27 Şubat 2009 Cuma

(Körpınar Hoca’mıza)
Değerli Prof.Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR Hocam,
Bakınız, siyaset, siyasetçi (ve bencillik) konularında, Ruhbilim Uzmanı Ergün Arıkdal ne diyor (Evrensel İnsan/ Ruh ve Madde Yayınları/ sayfa 222 ) :
(….) “her insanın vicdanının sesini dinlemesi çok önemlidir. O ses sonunda halkın, toplumun sesi haline gelir ki, bizim ülkemizin en büyük sıkıntısı budur. Bizim halkımız vicdan sesini dinlemek istemiyor çünkü çok materyalist olmuş durumda. ÇOK BENCİL BİR MİLLETİZ BİZ. Dolayısıyla, vicdan sesini savunan, vicdanının ifadelerini ortaya koyan varlıklara çok ihtiyacımız var. BU MEMLEKETİN; bilim adamından, ekonomistten, İYİ SİYASET ADAMINDAN ZİYADE, vicdanının sesini çekinmeden ortaya koyabilen, gerçekten yürekli, GERÇEKTEN SEVEBİLEN insanlara ihtiyacı var. Bizim para, bilgi, şöhret, sandalye sevenlere değil, tam tersine vicdan sesini ifade etmeye çalışan, seven, uyum sağlayan, ortak alan kurabilen İNSANLARA ihtiyacımız var. BİZİM ASIL SIKINTIMIZ BURADADIR.
BENCİLLİK KONUSUNDA ATATÜRK’ÜN SÖZLERİ :
* Bir adam ki, memleketin ve milletin saadetini düşünmek yerine daha çok kendini düşünür, bu adamın kıymeti ikinci derecededir. (Karınca Yayınları)
* Kendimiz için değil, fakat mensup olduğumuz millet için elbirliğiyle çalışalım,
çalışmanın en yükseği budur. (Karınca Yayınları) [ bu sözün daha sonra “Çalışmanın en yücesi ulus için olanıdır” şeklinde ifade edildiği anlaşılıyor. ]
* En iyi kişi, kendinden çok, bağlı olduğu toplumu düşünen, kendini onun varlığının
ve mutluluğunun korunmasına adayan insandır.(Truva Yayınları)
* Hususi (özel) menfaat, ekseriya(çoğunlukla), umumi menfaatle tezat (çelişki)
halinde olur. (Karınca Yayınları)
* Ulusları yönetenler (SİYASET ERBABI) için ilk ve en zor görev, kişisel BENCİLLİĞE KAPILMAKTAN kendilerini korumalarıdır. (Truva Yayınları)
Değerli Hocam,
Anlaşılıyor ki, siyasetçi olmak, siyaset yapmak isteyen (bencil bir varlık olan) insanın öncelikli sorunu, “bencillik illeti”nden (nefsinin esaretinden) kurtulabilmektir…
Ancak, “Bencil varlık”ın nefsinin esiri olduğu gerçeğini İDRAK etmesi imkansız gibi görünse de, ATLA DEVE DEĞİLDİR. Biz, birkaç kişi (özellikle ben) bunu başardık. Başarımızı, Bilinç Üniveritesi’ni İNŞA ETMEMİZİ sağlayan, “tecrübi bilgi” edinmemize yol açan, örneği ekte görülen “müfredat”a borçluyuz.
Bizler, sözü edilen “müfredat’ı uygularken, bir başka gerçeğin, “iklim değişikliği” dahil, yaşanmakta olan sorunların tümünün insanın bencilce yaşayışından kaynaklandığının, eşdeyişle, bencil varlık’ın ektiğini biçmekte olduğunun da farkına vardık.
Aynı “müfredat” sayesinde, “kendimizi tanıdık”, “yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi”ni içselleştirdik. Şu var ki: burada yer alan “yurt” ve “millet” sözcüklerini, genelde “dünya” ve “dünyalılar” şeklinde, daha açık deyişle, “yaradılanı Yaradan’dan ötürü sevme ilkesi” olarak algılamakta ve uygulamaktayız.
SOKRATES ve KENDİNİ TANIMA KAVRAMI (Sokrates/ Louis-Andre Dorion/s. 62): (…..) Sorumlu bir politikacı olabilmek için insanın kendisini çok iyi tanıması gerekmektedir. Bu “kendi” kavramı, sahip olunan şeyleri, ruhun sahip oldukları (erdemler), bedenin iyelikleri (sağlık, güzellik, güç) ve dışsal sahip olunanlar (zenginlik, zafer) biçiminde üçe ayıran doktrinle sıkı bir ilişki içinde olup, Sokrates’in etik anlayışında belirleyici rol oynar. Ancak bedenin sahip olduklarıyla dışsal iyelikler, kayıtsız koşulsuz bir biçimde daha üst bir sahip olunanın; daha açığı ruhun iyeliğindeki bilginin/erdemin emrinde olmalıdırlar.
Erdem zenginliklerden gelmez, ama tüm zenginlikler erdemden gelir.
SONUÇ OLARAK: Bizler yıllardır devam eden, sözü edilen “müfredat”ı geliştirmemize yol açan, insanı, davranışlarını ve nedenlerini araştırdığımız, “okul dışı eğitim” olarak tanımladığımız çalışmalarımızın sonucunu “SORUN BENCİLLİK: ÇÖZÜM SENCİLLİK “şeklinde bir deyişle özetledik.
Değerli Hocam,
Sözü edilen deyişi yaşama geçirmek için “varımızla yoğumuzla” denebilecek şekilde çalışmamıza karşın, kayda değer bir başarı sağlayamadık. Yardımcı olursanız çok ama çok seviniriz…
Bizlerden çok daha iyi bildiğiniz şeyleri yazdığımın, yinelediğimin farkındayım. Ne var ki, yinelediklerim kitaplardan değil tecrübeyle edinilmiştir. “Kitabi” ya da “nakli” değil, “tecrübi bilgi”dir. Bilinç Üniversitesi’nin kabul görebilmesi bağlamında yaşamsal olan bu fark sizce de önemliyse, değerlendirmenizi bekliyoruz…
Galip BARAN

ÖYLESİNE BİR ÖYKÜ!!!
"SİYASETLE İLGİLENMEYEN AYDINLARI BEKLEYEN KAÇINILMAZ SONUÇ, CAHİLLER TARAFINDAN YÖNETİLMEYE RAZI OLMAKTIR" (EFLATUN)
Değerli arkadaşlar,
Ülkemizin içinde bulunduğu ve önümüzdeki dönemde gittikçe de artması beklenen çok önemli sorunlar için tüm yurtseverlerin çalışması, çözüm üretmesi ve işbirliği yapması gerekiyor. Yani herkes üzerine düşen görevi iyi algılamalı ve gereğini yapmalı. Aksi halde iş işten geçecek ve korkarım ki tarih tekerrür edecek. Bu konuda çok hoşuma giden ÖYLESİNE BİR ÖYKÜ’yü aşağıda sizlerin de bilgisine sunmak istedim.
Dünyanın en güzel ülkesini, en kötü koşullarda bizlere kazandıran ve yılmadan çalışan, dahi önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK ve çalışma arkadaşlarını bir kez daha minnet ve şükranla anıyorum.
Sevgi ve saygılarımla. (26.02.2009)
Prof.Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR

ÖYLESİNE BİR ÖYKÜ
ÖYKÜMÜZ DÖRT KİŞİ HAKKINDA. BUNLAR;
1- HERKES, 2- BİRİSİ, 3- HERHANGİ BİRİ, 4- HİÇ KİMSE.
YAPILMASI GEREKEN ÖNEMLİ BİR İŞ VARDI VE
HERKES, BİRİSİ’NİN BU İŞİ YAPACAĞINDAN EMİNDİ.
GERÇİ İŞİ HERHANGİ BİRİ DE YAPABİLİRDİ AMA.
HİÇ KİMSE YAPMADI, BİRİSİ BUNA ÇOK KIZDI,
ÇÜNKÜ İŞ, HERKES’İN İŞİYDİ.
HERKES, HERHANGİ BİRİ’NİN BU İŞİ
YAPABİLECEĞİNİ DÜŞÜNÜYORDU. AMA,
HİÇ KİMSE, HERKES’İN
BU İŞİ YAPAMIYACAĞININ FARKINDA DEĞİLDİ.
SONUNDA; HERHANGİ BİRİ’NİN YAPABİLECEĞİ İŞİ,
HİÇ KİMSE YAPMADIĞI İÇİN,
HERKES, BİRİSİ’Nİ SUÇLADI....

