29 Ocak 2010 Cuma

MODERN ÇILGIN
TÜRKLER
Görenlerin “herkes senin gibi olsa”, “hakkın ödenmez”, “sen insanlık için çalışıyorsun” , “senin gibilerin sayısı çoğalmalı” benzeri cümlelerle övdükleri Modern Çılgın Türklerden Galip Baran, egemenliğin kayıtsız koşulsuz sahibi olması beklenen Türk Milletini “yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi”ni özümsemeğe davet ediyor.
O ilke yaşama geçmesi durumunda “Muasır Medeniyet”in aşılacağını, “yurtta barış”ın sağlanacağını, Adaletin sorun olmaktan çıkacağını, bu kadar çok polise, savcıya ve hakime gerek kalmayacağını savunuyor.
“Burası Türkiye” denilerek ifade edilen sorunları önlemek için savaşıyor. Cumhuriyeti kuran Çılgın Türklerin torunlarına, adeta yol gösteriyor:
* Doğuş Grubu’nun, Turgutreis Yat Limanını denizi kirleterek inşa eden ve o Limanı, trafik güvenliğini hiçe sayarak, kamusal alana tecavüz ederek işleten, önceki Meclis Başkanı Köksal Toptan’ın TBMM Hizmet Ödülü verdiği, Başkanı, “Burası Türkiye bağımlısı” Ferit Şahenk gibilerle uğraşıyor.
* Normal vergi toplanamadığı için KDV, ÖTV gibi vergilerin salındığı, dünyada en pahalı benzinin tüketildiği bu ülkede “gönüllü vergi” ödemeğe kalkışıyor. Ancak, bu konudaki başvurusunu borç aldıkları için emir de almak zorunda olan hükümetlere kabul ettiremiyor. Hazine Müsteşarlığı’nın öngördüğü yasal düzenlemenin yapılmasını sağlayamıyor. T. C. Devletini borç batağından kurtarma girişiminde başarılı olamıyor.
* Başta açıklanan sözlerle övülen Modern Çılgın Türk Galip Baran, T. C. Devletini dış borç batağından kurtarma konusunda hala ısrarlı : “Emekli maaşının yarısını “gönüllü vergi” olarak ödemeğe hazırım” diyor.
Egemenliğin kayıtsız koşulsuz sahibi olması beklenen Türk Milletinin takdirlerine arz olunur.
İsmet SEYHAN - Zeki KARAOĞLU
Bilinç Üniversitesi Mütevelli Heyet Üyeleri
***
UYUMUN ENERJETİK ORTAK ALANI
( EVRENSEL İNSAN/ Ergün Arıkdal/ sayfa 156-157-158)
Bizler kendimizi hep mutlu hissetmek isteriz; hep formda olmayı, sevinçle, neşeyle, ümitle uyanmayı isteriz. Çünkü bu insana efor verir. Hayatla olan mücadelemizi daha iyi göğüslememize sebep olur.
Hepimiz, her insan ve tüm diğer canlılar, canlılığın verdiği faaliyeti daima sürdürürüz.Bu da çevremizle kendimiz arasında bir enerji değişimine neden olur. Bizler sürekli enerji üreten varlıklarız. Fakat enerji üretebilmek için çeşitli şekillerde enerji almak zorundayız. En kabasından yani besinler aracılığıyla enerji almaktan tutun, şefkat ve sevgi durumunda olan en yücesine kadar enerji almak zorunda olan varlıklarız. Bu aldığımız enerjileri kendi varlığımızda birtakım mekanizmaların çalışmasında, fonksiyonların yerine getirilmesinde kullandıktan sonra üretim faslına geçeriz.Bu üretilenleri bir annenin yavru meydana getirmesinden, insanlara şefkat, merhamet, yardım götürmeye kadar yani diğerkamlık dediğimiz özverinin en yüksek seviyesine kadar çıkarabiliriz.
