanlık için çalışıyorsun” diyorlar… Övüyorlar… Ancak, onlar; sıra “benim gibi” olma, “insanlık için çalışma” ve “Türkiye’ye sahip çıkma” SORUMLULUĞUNU üstlenmeğe geldiğinde “bananecilik ilkesi” (!)ne  sığınıyorlar…”Senin gibi olursam bana da deli derler” diyenler de oluyor…

SONUÇ: Türkiye sahipsiz kalıyor… Nehirler, göller, denizler kirleniyor… Ormanlar tükeniyor… Balık türleri azalıyor… Banane’ciler her şeyi devletten bekliyorlar…


Diğer taraftan, yukarıda sözü edilen ilkeyi özümsemiş olan insanların  yaşadığı bir ülkede görülmesi mümkün olmayan sorunlar bunlar…