24 Şubat 2009 Salı

"BİLİNÇ ÜNİVERSİTESİ’NDEN"
YEREL SEÇİMLER İPTAL EDİLSİN VE ERTELENSİN ÖNERİSİ
Yıllardır yerel ve genel seçimler yapılıyor. Büyük paralar harcanıyor. İyiye gidiş var mı? Yok. Ya kötüye gidiş? Var…
Hani “muasır medeniyet” aşılacaktı. “Yurtta sulh olacaktı; Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktı!..
Sorun ne? Kabahat seçim yasasında mı? Yoksa insanda, yani seçmende mı? Seçende ve seçmende… Seçen (belirleyen) ve seçmen değişmedikçe, bilinçlenmedikçe, seçimin çare olmadığı görülüyor. Diğer taraftan, “tencere dibin kara seninki benden kara” ve “her ne pahasına olursa olsun kazanma hırsı” ile siyaset yapan partilerleden başka türlüsü beklenemez, zaten…
Artık anlaşılmış olması gerekir ki, seçmen bilinçlenmedikçe seçilenlerin de atananların da değişmesi, bilinçli olmaları mümkün değildir. Arpa ekilen tarladan buğday biçilemez…
Seçmen biliçlenmedikçe; ne Cumhurbaşkanı, ne Başbakan, ne TBMM Başkanı, Ne Genel Kurmay Başkanı, ne diyanet işleri Başkanı, ne Yargıtay, Ne Danıştay, ne Sayıştay ne de YSK Başkanı, ne o bakan, ne bu bakan değişmeyecektir. Eski hamam eski tas "bozuk düzen" devam edecektir. Görünen köy kılavuz istemez…
Bu “açmaz”dan çıkışın, bu yanlıştan dönmenin, bu kördüğümü çözmenin tek yolu, yerel seçimi bir dönem için ertelemektir.
Bu dönemi “ulusal bilinçlenme dönemi” ilan etmek, bir dahaki dönem için hazırlık yapmak ve kıt kaynakları boşuna harcamamaktır. Yapılması gereken budur. Gerçeği görmek ve yanlıştan dönmek erdemdir.
Bu dönemde bilinçlenen seçmenler, adaylarını bizzat kendileri belirlemek suretiyle gelecek dönem yerel ve genel seçimlerde oylarını bilinçli, bir şekilde 'seçtikleri adaylara' kullanabilirler. Bu ülkenin sakinleri, işte o zaman, gerçekten “muasır medeniyet”i aşabilir.
Bilinç Üniversitesi “ulusal bilinçlenme” seferberliği kapsamında; Siyaset kurumları ve seçmenlerin bilinçlendirilmesi konusunda yardımcı olmağa, fiili ve ilmi katkıda bulunmağa hazırdır.
Ayrıca, gelecek dönem yerel ve genel seçimlerde aday olmayı düşünenler, Bilinç Üniversitesi’nin bu konudaki hizmetinden ücretsiz olarak yararlanabilirler.
Galip Baran; Bilinç Üniversitesi Rektörü
e.MAİL:
galipbaran@ttmail.com, WEB:
http://bilinc-universitesi.blogspot.com