Çocuk doğurmak da bir özveridir. O en maddi şekliyle meydana çıkan bir husustur fakat onun içinde en yüksek özveri şekli olan koruyuculuk, himaye edicilik, sevgi şemsiyesi altına alış da vardır. Demek ki, kadınlarda, özellikle doğuran kadınlarda diğerkamlığın şuurlu bir şekilde uygulanışını görmek mümkündür. Annelerde diğerkamlık en fiziki halinden en süptil haline kadar tüm varyasyonlarıyla mevcuttur. Yani doğuran kadın, aynı zamanda en çok seven kadındır; himaye eden, kendini feda eden kadındır. Görüldüğü gibi bir enerji geliyor fakat çok değişik şekillerde kullanılarak insan varlığında büyük değişiklikler meydana getiriyor. Sevgiyle, aşık olarak evlenen bir kadının eşinden ve çevresinden aldığı, evliliğiyle beraber varlığını dolduran sevgi enerjisi tüm varlığına doluyor ve bu o bünyede, o ruhsal alanda büyük değişikliklere neden oluyor. Örneğin, yeni bir enkarnasyon meydana geliyor.Ruhsal dünyadaki bir varlığın enkarne olmasına sebep olmak, dünyadaki en büyük hizmetlerden biridir.Aldığımız sevgi enerjisinin bu şekilde yorumlanmasıyla çok yüksek bir vazife yerine getirilmiş olur. İkinci olarak; çocuğunuzu canlı bir şekilde vücudunuzun dışına taşımak ve doğan çocuğu büyütmek, yetişene kadar itina etmek, muhafaza etmek, iyi bir eğitim almasını sağlamak üzere sarf edilen çabalar, her şeyiyle birlikte bir himaye, bir şefkat faaliyetidir. O çocuğu insanlığa kazandırıncaya kadar, sağlığınız ya da maddesel varlığınız yitirmeniz pahasına yapmış olduğunuz her şey fedakarlıktır, birikmiş enerjinin aktarılmasıdır.
Görüyorsunuz ki, sevgi enerjisi belli kademelerden geçtikten sonra değişik yorumlar altında kendini tezahür ettirebiliyor. Yani başka enerjetik hallere dönüşüyor. Fakat bu durumu biraz daha derinlemesine anlamamız gerekmektedir. Biz insanlar çok çeşitli enerjileri bünyemize alıyor ve bunları birtakım yorumlara tabi tutuyoruz. Ama bazen aldığımız bu enerjiler yüksek seviyeli olmuyor. Titreşim gücü fazla enerjiler alamadığımız, ona büyük iç potansiyelimizle faal bir yer bulamadığımız için de bir iç sıkıntısı meydana geliyor. Bu enerjiler hedeflerimize uymayan birtakım faaliyetler gösterdikleri için içimizde bir kabuklaşmaya, bir sertleşmeye, bir rezistansa (direnç) sebep oluyorlar ve bu da bizde sıkıntı meydana getiriyor. Fakat bir de varlığımızdaki potansiyel enerjiyle uyum sağlayan enerjiler oluyor ve biz de meydana gelen o uyumdan, o ortak alandan dolayı bir sevinç duyuyoruz. İçsel hallerin nedeni bize göre genel olarak böyledir.
AKTARAN ::: Galip BARAN

20 Ocak 2010 Çarşamba


CUMHURİYET, DEMOKRASİ VE ORDU ÜZERİNE
"GALİP BARAN" İLE BİR SÖYLEŞİ
Mustafa Nevruz SINACI
Tarihi (Kadim) Demokrat Parti'nin 64. Kuruluş Yıldönümü nedeniyle 7 Ocak 2010 günü yayımlanan “Demokrasiye İlk Adım ve ilk Demokratik Açılım" adlı yazım kamuoyunda bir hayli yankı buldu. Bir kısmı olumlu “takdir, teşekkür ve onay içeren” bir kısmı da “sübjektif iddialar ile olumsuz tenkit ve tepki dolu” bir hayli yankılanan ve heyecanla karşılanan dizi makalelerim üzerine bazı görüşme ve röportaj talepleri geldi.