***İŞTE GEREKÇE***
YA HAKKINI VERİN YA DA, O DİPLOMALARI YAKIN !...
Mustafa Nevruz SINACI
Ülkemizde ve dünyada insanlık; Kendi tarihinin en büyük utancını yaşıyor.
Sözde ‘bilgi çağı’nın 500 seçkin ve ülkemizin 100’ü aşkın üniversitesine rağmen!..
Bu büyük utancın dünya boyutu ‘Türkiye boyutuna nazaran’ çok farklı…
Daha ziyade oyun, birbirini sömürme ve kendi öz milletini koruma üzerine kurgulu..
Fakat bizdeki boyut, ‘kendi halkını sömürme, keneleme ve kemirme’ üzerine kurulu.
Mezarlıklar dâhil el atılan her yerden irin çıkıyor, pislik ve cerahat fışkırıyor.
Elbette başta Ermenistan, Yunanistan, ABD, Almanya, Fransa ve içimize sokulan ve iddialara göre önemli bir bölümü de parti sahiplerinin memuru (yani parlamenter), holding medyası yazar-çizeri olan; Sözde ‘aydın’ koza ve kriptolardan müteşekkil diyasporaları ile ülkemizi bölmeye, parçalamaya, anayasamızı, yasalarımızı, dilimizi ve dinimizi dahi bozmaya kalkışanlar da var. Ama bunların tamamı içerde yaşanan yalan-talan, rüşvet-iltimas, gasp ve irtikap furyasının ayrılmaz parçaları… Baş aktörlerin tamamı yüksek-yüksek diplomalı, sinsi düşmandan icazetli ajan provokatörlerdir.
Hem de, ülkemizde icraat eden, faaliyet gösteren siyasi şirketlerin içinde ve dışında.
Hele şu tezahür biçimlerine bir bakalım:
Anayasa’ya göre ‘demokrasinin (!) vazgeçilmez unsuru” siyasi partiler; 2820 Sayılı Kanun, tüzük ve yerleşik gelenek uyarı maksimum % 5 merkez kontenjanı gösterebilecekleri ve merkez yoklamasını mücbir nedenler dışında yapamayacakları halde; Noksansız tamamı 29 Mart yerel seçim adaylarını “merkez yoklaması” ile belirledi.
Böylece, TBMM’nin amacı, varlık nedeni, sebeb-i hikmeti ve meşruiyet ilkesi olan: “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesi bir kez daha paspas yapıldı, hayâsızca ve hunharca çiğnendi. Cumhuriyet inkâr edildi, adalet ve hukuk ayaklar altına alındı.
Partiler ‘millete sormadan’ kendi yaptıkları ‘yandaş-yoldaş’ listeleriyle meydanlara çıkmaya ve düzmece listelerine, tam bir utanmazlık, aymazlık, şımarıklık ve pişkinlikle oy istemeye başladılar. Hangi yüzle?...
Bu çok büyük bir utanç, halka güvensizlik ve apaçık demokrasiye ihanettir!..
Zira demokrasinin en önemli ‘olmazsa olmaz’ şartı, adayların bizzat millet tarafından belirlenmesidir. Bazı sözde politika kurumlarınca dillendirilen ve “onlar yapamadı biz yaptık” diyerek övünülen ‘temayül yoklama’ nam saçmalıklar Türk siyaset sisteminde yoktur. Eylem, doğrudan bir hak gaspıdır. Böylece 29 Mart Yerel Seçimlerine gölge düşürülmüş, şaibe bulaşmış, seçim de, meşruiyet de tartışmalı hale gelmiştir.
Üstelik ‘halka rağmen’ insanlık dışı bir cüretle halkı yönetmeye kalkışanların kahir ekseriyeti üniversite diplomalı. Aralarında mastır, doktora sahipleri, doçent ve profesörler var. Eğer bunlar kimlik, kişilik ve karakter yoksunu, ilim-edep ve terbiye sahibi, gerçekten yüksek tahsil yapmış; Herbert Spencer’in (İlk Prensipler) dediği gibi, “aldıkları eğitim ve terbiye’yi davranış biçimi ve bilince” dönüştürebilmiş olabilselerdi bu tiksinti verici rezalet yaşanmazdı.
Bu apaçık despotluk, küstahlık ve diktatörlüktür.
Sistemin iyice çürüdüğünü ve bütün veçheleriyle yozlaştığını gösterir.
Rejime utanç yaftası yapıştıran, insan hakları, adalet ve hukuku hiçe sayan bu tek taraflı tasarruf, seçmenleri siyasi partilerden iyice soğutmuş ve yeni arayışlara yöneltmiştir. Çok açık bir deyişle; Halkı (seçmeni) Noter yerine koymak ne demek? Çok utanç verici.
Kimin çocukları bunlar? Onun-bunun mu? Yoksa şerefli Türk soyunun mu?
Çok merak ediliyor doğrusu!...
İNANILIR GİBİ DEĞİL
Osmanlı döneminde suç odakları Galata (Rum-Yunan mahallesi) Fener (Ermeni semti) ve Yahudilerle yabancı uyrukluların yaşadığı Taksim ve Topkapı civarında yoğunlaşırdı. Türk ve Müslüman mahallelerinde hırsızlık, yolsuzluk, dolandırıcılık, gasp-irtikap, tasallut, tecavüz ve cinayet gibi insanlık dışı menfur olaylar asla yaşanmazdı.
Eğer Ubicini tarihini okursanız Türk ve Müslüman halkın ne kadar nezih, namuslu, dürüst, onurlu-sorumlu ve emin insanlar olduklarını çok iyi görürsünüz. Yani, Osmanlı’dan 1940’lara kadar Türkler arasında ahlâken yükseklik, adalet ve hakkaniyet esastı. Nadiren görülen vakıaların failleri ise (dönemin deyimiyle) mektep-medrese görmemiş, cahil-cühelâ, meczup-mecnun veya aptal olarak tanımlanan “ilim-irfan, bilgi-görgü, edep, hâya ve terbiye” yoksunu alt varlık ve henüz insanlık şuuruna erememiş primitif türlere aitti.
Oysa şimdi öyle değil. Kırmızı ışıkta geçen potansiyel suçlulardan tutun, devleti, kurumları, orduyu, halkı ve hâtta Camiyi-Üniversiteyi soyan; Yolsuzluk, hırsızlık, görevi kötüye kullanma, gasp-irtikap, organize suç örgütü, çete-mafya ve nitelikli dolandırıcılık faillerinin çok büyük bir bölümü makam mevkii sahibi ve üniversite mezunu. Sonra lise mezunları geliyor. Bunlar tarafından ‘cahil-cühela’ olarak nitelenen insanlar masum ve müsemma!... Olur şey değil..
Teşkilât yoklaması ve delege seçimi yapmayan ve şirket gibi siyaset kurumu işletmeciliğine soyunanlar da aynı. Çoğu yüksek tahsilli ve üniversite diplomalı!.. Ayrıca, mesela Tansu Çiller dönemi ve bir sonrası diplomalı bazında Türkiye’nin en karizmatik parlamentosu vardı. Buna rağmen ülkenin en büyük hırsızlık ve yolsuzlukları bu dönemlerde yapıldı. Bankalar battı. Ekonomi çöktü. Tansu ve avenesi zenginleşirken, millet fakirleşti…
DAHASI VAR
Aramızda insan formunda dolaşan bu varlıklar o diplomalara rağmen fütursuzca çevreyi kirletiyor, aşırı tüketiyor, trafik-hukuk ve demokrasinin kurallarını çiğniyor, toplum sağlığına aykırı alışkanlıklar ediniyor, vergi kaçırıyor, rüşvet veriyor/alıyor, iş ahlakına dikkat etmiyor, milli servete zarar veriyor, imar yasasına aykırı işler yapıyor, haksız, hukuksuz ve ahlâksız imar tadilatlarıyla malı götürüyor, her şeyi devletten bekliyor ve bir yandan da devleti tırtıklıyorsa; Yani kısaca, 'Kırmızıda geçiyorsa' bir başka deyişle, ‘fiilen yolsuzluk yapıyorsa!...’ onu ‘insan’ olarak betimleyemez ve tanımlayamazsınız.
Üstelik onların insan haklarından yararlanma hakları da yoktur.
İnsan hakları, insanca yaşayanlar içindir.
İnsanlık, demokrasi, hukuk ve ahlâk düşmanları için değildir!...
NETİCE:
Ya, eğitim-öğretim sistemi temelden ‘kamu vicdanında ve ilmi forumlarda’ masaya yatırılmalı, büyüteç altına konulmalı, yargılanmalı, sorgulanmalı veya devleti kirleten, yasa, ahlâk ve hukuk dışı işler bağımlısı onursuzluk ve sorumsuzluk fukarası bu insan müsveddeleri diplomalarını şehir meydanlarında yakmalıdırlar.
Elbette ‘yönetimi denetleme’ görevini hakkıyla ve lâyıkıyla yapmayanlar da… Demokrasiye zerrece saygısı, yüreğinde insan sevgisi olmayan halk dalkavukları da; Onurlu ve sorumlu vatandaşlar tarafından ‘sandığa gömülerek’ birer siyasi mevta olarak tarihin çöplüğüne atılmalıdırlar. Aksi takdirde ‘temiz devlet, temiz hükümet ve temiz toplum’ daha yıllarca ham hayal olarak kalacaktır.
****
GLADYO-OLİGARK; BARONLAR ve HÜKÜMET
Mustafa Nevruz SINACI
Bilindiği üzere Gladyo, Oligark ve Baronlar uluslar arası mafya kuruluşları, organize çete, yerel mafya ve ülkede faaliyet gösteren bilumum kirli-karanlık, menfur işlerle iştigal suç örgütlerinin tartışmasız sahibi, hamisi ve enternasyonal uzantılarıdırlar. Menşei her ne olursa olsun, ülkemizde yaşanan bütün adaletsizlik, hukuksuzluk, rüşvet-iltimas, hak gaspı, yasa dışı edinim, hırsızlık ve yolsuzluğun yuvalandığı lâğım kanalının karanlık kapısı sonunda bunlara çıkar. Diğer bir anlamda milli devlet düşmanı, siyaset simsarı ve din tüccarı kesimlerin hamisi de bunlardır, anası da, babası da… Anarşi, terör, tedhiş ve menfur tehditlerin de…
Halka ve ülkeye Allah rızası için hizmet sevdası için çırpınan namuslu insanların, fazilet anlamında siyaset, meşru ve yasal hükümetlerin de baş belası bunlardır.
Bilumum kirli, karanlık, insanlık aleyhine, menfur ve meş’um işlerin hamisi de…
Burada çok yakın tarihli bir itiraftan yola çıkarak konuyu derinleştirmek istiyorum:
AKP’nin (!) Ankara Büyük Şehir belediye başkanı Melih Gökçek 19 Şubat 2009 günü konuk olduğu bir programda; “Gladyo ile mücadele ediyoruz. Ne pahasına olursa olsun iki büyük şehirden birini alarak AKP’yi sarsmak ve 29 Mart’tan sonra erken seçime zorlamak istiyorlar” kabilinden bir lâf etti. Melih’in karşısına dikilmiş 8-10 sorgucu, bu çok ciddi ifade veya itirafı önemsemedi, ciddiye alıp üzerinde bile durmadılar..
Aslında benzer sözler AKP kurmayları tarafından 6 yıldır söylenip durmakta.
Meselâ, Adalet Bakanı iken Cemil Çiçek’in “Hükümet olmak yetmiyor. Size, halka söz verip vaat ettiklerinizi yaptırmıyorlar… Çoğu kez eliniz kolunuz bağlanıyor” demişti. Bu ve buna benzer olmak üzere TBMM kürsüsü, özel ortam ve medya önünde ‘tıpkı bir itiraf ve halka şikâyet (acz-sızlanma) gibi’ söylenmiş yüzlerce yakınma var.
Bu minvalde en komik örnek Yıldırım Akbulut zamanında yaşandı.
Gönüllü Kültür Teşekkülleri Birliği’nin Kocatepe Konferans Salonunda yapılan bir toplantısındayız. Küsüde Başbakan Yıldırım Akbulut, ben de İKO Genel Başkanı ve delege sıfatıyla orada bulunuyorum. Devlet ricalinin ekseriyeti ve bakanların yarısından fazlası da orada.. Sayın Akbulut hükümet işlerinden ve önü alınamayan ülke sorunlarından öylesine sızlandı, yakındı, şikâyetlendi ki, dayanamadım ve ayağa kalkarak doğrudan bir soru sordum:
- Sayın konuşmacı, ülke sorunlarını büyük vukufla ve fakat derin bir yakınma ile dile getiriyorsunuz. Bu iyi. Fakat burada bir hususun açıklığa kavuşması gerek!...
- Nedir o?...
- Bu elim safahat sürecinde ‘acaba’ başbakan ne yapmaktadır?
Akbulut hiç tereddüt etmeden derhal cevap verdi:
- BEN BAŞBAKAN’IM!....
Bu konuşma, her ne kadar salonda gülüşme, söyleşme, sitemkâr alkışlar ve Akbulut’un fark edilir biçimde şaşkınlık, mahcubiyet ve kızarmasına neden oldu ise de maksadına ulaştı. Başkaca diyecek söz bulamayan Akbulut, bir yandan notlarını toparlayıp, acele hazır olanları selamlayıp kürsüden indi.
O sırada Manisa (eski) Milletvekili Vehbi SINMAZ; “Şikâyet zayıflıktır” diyordu…
DEMEM O Kİ;
İcranın şikâyet, yakınma ve sızlanmaya hakkı yoktur. Hükümet, hükmetmektir.
Yürütmenin miyarı (ölçüsü) adalet, hakkaniyet ve hukuktur. Hüküm adalet iledir.
Adalet, Atatürk ilkeleri, Türk İnkılâbı, Kurucu Unsur, Anayasa ve Kanun esaslarıdır.
Melih veya bir başkası ‘gladyo baronlarına karşı mücadele veriyoruz” derse, adama sorarlar: “Eğer bu devlette hükümet (yürütme) yasama ve yargı varsa, gladyo ve baronlar niye var?, hükümet adalet, hukuk ve hakkaniyetle hükmediyorsa, ortalık neden zanlı, suçlu ve suç örgütleriyle dolu?, bütün güç, kurum ve kuruluşlarıyla devlet, (hükümet) anarşi, terör, tedhiş, organize çete ve diğer hırsız-yolsuz güruhun üstüne gidemiyorsa; Ya acz içinde zaafla malül veya “tencere dibin kara, seninki benden kara” misal ‘kendinden yana’ çekinceleri var demek değil midir? Üstelik ‘herkese lâzım olan adalet’ niçin? Suçlular üzerinde Demokles’in kılıcı, namuslu, dürüst, onurlu-sorumlu yurttaşlar için himmet ve hamiyet olarak var edilmez? .
Örneğin: Kemal Kılıçdaroğlu'nun ortaya çıkardığı ve AKP genel başkan yardımcısı Şaban Dişli'nin istifasıyla sonuçlanan 'anlaşma', diğeri Vatan Gazetesi'nin ortaya çıkardığı ve CHP Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Sevigen'e ait 'anlaşma' ve Sevigen’in istifası..
Ya sonrası?
Bunlar yargılandı mı? Sorgulandı mı? Vekil sıfatları ellerinden alındı mı?
Hayır, hayır… Peki, neden ve niçin?
Hiç ‘kürsü masuniyetini’ aşan dokunulmazlık olur mu?
Asil’in kullanamadığı bir yetki, nasıl olur da vekil’e verilebilir?
Üstelik, milletvekili istifasının ‘genel kurul onayına’ bağlı olması ne garabet!..
Asil’in istifası tek taraflı bir kurum iken!...
Bu bağlamda tam bir iftira, itiraf, fesat, hesaplaşma kampanyasına dönen seçim sath-ı maili!.. Ya tam da bu ortama denk gelen ve Türkiye’yi teğet geçtiği iddia olunan küresel kriz? Gün be gün bir aile faciası, cinnet, intihar, soygun-vurgun ve yolsuzluk haberleriyle tırmanan gerilim.. Zenginler ve fakirler arasında giderek büyüyen uçurum.. Devasa boyutlara varan yolsuzluk, onursuzluk ve soysuzluk ekonomisi.. Eşitlik, hak, adalet ve tam rekabet ilkelerine aykırı takipsiz, denetimsiz, serbest (!) piyasa ekonomisi… Gelişmelere paralel giderek artan cehalet, yoksulluk, halkı iliklerine kadar sömüren (tam gaz giden) yolsuzluk, fahiş piyasa, hırs ve ihtirasa ne demeli? Ortalık kene, sülük, bit-pire, vampir, domuz ve akrep kaynıyor.
Müthiş bir gelir adaletsizliği, maaş-ücret düşüklüğü, onur kırıcı-insanlık dışı sefalet, fakrü zaruret ve milletin % 95’inin yaşadığı garip guraba hali neden? Devletin tapusu fert, fert bu milletin nüfus kâğıdı değil mi? Yoksa nedir?
İşte bunun sebebi; Yukarda bahse konu baronlar, koza, kripto, oligark ve gladyo…
Peki, Allah aşkına hani ‘hükmeden güç’ yani, hükümet nerede?
Dağda eşkıya kol geziyor, Mehmetçik kalleşçe kurşunlanıyor; Ordu nerede?
Allahın günü evler, iş hanları, dükkânlar ve mağazalar soyuluyor; Şehirlerde anarşi, terör, tedhiş, baskı, zulüm ve işkence kol geziyor, taciz-tecavüz diz boyu; Polis nerede?
Siyaset şirketleri ‘millet iradesinin’ yerine kendilerini koyup aday belirliyor; Köşe başlarını tutan ve Belediyelerde yuvalanan amansız şehir eşkıyaları vatandaşları fahiş fiyat, fahiş kâr, rüşvet-iltimas, ayırma-kayırma, yandaş-yoldaş saltanatı, görevi kötüye kullanma, ihmal ve suiistimalle Ermeni, Yunan veya Rum’un değil, ‘kendi öz milletinin’ milletin anasını ağlatıyor; Anayasanın amir hükmü ve Cumhuriyetin çimentosu adalet ve hukuk ilkelerine rağmen birileri ortaya çıkıp: Kürtçe anadil olarak okutulsun, TBMM ve devlet dairelerinde konuşulsun; Ermenilerden özü dilensin ve soykırım (yalanı-iftirası) tanınsın… diyebiliyor!..
SORUYORUZ: Adalet ve Hukuk nerede?...
Memlekette hikmetle/adaletle hükmeden meşru bir hükümet varsa, oligark, gladyo ve baronların (gladyatörlerin) ne işi var? Bence mesele çok vahim ve derindir. Topyekün acil bir temizlik, aklanma, ayıklanma, toplumsal bir yüzleşme ve hesaplaşma zorunlu hale gelmiştir.
Bu vebal ve sorumluluk mevcut partilerin tamamına aittir.
Biline ki, esas suçlu, zorunlu hale gelen bu ayıklanma, arınma ve ulusal temizlikten kaçan ve kıvırtandır. Herkes tez elden evinin önünü süpürmeli, eteklerindeki taşı dökmeli ve hiç olmazsa bu seçim sath-ı mailinde bu yüzleşme ve hesaplaşma gerçekleştirilerek bütün bataklıklar kurutulmalıdır. Yanlış anlaşılmasın. Lâğım üzerine ‘BEYAZ SAYFA’ değil!...
********
Özel ve önemli yazışmalar için e.MAİL:
gercek.demokrat@hotmail.com
WEB: http://mustafanevruzsinaci.blogspot.com