Bunlardan biri ve en dikkat çekeni; Ülkemizin YÖK’ten bağımsız, bağlantısız, AB formatında “tam bir Sivil Toplum Kuruluşu” gibi, özgür bilim ve “BİLİNÇ ÇAĞI” adına hareket eden ve Internet ortamında faaliyet gösteren “Bilinç Üniversitesi” Kurucu Rektörü, Bilinçolog Galip Baran. Aşağıdaki mülâkatı O’nunla gerçekleştirildi.
Değerli ilgi, bilgi ve tetkiklerinize sunulur.
"Galip BARAN ve Mustafa Nevruz SINACI Sohbeti," (15 Ocak 2010)
Mustafa Nevruz SINACI: Ocak ayının ilk haftası, Cumhuriyet Tarihi, adalet, hukuk ve demokrasi yönünden çok önemli ve bir o kadar da anlamlıdır. Çünkü, TC’nin kuruluşundan bu güne, bütün dönemlerin "en büyük ve tek gerçek açılımı" 1946 yılı Ocak ayının ilk haftasında gerçekleştirilmiştir. Bu, Demokrat Parti’nin kuruluşudur..
Galip BARAN: "Cumhuriyet" sözcüğü, bana, "ilelebet payidar olabilmesi" için uğruna çalışmamız, "ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek seciyeli 'cumhuriyet’ muhafız'ları "olmamız gerektiren bir oluşumu hatırlatıyor.
Bu konuda, fert ve millet olarak çalışmadığımız, seviyeli ve seciyeli muhafızlar olamadığımız ortada. Ülkemizi bu günlere sürükleyen başarısızlığı ne o, ne de bu şahsa yüklemenin veya illâ birilerini aklamanın doğru olmadığını düşünüyorum. Gerçek şu ki: Atatürk'ün kurucusu olduğu, 'yaşadığı sürece sahipli görünen Cumhuriyet' vefatından sonra sahipsiz, korumasız, kimsesiz ve yetim kaldı. Üstelik maruz kaldığı çok yoğun bir kültürel savaş ve saldırı sonucu “medeniyet, etik ve tarih hafızası silindi”, telâfisi kabil olamayacak kadar büyük bir “bilinç kaybına” uğradı.
Mustafa Nevruz SINACI: Mustafa Kemal, istikbale (geleceğe) matuf fevkalâde basiret, feraset (öngörü-ileri görüş) ve bu minvalde; Cumhuriyetin geleceğine dair hâsıl olan kaygıları nedeniyle, “en hayati uzvu ve unsuru eksik kalan Cumhuriyeti demokrasi ile birleştirmek, bütünleştirmek ve kuruluşu tamamlamak istiyordu. Bu uğurda 1924'de (...) "Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası" nı kurdurttu. Kuruluş amacı demokrasi olan parti, (...) 03.Haziran.1925 'de kapattırıldı.
Bu hayal kırıklığı, mâkus talih ve hüsrandan beş yıl sonra, 12 Ağustos 1930'da aynı amaçla bu defa "Serbest Cumhuriyet Fırkası" kuruldu. Fakat 17 Kasım 1930'da (Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasını kapattıran menfur bedhahlar yüzünden) kendini feshederek siyasetten çekilmek zorunda bırakıldı.
Galip BARAN: Sözü edilen Partilerin Kapatılması konularıyla ilgili olarak görüş açıklarken "Kubilay olayı" ve "Atatürk'e suikast" girişiminin dikkate alınması gerekir.
Mustafa Nevruz SINACI: O süreçte vuku bulan, dertsim isyanı dâhil, her iki olay da tıpkı bugün tekerrür edenler gibi, AB-D/İngiltere senaryoları çerçevesinde sahneye konulan “organize işler” kategorisine ait provokasyonlardandır. Zaten bugün olanlar da, o dönemin sarkıt, dikit, kalıntı ve uzantıları değil mi? İhanetin bir ucunda derviş Vahdeti’nin, beyni iğfal ve infiale uğramış hain-mel’un torunları, diğer ucunda da; Kürt kisvesi altında yuvalanmış Ermeni (Taşnak-Hıçak) dönmeleri, Rum-yunan Megalo İdea devşirme kriptoları ve sabetay kozaları var.