23 Şubat 2009 Pazartesi

BAYKAL’LA
SOHBET …
BAYKAL; Bir yandan ekonomide sıkıntılar yaşanırken bir diğer yandan da
yolsuzlukların arttığını anlattı.
"Türkiye tarihinin en büyük yolsuzluk olayı ile karşı karşıya" diyen Baykal, Deniz Feneri yolsuzluğu konusunda tüm dünyanın ve Türkiye'nin bir bekleyiş içinde olduğunu söyledi.
Baykal, "Alman mahkemeleri konuyu değerlendirdi, şimdi Türkiye'nin konuya el atması lazım. Ortada yaşanmış bir yolsuzluk var. O yolsuzlukla toplanan paralar Türkiye'ye getirilmiş, burada harcanmış, televizyonlar kurulmuş, gazeteler kurulmuş ama hiçbir şey yapılmıyor. Bekleniyor. Hükümet, Alman mahkemesi dosyayı Türkiye göndersin bekliyor. Senin mahkemen yok mu, senin savcın yok mu? Almanya örnek bir şekilde kararı çıkardı. Sen niye yapmıyorsun? Sen niye harekete geçmiyorsun? Dosya bekliyorlarmış. Al bekliyorsan işte sana dosya. Koca Türkiye apışmış kalmış dosya bekliyor. Devletin gücü bir dosyayı getirmeye yetmiyor. Al sana dosya, CHP getirdi, yap gereğini" şeklinde konuştu.
BARAN: Sayın Baykal, gel şu yolsuzluk konusunu biraz açalım. (Türkçe Sözlük/ Ali Püsküllüoğlu/ yolsuzluk: Bir görevi, bir yetkiyi kötüye kullanma, yasaya, kurala, yönteme aykırı iş yapma)
Trafik Yasası’nın yayalarla ilgili trafik kuralına uymamak (bu kurala toplumun neredeyse tümü uymamaktadır, uysa bile uymayanı uyarmamaktadır) da yolsuzluktur. Bu kurala uymayanı uyarmamak ( uyarının nasıl yapılacağı, yani yöntemi çok önemlidir. Yöntemi merak edenler, aşağıda görülen “müfredat” başlıklı yazıyı okuyabilirler) yolsuzluğu onaylamaktır.
Yolsuzluk niceliksel değil, niteliksel bir sorundur.

Bu nedenle, "Türkiye tarihinin en büyük yolsuzluk olayı ile karşı karşıya" derken sorunun niteliksel boyutunu göz ardı etmiş oluyorsunuz.
(……) “Dosya bekliyorlarmış.Al bekliyorsan işte sana dosya. Koca Türkiye apışmış kalmış dosya bekliyor. Devletin gücü bir dosyayı getirmeye yetmiyor” demişsin.
“Devletin gücü” derken bir başka gerçeği göz ardı ediyorsun. Gücü yetmeyen “devlet“ değil, “hükümet”tir. Devlet soyut bir kavram olup, bu coğrafyada yaşayan, insanların tümünü içerir. “Devlet”in varlığını ve niteliğini o coğrafyada yaşayan insanların varlığı ve niteliği belirler. Bir başka deyişle, senin benim, onun; sizin , bizim, onların varlığı ve niteliği, yani. Bu nedenle ben, “En-El- Devlet”diyorum.
-"ORGANİZE İŞLER BUNLAR"- BAYKAL : Dosyanın Türkiye'deki yolsuzlukların nasıl yapıldığını göstermesi açısından büyük önem taşıdığını da belirten Baykal, durum incelendiğinde bu yolsuzluğun kişisel bir şey olmadığını, organize iş olduğunun ortaya çıktığını belirtti. Baykal,
Yılmaz Erdoğan'ın çevirdiği filme atıf yaparak, "O filmdeki gibi organize işler bunlar. Peki kim organize ediyor, nasıl oluyor? Sadece birkaç arkadaş bir araya gelip mi bunu yapıyor? Teşkilatın arkasında derin ilişkiler var. Teşkilatı yapanlar devletin desteğine sahip. Buna vatana, millete hayırlı teşkilat diyorlar. Senin gibi iyi iş yapandan vergi alınır mı diyor. Vergi almıyor. Mehmetçik Vakfı'ndan vergi alıyor bu sahtekarlardan vergi almıyor. Vakfa bu kolaylığı getirmiyor, milletin fitresini toplayanlara bu kolaylığı getiriyor. Kim getiriyor başbakan getiriyor" dedi. Baykal, Deniz Feneri davasının Türkiye'nin yolsuzlukla mücadelesinin imtihanı olduğunu da belirtti.
BARAN : (…..) “yolsuzluğun kişisel bir şey olmadığını, organize iş olduğunun ortaya çıktığını” söylemekle; Trafik Yasası’nın yayalarla ilgili trafik kuralına uymama örneğiyle de ifade edidiği üzere, yolsuzluğun “kişisel” labileceği gerçeğini de göz ardı etmişsin.
(…..) Mehmetçik Vakfı'ndan vergi alıyor bu sahtekarlardan vergi almıyor. Vakfa bu kolaylığı getirmiyor, milletin fitresini toplayanlara bu kolaylığı getiriyor. Bu defa, “devlet” yerine “Başbakan” sözcüğünü kullanmakla, farkında olmadan gerçeği dile getirmişsin. Kutlarım, sayın Baykal.-"KILIÇTAROĞLU'NA TEŞEKKÜR"- AKP belediyelerinin, İstanbul'da etraftaki özel arsaları alabilmek için belediyenin imar planı değiştirerek yeşil alana dahil ettiğini anlatan Baykal, daha sonra mülk sahibinin elinden arsanın alındığını kaydetti. Son günlerde medyaya da yansıyan ve Federasyona verildiği iddia edilen arsa için, "pırlanta' benzetmesini yapan Baykal, "O pırlanta arsa ateş topu haline geldi. Elinde tutanı yakacak. Federasyona vermeye kalktılar. Peki niye verdin onu federasyona. İşin özeti şu Kılıçtaroğlu henüz seçilmedi ama arsayı kamuya kazandırdı. Kendisine teşekkür ediyorum" diye konuştu.
Başbakanın "Medyada her türlü suistimal var" sözünü de eleştiren Baykal, "böyle bir iddian varsa gereğin yap" dedi. Başbakanın sadede gelip gevezeliği, palavrayı bırakması gerektiğini de söylen Baykal, "Başbakan, milletimizin bunu uygun görmediğini önümüzdeki seçimde yaşayarak görecektir" dedi.
BARAN: Sayın Baykal, Kılıçdaroğlu’nun yolsuzluk dosyalarına karşılık, Başbakan’ da bazı dosyalardan söz ediyor.
Sen de Başbakan da birbirinizi yolsuzluk yapmakla suçluyorsunuz. Farkında değilsiniz ama, “tencere dibin kara seninki benden kara” siyaseti güdüyorsunuz. “ Her ne pahasına olursa olsun, ben kazanayım rakibim kaybetsin de ülke batsa da fark etmez ilkesi”yle çalışıyorsunuz.
Siyasete, Cumhuriyet Kurulalı bu sakat anlayış egemen oldu. Sonuç ortada. Görünen köy kılavuz istemiyor…
“Yetti gari Baykal, yetti gari Erdoğan, Aklınızı başınıza devşirin bari” demek geliyor içimizden.
SON SÖZ: Sayın Kılıçdaroğlu’na teşekkür ettiniz. Ben de teşekkürü hak ettim mi, merak ediyorum…
Galip Baran
Rektör, Bilinç Üniversitesi
Turgutreis- BODRUM., 28 .01. 2009

*********
MÜFREDAT (*)
Ben ……. ……..
BUNDAN BÖYLE:

(A)
Aşırı tüketmeyeceğime,
Vergi kaçırmayacağıma,
Çevreyi kirletmeyeceğime,
Milli servete zarar vermeyeceğime,
Trafik kurallarını çiğnemeyeceğime,
Rüşvet vermeyeceğime/almayacağıma,
İmar yasasına aykırı işler yapmayacağıma,
İş ahlakının korunması için çaba göstereceğime,
Toplum sağlığına aykırı alışkanlıklar edinmeyeceğime,
Her şeyi devletten bekleme alışkanlığını terk edeceğime,
Diğer deyişle, KIRMIZIDA DURACAĞIMA,
(B)
Sayılan alanlarda KIRMIZIDA GEÇMEK isteyenleri, SOSYAL YAPTIRIM olarak bilinen yöntemle uyaracağıma,
(C)
Uyardıklarına, kendilerinin de başkalarını aynı yöntemle uyarmalarını önereceğime,
SÖZ VERİYORUM.
===============
KIRMIZIDA DURMAK: Hukuka, insana, insan haklarına saygıyı; her türlü yanlış, iş, davranış ve haksızlıktan kaçınmayı öngören bir ilkedir.
SOSYAL YAPTIRIM : “Kırmızıda geçmeğe kalkışanı, anında, yüzüne karşı, utanmaktan başka bir tepki gösteremeyecek şekilde uyarmak” tır.
(*) : Bilinç Üniversitesi kurucularının “okul dışı eğitim” olarak tanımladıkları çalışmalarda geliştirdikleri bu MÜFREDAT, “yaradılanı Yaradan’dan ötürü sevme ilkesi”ni içselleştirmek isteyen dünyalılar için “ON-EMİR”dir.
Galip BARAN
Rektör
Bilinç Üniversitesi / Turgutreis-BODRUM
Turgutreis-BODRUM
TEL: (0252) 382 34 77 ; (0535) 844 84 76
E-mail:
galipbaran@ttmail.com ; galipbaran@ttnet.net.tr
WEB:
http://www.bilinc-universitesi.blogspot.com/ / www.turkcelil.com
http://www.internethaber.eu/ / http://www.galipbaran.blogspot.com/

21 Şubat 2009 Cumartesi

TRT-2
Haber Vizyon programı

Program Yapımcısı
Sayın yapımcı,
TRT-2’de 21. 02. 2009 sabah kuşağı yayınında Şirince adı özürlü bir bayanla yapılan röportajı ve “ölümden kıl payı kurtulanlar” adlı programı izledim.

Çevre, tüketim, trafik, sağlık, vergi, rüşvet, iş ahlakı, milli servet, imar ve her şeyi devletten bekleme gibi alanlarda yıllardır devam eden, insanı, davranışlarını ve nedenlerini araştırdığımız “okul dışı eğitim” çalışmalarında yaşadıklarımız ve bu çalışmalarda oluşan “tecrübi bilgi” ile ilgisi nedeniyle size yazma gereğini duydum…
Kendisiyle yapılan röportajı ibretle dinlediğim bayan Şirince’nin yaşadığı ve naklettiği bir park yeri sorunuyla ilgili “burası Türkiye” sözü, yukarıda sözü edilen çalışmalarda yaşadıklarımızla birebir örtüştüğü için beni hiç şaşırtmadı.
Sayın Şirince, özürlü olmayan bir yabancının, özürlülere ait park yerine aracını park etmiş olduğunu görüp, boşaltmasını rica ettiğinde, yabancının kendisine, “burası Türkiye hiç kimse kurallara uymuyor, ben de uymuyorum” cevabını verdiğini anlattı…
Biz Türkler, “Burası Türkiye” denilerek kısaca ifade edilen, genelde çoğumuzu gülümseten, aşağılayıcı mesajdan rahatsız oluyorsak, “burası Türkiye” diyenleri şaşırtacak bir Türkiye oluşturmak zorundayız.
TRT-2’nin, bu nedenle, bizleri yukarıda sözü edilen “tecrübi bilgi”yi toplumla paylaşmamıza yardımcı olmasını bekliyoruz…
Ölümden kıl payı kurtulanlar” adlı programla ilgili diyeceklerimiz:

Programın sonunda, ölümden kurtulanların, ilgili görüntüleri izledikten sonra, bundan böyle kurallara mutlaka uyacakları yolunda açıklamalarda bulunduklarını dinledim.
Bu gibilerin kullandıkları “bundan böyle” sözü bir “anahtar kavram”dır. Örneği bu sitede görülen, yukarıda sözü edilen “okul dışı eğitim“ çalışmalarında geliştirdiğimiz “müfredat” başlıklı yazımız “bundan böyle” sözü ile başlamaktadır. Bu söz “bundan önce” aynı yanlışlığın yapılmış olduğunun itirafıdır, bir başka deyişle “tövbe”sidir.
Yukarıda da işaret edildiği üzere, “burası Türkiye” diyenleri şaşırtacak bir Türkiye oluşturmak istiyorsak, TRT-2’nin bizlere yardımcı olması, bizlerle işbirliği yapması gerekir diye düşünüyoruz...
Saygılarımızla.
Galip Baran
(0252) 382 34 77/ (0532) 844 84 76
Bilinç Üniversitesi, Turgutreis-BODRUM

11 Şubat 2009 Çarşamba

Değerli Hocam,
(Sn, Prof. Dr. Mehmet Ali Körpınar)
Sorunlarımıza çözümler ürete"lim" deyişinize baktığımda; çevremizi temiz tuta"lım" ve trafik kurallarına uya"lım", uymayanları uyara"lım" örneklerinde görüldüğü üzere, bu ülkede "lim" ,"lım", "meli", "malı" v.b. eklerle yapılan cümlelerle bir yere varılmadığını gözardı ettiğinizi düşünmekten kendimi alamıyorum.
"Tüketim çıgınlığına kim dur diyecek" diyorsunuz...
"Kim" ? : Sen, ben, o; biz, siz, onlar...
Yalnız bu konuda aramızdan birilerinin diğerlerine örnek olması gerekiyor. Ben örnek olmağa çalışan birisiyim. Nasıl yaşadığımı, ya da neler yaptığımı görenler, "herkes senin gibi olsa" ya da "senin gibilerin sayısı çoğalmalı" diyorlar... Övüyorlar...
Ancak "gibi" olmak ya da "benim gibilerin sayısını çoğaltmak" için kıllarını kıpırdatmıyorlar... Neden...
Yıllar önceydi, bir mesajınızda, "tüketim çolgınlığı"ndan söz ettiğinizde ben "mülkiyet çılgınlığı" da var demiştim.
Ben ne "tüketim çılgını", ne de "mülkiyet çılgını"yım. Örneği ekte görülen "müfredat"ı uyguladığınızda çılgınlıkların tümünden kurtuluyorsunuz. "Müfredat"ta sayılan alanların tümünde biliçleniyorsunuz... Bu kadarla da kalmıyor, örneğin, "yurdu ve milleti özden çok sevme" ilkesini içselleştiriyorsunuz. Hani şu çocukluğumuzda her sabam içtiğimiz, ancak sonra unuttuğumuz "and"da yer alan ilke...
Sayın Hocam,
Başka neler yaptığımızı merak ederseniz,
www.bilinc-universitesi.blogspot.com/ www.turkcelil.com/ www.galipbaran.blogspot.com/ http://www.internet.haber.eu/ adreslerine bir göz atabilirsiniz.
Saygılarımla.
Sürçü lisan eyledimse affola...
Galip Baran
Bilinç Üniversitesi Rektörü
----- Original Message -----
From:
Mehmet Ali KORPINAR
To:
emeklilikhaber.com ; ermeni_depo@yahoogroups.co.uk ; gazete@turkpolitika.com ; GRUPLAR BIRLIGI ; grup-turk@yahoogroups.com ; guc_birligi@yahoogroups.com ; GUVEN HAREKETİ ; HABERVER@yahoogroups.com ; halkgazetesi@chp.org.tr ; INTERNET GRUBU ; istanbulda@yahoogroups.com ; infosolbirlik ; İZMİR YEREL GÜNDEM 21 SEKRETERLİĞİ
Sent: Wednesday, February 11, 2009 2:08 PM
Subject: FW: SORUNLARIMIZA ULUSAL COZUMLER URETELIM -10-