Yani Kubilay ve Atatürk'e suikast) bir rastlantı değil, aksine, “organize işler” kaynaklı, AB-D dayanaklı, Ermeni-Yunan ve İngiltere destekli bir tertiptir. Arkasında, 38 sonrası kadrocular, 150’likler, solcular, komünistler ve aydınlıkçılar vardır. 1960’dan günümüze başımıza belâ ve tebelleş olan anarşi ve terör odaklarını ataları ve ağa babaları, yardım ve yatakçıları yani!...
Ancak, bizler gibi; vatan, millet, bayrak ve toprak sevdalısı insanlara,”asker" kelimesi otomatikman milli değerleri, manevi mukaddesleri ve dünyayı yaşanmaya değer kılan "Vatan, Millet, Hürriyet, Tam Bağımsızlık ve Adalet" gibi ulusal ve evrensel değerleri hatırlatır ve milliyetçi kavramları çağrıştırır.
Bize göre Ordumuz, dünyanın en namuskâr ve dürüst, yüksek faziletli, medar-ı müftehir (iftihar), evlâdı Fatihan; Hayat, hukuk, adalet ahlâkı, Cumhuriyet ve bilhassa demokrasi teminatımızdır.
Ordumuz, “İnönü ekolü” nü daima ret, tenzih ve tekzip eden, Mustafa Kemal Atatürk'ün ordusu olup; Hak, hakikat, adalet, hukuk, demokrasi ve Cumhuriyetin ebet-müddet bekçisidir. Fazilet'le mündemiç Cumhuriyeti "ilelebet payidar kılmaya memur ve mükellef olarak; İlmen, fennen, bedenen kuvvetli, ahlâken yüksek, seviyeli-seciyeli muhafızlar otağı, Peygamber Ocağı ve Şehitler diyarıdır ....
Bu nedenle, kahraman ordumuzu yıpratma kampanyası yürüten menfur iftira, tefrika ve kumpaslar içinde yuvarlanan odaklarla kesinlikle aynı safta olamayız.
AKSİNE:
1. TSK içinde, İsrail odaklı ve dinsel, “sapkın bir Yahudi tarikatı olan” Mason, Misyoner ve bunların yan-yardımcı, toplayıcı teşekkülleri “tamamlayıcı-bütünleyici” unsurların varlığını şiddetle ret; Eğer var ise, mahfuz ve muhafaza edenleri, bunlara yardım ve yataklık yapanları; Türkiye Cumhuriyetinin “dahili bedhahları”, Türk, insanlık ve İslâm düşmanları olarak kabul, telâkki ve ilân ederiz.
2. TSK, şehitler otağı, Peygamber Ocağı ve Mustafa Kemâl ATATÜRK Ordusu orijini nedeniyle, zerre kadar bir pisliğe mütehammil olamaz. TSK içinde asla bir ateist, pagan ve din düşmanı barındırılamaz; Başta rüşvet, iltimas, ayırma-kayırma, yolsuzluk ve suiistimal zanlısı, fail yahut suçlusu tutulamaz. Bu insanlık dışı melanet, kene güruhu ve mazarrattan sivil hayatı korumak da askerin görevi olmak gerekir.
3. TSK; Milli devlet bütünlüğü, demokrasi, adalet ve hukukun tehlikeye girdiği; En değerli varlığımız insan unsurunun, madden ve manen istismar edildiği; Haksızlık, hırsızlık ve yolsuzluğun, resmi kişiler, medya, siyaset ve hükümetlerce himaye edildiği hallerde: “İcraata müdahale, adaleti temin ve tedvir” görevini “meşru bir hak” olarak yerine getirmeye memur, mecbur ve mükelleftir….
Galip BARAN: Evet, önce Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Bursa Nutku’nu dikkatinize arz ve hatırlatmak isterim:
“Türk genci, inkılâpların ve rejimin sahibi ve bekçisidir. Bunların lüzumuna, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Rejimi ve inkilâpları benimsemiştir. Bunları zayıf düşürecek en küçük veya en büyük bir kıpırtı ve hareket duydu mu; ‘bu memleketin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adliyesi vardır...’ demeyecektir. Hemen müdahale edecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla...nesi varsa onunla eserini koruyacaktır.