SORUNLARIMIZA ULUSAL ÇÖZÜMLER ÜRETELİM -10-
"
Bir şahsın yaşadıkça memnun ve mutlu olması için lazım gelen şey,
kendisi için değil, kendisinden sonra gelecekler için çalışmasıdır
."
Mustafa Kemal ATATÜRK
Değerli arkadaşlar,

Geçen yıl boyunca ulusal sorunlarımız ve çözümlerini içeren birçok uyarı yazımda, vahşi kapitalist dünya ekonomisinin denetimsizlik yüzünden giderek çökmeye başladığını büyük bir ekonomik depremin geldiğini belirtmiştim. Bu yazılarımdan bazıları aşağıdadır.
25.01.2008 de ÜLKEMİZİN ESAS GÜNDEMİ???
http://www.turkcelil.com/modules/smartsection/item.php?itemid=875
07.03.2008 de HER ŞEY YOLUNDA MI???
http://www.turkcelil.com/modules/smartsection/item.php?itemid=1314
02.05.2008 de İTHALAT AYMAZLIĞI DEVAM EDİYOR!!!
http://www.turkcelil.com/modules/smartsection/item.php?itemid=2044
23.05.2008 de TÜKETİM ÇILGINLIĞINA KİM DUR DİYECEK???
http://www.turkcelil.com/modules/smartsection/item.php?itemid=2307
28.05.2008 de HALKIMIZI TASARRUFA ÖZENDİRELİM!!!
http://www.akumil.com/?islem1=sayfa_detay.php&sayfa_id=1029
01.09.2008 de CARİ AÇIK İÇİN ÖNLEM ALAMADIK!!!
http://www.turkcelil.com/modules/smartsection/item.php?itemid=3341
27.11.2008 de MERKEZ BANKAMIZDAKİ 80 MİLYAR DOLARI, NE ZAMAN KULLANACAGIZ??
http://www.haberanaliz.net/detay.asp?hid=34294
18.12.2008 de YERLİ MALI, YURDUN MALI!!!
http://www.haberanaliz.net/detay.asp?hid=35530
Ayrıca bu ekonomik deprem gelirken yöneticilerimizin ve onları uyarması ve de bilgilendirmesi gereken danışmanlarının olası gelişmelerle gereğince ilgilenmediğini de belirtmiştim. Bu ilgisizliğin nedeni olarak devlet bürokrasisindeki verimsizliği işaret etmişdim.
Nitekim, bu verimsizliğin nedenlerini, Meral TAMER, 29.12.2007 tarihli Milliyet gazetesindeki köşesinde; BÜROKRATLARI ŞEYHLER Mİ BELİRLİYOR? başlıklı yazısında, “Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz'ın TBMM'deki sunumun tümünü okumak için Merkez Bankası'nın sitesine girdik ve karşımıza bakın ne çıktı: Yılmaz, 90 sayfalık sunumunda Türkiye İstatistik Kurumu TÜİK'in "Rekabeti Olumsuz Etkileyen Başlıca Unsurlar" başlıklı çalışmasından yukarıda gördüğünüz tabloya da yer vermiş. Ve gördüğünüz gibi AKP iktidarının 5. yılında bürokraside verimsizlik, iş alemi için diğer tüm sorunları geride bırakarak 1 numaraya oturmuş” sözleriyle dile getirmekte ve AKP iktidarında bizden olsun, çamurdan olsun mantığıyla kadrolaşma sonucu bürokraside verimsizlik tavan yaptı denmektedir.
Umarım, yetersiz ve yeteneksiz kişilerin, devlet bürokrasisinde her yere atanması yüzünden, ulusal sorunlarımızın çözümünde oluşan yanlışlıklar ve gecikmelerle, güzel ülkemiz siyasi ve ekonomik açıdan geri dönülmez zararlara uğramaz.
Sevgi ve saygılarımla (11.02.2009).
Prof.Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR
NOT: Üretim yapmak çok önemli ama ürettiğini satmak çok daha önemlidir. AB-D ülkelerinde oluşan durgunluk nedeniyle, halkın tüketimi neredeyse durdu. Dolayısıyla ülkemizin de bu ülkelere ihracaatı çok azaldı. Bu dönemde bizim de yerli malı tüketimini teşvik etmemiz gerekiyor. Ne yazık ki halkımız büyük borç içinde ve kredi kartlarına dünyada rekor sayılacak yıllık %60 gecikme faizi ödemekten alış-veriş yapamıyor. Tefecilerin ellerine düştü. Dün TBMM de CHP MV. Esfender KORKMAZ ın hazırladığı, bankaların kredi kartlarından aldığı faizin %30 a düşürülmesini içeren yasa teklifi diğer partilerce red edildi. Yani dar gelirli halkımız, kredi kartlarındaki gecikmeler için bankalara yıllık %60 faiz ödemeye devam edecek.
MÜFREDAT (*)
Ben ……. ……..
BUNDAN BÖYLE:
(A)
Aşırı tüketmeyeceğime,
Vergi kaçırmayacağıma,
Çevreyi kirletmeyeceğime,
Milli servete zarar vermeyeceğime,
Trafik kurallarını çiğnemeyeceğime,
Rüşvet vermeyeceğime/almayacağıma,
İmar yasasına aykırı işler yapmayacağıma,
İş ahlakının korunması için çaba göstereceğime,
Toplum sağlığına aykırı alışkanlıklar edinmeyeceğime,
Her şeyi devletten bekleme alışkanlığını terk edeceğime,
Diğer deyişle, KIRMIZIDA DURACAĞIMA,
(B)
Sayılan alanlarda KIRMIZIDA GEÇMEK isteyenleri, SOSYAL YAPTIRIM olarak bilinen yöntemle uyaracağıma,
(C)
Uyardıklarına, kendilerinin de başkalarını aynı yöntemle uyarmalarını önereceğime,
SÖZ VERİYORUM.
==================================================================
KIRMIZIDA DURMAK: Hukuka, insana, insan haklarına saygıyı; her türlü yanlış, iş, davranış ve haksızlıktan kaçınmayı öngören bir ilkedir.
SOSYAL YAPTIRIM : “Kırmızıda geçmeğe kalkışanı, anında, yüzüne karşı, utanmaktan başka bir tepki gösteremeyecek şekilde uyarmak” tır.
(*) : Bilinç Üniversitesi kurucularının “okul dışı eğitim” olarak tanımladıkları çalışmalarda geliştirdikleri bu MÜFREDAT, “yaradılanı Yaradan’dan ötürü sevme ilkesi”ni içselleştirmek isteyen dünyalılar için “ON-EMİR”dir.
Galip BARAN, Rektör
Bilinç Üniversitesi, Turgutreis-BODRUM
Turgutreis-BODRUM
TEL: (0252) 382 34 77 ; (0535) 844 84 76
E-mail:
galipbaran@ttmail.com ; galipbaran@ttnet.net.tr
WEB:
http://www.bilinc-universitesi.blogspot.com/ / www.turkcelil.com
http://www.internethaber.eu/ / http://www.galipbaran.blogspot.com/

*******
SEVGİLİ VE DEĞERLİ "HOCA" DAN CEVAP;
- Original Message --From: Mehmet Ali KORPINAR / To: 'galip baran'
Sent: Thursday, February 12, 2009 10:52 AM
Subject: RE: SORUNLARIMIZA ULUSAL COZUMLER URETELIM -10-
DEGERLI BARAN,
SENIN OZVERILI VE YURTSEVER CALISMALARINI
GONDERMIS OLDUGUN E-POSTALARDAN BILIYORUM.
VE BIRCOK KEZ DE KUTLAMISIMDIR.
BIZLERIN GOREVI DOGRUYU GOSTERMEK,
DURUST VE YURTSEVER INSANI SAVUNMAKTIR.
UMARIM BUNCA CALISMAMIZ KARSILIGINI BULUR.
KOLAY GELSIN.
SEVGI VE SAYGILARIMLA.
Prof. Dr. MEHMET ALI KORPINAR

4 Şubat 2009 Çarşamba

DEMİREL ÖRNEK
OLMALIDIR …
İnsan bencil bir varlıktır. Bencil varlık yanlış işler yapar. Ben de yanlış işler yaptım. Sayın Süleyman Demirel de yapmıştır…
Benim yaptığım yanlış işlerin bazıları:
Kira geliri vergisi ve veraset ve intikal vergisi ödemedim. Vergi kaçırdım. Rüşvet verdim.
Kaçırılan vergi ve verilen rüşvet simit ya da çorba parası kadar olsa bile, suçtur, yolsuzluktur. Yolsuzluğun büyüğü küçüğü yoktur. Önemli olan insanın bu suçu işlediğini kendiliğinden fark edebilmesi, idrak edebilmesi ve kefaretini ödemek için elinden geleni yapmasıdır. Böyle davranmak ERDEMDİR.
Şimdi sözü; yıllar önce başlattığımız “okul dışı eğitim” olarak tanımladığımız çalışmalarda geliştirdiğimiz, bundan böyle diye başlayan, “müfredat”ta dile getirilen uygulamalara getirmek istiyorum:
Yaşam tarzımda “devrim” niteliğinde değişikliklere yola açan bu uygulamaların bir örneği Türkiye Cumhuriyeti devletini dış borç yükünden kurtarma kampanyası başlatma girişimimdir. Bu konuda Başbakanlığa yaptığım başvurumla, kiradaki evimden almakta olduğum aylık 200 milyon TL gelirimi, bir yıl süreyle, gönüllü vergi olarak ödemeyi taahhüt ettim.
Hazine Müsteşarlığınca, bu başvurumla ilgili olarak, Başbakanlık Halkla İlişkiler Daire Başkanlığı’na gönderilen 22. 11. 2001 tarihli yazıda, bir yasal düzenleme yapılması önerildi. Ancak, 57- 58- 59 ve 60 hükümetler bu öneriyi dikkate almadılar.
Başlatılması durumunda, en azından, vergi bilinci kavramını hayata geçireceğine inandığım bir girişim, böylece “katledildi”. Bu “katl”in sorumluları hakkında neler hissettiğimi bu satırları okuyanların takdirine bırakıyorum...
Unutmadan; vergi kaçırmanın “kul hakkı yemek” olduğunu da sözü edilen çalışmaları yaparken öğrendim. O çalışmaları yaparken aldığım tepkilerin bazıları:
“Herkes senin gibi olsa” ,“senin gibilerin sayısı çoğalmalı”, ”yaşanan sorunlar senin gibilerin azlığındandır”, “Allah rızası için, insanlık için çalıyorsun”, “ibadet ediyorsun”, “ hakkın ödenmez”, “Bodrum için çok şey yaptın” , “Allah gecinden versin senin cenazen çok kalabalık olacak”, “dünyanın en zor işini yapıyorsun”…
Eğer, “okul dışı eğitim” çalışmalarını yapmasaydım, “müfredat”ta sayılan alanlardaki suçları işlemeğe, yolsuzlukları yapmağa devam edecektim. Bu satırları, bu gerçeği kamuoyuna açıklamak için yazıyorum…
Diğer taraftan, o çalışmaları yapmayanların “müfredat”ta sayılan alanlardaki suçları işleyip işlemediklerinin, yolsuzlukları yapıp yapmadıklarının takdirini kendilerine bırakıyorum…
Şimdi soruyorum: “Acaba”, sayın Süleyman Demirel;
*Turgutreis’te denizi kirleterek Yat Liman inşa eden Doğuş Grubu’na verdiği desteği hatırlar mı,
* Tarım arazilerine otomobil fabrikaları yaptırdığını anımsar , kefaretini ödemek ister mi?
* Eski Cumhurbaşkanlarına maaş zammı öngören, haksız bulduğum, yasa ile ilgili düşüncelerini açıklar mı?
* Bundan böyle, benzer yanlışların yapılmasının önlenmesi bağlamında ÖRNEK OLMAK ister mi?
Alınması Gereken Ders: “İnsan ektiğini biçer” bu alemde, …

HİLLARY CLİNTON
Bu sabah NTV’de izlediğim haberlerde, Hillary Clinton, Dışişleri Bakanı olarak ettiği yemin töreninde, “her sabah dünyayı nasıl daha güvenilir bir hale getirebilirim düşüncesiyle uyanıyorum” şeklinde bir söz söyledi. Bayan Clinton’a, bu sözünden yola çıkarak, aşağıdaki şekilde bir mektup gönderebiliriz...
Hillary Clinton,
ABD Dışişleri Bakanı
Sayın Hillary Clinton,
Dışişleri Bakanı seçilmenize, eşiniz Bill Clinton’un bıraktığı izlenimin de etkisiyle en çok sevinenlerdeniz. Gönülden kutluyoruz. Başarılarınız için duacıyız.
Bu görevi üstlenişiniz nedeniyle ettiğiniz yeminde; “her sabah dünyayı nasıl daha güvenilir bir hale getirebilirim düşüncesiyle uyanıyorum” şeklinde bir söz söylediniz. Size, bu değerli düşüncenize destek ve yardımcı olmak amacıyla yazmak gereğini duymuş bulunuyoruz. Faydalı olabilirsek, ne mutlu bize.
Bizler, yıllardır devam eden “okul dışı eğitim” olarak tanımladığımız çalışmalarla; “dünyayı daha güvenilir hale getirme”, “dünya barışını sağlama”, “dünyayı daha yaşanabilir kılma” , “iklim değişikliğine son verme” konularında çözüm olacağına inandığımız nedenle dikkate almanızı dilediğimiz bir sonuca vardık. Bu sonucu şöylece özetledik:
SORUN BENCİLLİK: ÇÖZÜM SENCİLLİK
Şöyle bir bakıldığında, doğru gibi görülse bile, herkesin kolaylıkla ifade edebileceği soyut bir kavram olarak değerlendirilebileceği nedenle, inandırıcı bulunmayabilecek bu deyişi bizler yukarıda sözü edilen “okul dışı eğitim” çalışmalarımızla somutlaştırmış , yaşama geçirmiş bulunuyoruz..
Bakanlığınızın Türkiye’deki temsilcileri, yazdıklarımızın inandırıcılığı konusunda, size, bizleri izleyerek, gözleyerek, bizlerle görüşerek, yardımcı olabilirler.
Saygılarımızla, Bilinç Üniversitesi
Turgutreis-Bodrum, TURKEY

***
bir karşılaştırma!... (bize gelen) YORUMSUZDUR!...