Polis gelecektir; asıl suçluları bırakıp, suçlu, diye onu yakalayacaktır. Genç, ‘polis henüz inkılap ve Cumhuriyetin polisi değildir’ diye düşünecek fakat asla yalvarmayacaktır. Mahkeme onu mahkum edecektir. Yine düşünecek: ‘demek adliyeyi de ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lazım...’ onu hapse atacaklar, kanun yolundan itirazlarını yapmakla beraber; Bana, İsmet Paşa’ya, Meclise telgraflar yağdırıp haksız ve suçsuz olduğu için tahliyesine çalışılmasını, kayırılmasını istemeyecek... Diyecek ki: ‘ben, inan ve kanaatimin icabını yaptım. Müdahale ve hareketimizde haklıyım. Eğer buraya, haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı meydana getiren sebep ve amilleri düzeltmek de benim vazifemdir...’
İşte benim aradığım Türk genci ve Türk gençliği...”
"Vatan-Yurt", "vatansever-yurtsever", (ve egemenliğin Kayıtsız şartsız (koşulsuz) sahibi olması tasarlanan) "millet" sözcükleri beni sarsıyor, "yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi’ni” çağrıştırıyor.
Bunu; Yani benim yaşam tarzımı görenlere "herkes senin gibi olsa", "hakkın ödenmez", "ibadet ediyorsun" dedirtecek kertede kökten değiştiren, bir başka deyişle, bencillikten kurtaran, (en çok senin farkında olduğunu düşündüğüm) bu sonucu; önce Allah ' ima sonra "okul dışı eğitim çalışmalarımıza borçluyum.
Darısı tüm insanların ve Müslümanların başına!..
Bu noktada Sayın Ergün Arıkdal'ın bencillikle ilgili şu sözüne dikkat çekmek gereğini duyuyorum (Evrensel İnsan / sayfa 222): (...)
"Her insanın vicdanının sesini dinlemesi çok önemlidir. O vicdan sesi sonunda büyük bir halkın vicdan sesi olur, Toplumun vicdan sesi haline gelir ki, bizim ülkemizin en büyük sıkıntısı budur. Bizim halkımız vicdan (ının) sesini dinlemek istemiyor
Çünkü çok materyalist olmuş durumda.
Çok Bencil bir milletiz biz.
Dolayısıyla, kelebek kanadı şeklinde bile olsa, vicdan sesini savunan, vicdanının ifadelerini ortaya koyan varlıklara çok ihtiyacımız var.
Bu memleketin; ekonomistten, bilim adamından, iyi siyaset adamından ziyade, vicdanının sesini çekinmeden ortaya koyabilen, gerçekten yürekli, gerçekten sevebilen, namuskâr ve dürüst "insanlara ihtiyacı var”…
Bizim para, bilgi, şöhret, sandalye severlere değil, birtakım menfaatler uğruna "üç maymunlar" ı oynayan insanlara değil, tam tersine kamu vicdanının sesini ifade etmeye çalışan, yedi âleme adalet ve mutlak mütekabiliyetle, uyum sağlayan, ortak alan kurabilen insanlara ihtiyacımız var. Bizim en büyük derdimiz, ıstırap kaynağımız: Çıkarcılık ve BENCİLLİK;
Tek ve yegâne kurtuluş ümidimiz ise; Diğerkâmlık ve “SENCİLLİKTİR”
Elbet bir de “BİLİNÇ-SİZLİK” var!...
İşte, “asıl sıkıntımız” buradadır.
“Bencillikten kurtulmak, BİLİNÇLİ, sencil ve diğerkâm olmak” …
ATATÜRK'ÜN
BENCİLLİKLE İLGİLİ SÖZLERİ:
"Bir adam ki, Memleketin ve milletin saadetini düşünmek yerine daha çok kendini düşünür, bu adamın kıymeti ikinci derecededir. (Karınca Yayınları)
* Kendimiz için değil, fakat mensup olduğumuz millet için elbirliğiyle çalışalım, çalışmanın en yükseği budur. (Karınca Yayınları)
* En iyi kişi, kendinden çok, bağlı olduğu Toplumu düşünen, kendini onun varlığının ve mutluluğunun korunmasına adayan insandır. (Truva Yayınları)
* Hususi (özel) menfaat, ekseriya (çoğunlukla), umumi menfaatle tezat (çelişki) halinde olur. (Karınca Yayınları)
*Ulusları yönetenler için ilk ve en zor görev, kişisel bencilliğe kapılmaktan kendilerini korumalarıdır. (Truva Yayınları)
Mustafa Nevruz SINACI: Evet, elbette. Bakınız Türkçenin bile korunması için internet sitesinde tedbir alan ordumuz, Cumhuriyetin çimentosu; Millet iradesinin devlet idaresinde hâkim olması anlamına gelen "DEMOKRASİNİN" Teminatı, adalet ve Hukukun en muhkem ve Muteber muhafızıdır.
Galip BARAN: Bana göre; Ülkemizin, yalnız Ülkemizin değil, Cumhuriyetimizin çimentosu, "yurdu ve milleti Özden çok sevme ilkesi" ni özümsemiş insandır.
Sanırım bundan ötesi boş laftır.

ÖZEL NOT: Sayın SINACI, Cumhuriyet'in sahibi olması gereken sakinleri, örneğin, Atatürk'ün de dikkat çekme gereğini duyduğu bencillik konusunda fikir birliği etmeli ve ben sen; Ak kaşık ve üç maymunlar rolünü oynamayı sürdüren "Bilinç Özürlü" Bilgi çağı tutkunlarına karşı "birlikte" mücadele vermeliyiz.
Başkaları gibi olmakla, bir yere varamayacağımızdan, Cumhuriyet'in sahipsiz kalacağından korkuyorum... Makalende, "bizler gibi vatanını milletini seven insanlar" dediğine göre, benim bilmediğim bir şekilde "yurtsever" Doğanlar mı var?.. Onlara haksızlık mı ediyorum. Onlarla tanışmak isterim,,,

9 Ocak 2010 Cumartesi

SAYIN MAHİYE MORGÜL,
YAKINDIĞINIZ REKLEM PAMOLARINDAN BİZ DE ŞİKLAYETÇİYİZ.
BİZ YILLARDIR KIZILAY MEYDANI YAYA GEÇİTLERİNDE "DEMOKRASİ DERSHANESİ" OLARAK TANIMLADIĞIMIZ KAVŞAKLARDA "TRAFİK TERÖRÜNE SON VERME VE DEMOKRASİYİ TABANA YAYMA PROJESİ"Nİ UYGULAMAKTAYIZ. SÖZÜ EDİLEN PANOLAR BU PROJEMİZİN UYGULAMASINI OLANAKSIZ HALE GETİRMESE BİLE ZORLAŞTIRMAKTADIR.
BU PANOLARIN YERİNİN DEĞİŞTİRİLMESİ İÇİN BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANLIĞINA YAPTIĞIMIZ BAŞVURULARDAN, "BURASI PARAYI VERENİN DÜDÜĞÜ ÇALDIĞI ÜLKE, TÜRKİYE" OLDUĞU İÇİN, DİŞE DOKUNUR BİR SONUÇ ALAMADIK, NE YAZI Kİ...
AYNI ŞEKİLDE, TURGUTREİS' YAT LİMANIN İNŞA EDERKEN DENİZİ KİRLETEN, İNŞA ETTİKTEN SONRA İŞLETİRKEN DE KAMUSAL ALANA TECAVÜZ EDEREK, TRAFİK GÜVENLİĞİNİ HİÇE SAYAN, BU TÜR YOLSIZLUKLARI YAPMAYI ALIŞKANLIK HALİNE GETİREN DOĞUŞ GRUBU'NUN BAŞKANI FERİT ŞAHENK'E "TBMM HİZMET ÖDÜLÜ" VERİLEBİLEN BİR ÜLKEDE YAŞIYORUZ, NE YAZIK Kİ.
"BURASI TÜRKİYE" NE YAZIK Kİ...
BİZLER, FERİT ŞAHENK GİBİLERLE, "BURASI TÜRKİYE BAĞIMLILARI" İLE, PARA BABALARI İLE, KIYASIYA SAVAŞIYORUZ..
BU KONUDAKİ YAZILARIMIZ; www.bilinc-universitesi.blogspot.com
VE www.galipbaran.blogspot.com SİTELERİNDE İZLENEBİLİR... SAYGILARIMLA;
GALİP BARAN
**
Date: Wed, 6 Jan 2010 03:58:56 +0200-Subject: OTİZM VAKFINA AÇIK MEKTUP, Çekin Reklamlarınızı Yollarımızdan! // From:
mahiye@gmail.com
**
Sayın
TOHUM OTİZM VAKFI
Yöneticileri,
Ankara'da ana bulvarlardaki reklam panolarında vakfınızın afişlerini gördüğüm zaman size ulaşmaya karar verdim.
Çünkü bu afişleri asan Alman STRÖER KENT VİZYON adlı reklam şirketinin sizin bağış toplama kampanyanıza destek verdiği yazıyordu.
Siz bu reklam şirketiyle nasıl ilişki içerisinde olabilirsiniz?
Eğer bu gerçekse sizin otizmle ilgili inandırıcılığınız benim için sıfır olur. Çünkü:
Bu reklam şirketi Kızılay gibi Ankara merkezinde meydanı öyle kapladı ki, düz bir çizgide beş adım atamaz hale getirdi halkı ve sizin hedef kitleniz olan çocukları. Biribirine çarpmadan veya zikzak çizmeden geçilir gibi değil, bütün yollar engelli koşu alanı gibi, kilitli kapılarla örülmüş labirent gibi Kızılay Meydanı... İşte size beyin dağıtma ortamı, OTİZM tetikleyici kaos ortamı, Otizme TOHUM atılan meydan...
Neler diyorum her geçişimde: Bunun burda ne işi var, akıl işi değil! Şunun orda ne işi, hangi aptal bunu buraya koydu?
Bu afiş direği neden sürekli dönüp duruyor, yazı dolaşırken gözüm kayıyor, önüme çarpıyorum, bu ne aptal döner reklamıdır böyle?
Kavşakta yaya geçidinin başına yol kesen korsanlar gibi yer hizasında bu reklam panosu da ne böyle, Allah belanı versin Ströer!
Bu reklamlarda biri aşağıda biri yukarıda üst üste afişler; yukarıdakine bakarsan önündekine çarparsın. Üstteki afişte politikacı bir adam, alttaki afişte ise en değerli Cumhuriyet sembolleri; altta kalan değersizleşir, bunu STRÖER'in adamları bilmiyor olabilir mi?
Değerler kaosu yaratan bu afişler, resimlerdeki asimetrik perspektif bozukluklarıyla bütün ona bakan gözleri astigmat yapmıyor mu? Astigmat olmayla OTİZM ilişkisini siz bilmiyor olabilir misiniz?
Sokak reklamlarında, hele yolun ortasındaki dev ışıklı panolarda göz bozan ve beyin dağıtan baş döndüren hızda neler neler yapmıyorlar ki... STRÖER'ciler ne kadar OTİZM malzemesi üretirse siz o kadar çok para kazanırsınız, onun için mi bu dayanışmanız diye düşünmedim de değil...
Yoksa bizim gözlerimizi ve beyinlerimizi paramparça eden bir şirket sizi niye destekliyor, bunu bana açıklar mısınız?
Her gün onlarca yüzlerce insanın aklını perişan eden bu şirket size nasıl destek veriyor?
Bakın, adınızı yazdım girdim arama motoruna, siteniz karşıma çıktı ve oradaki hareketli resimlerden ürperdim... Çünkü hepsi de OTİZM için sakıncalı resimler...
Siz ne yapmaya çalışıyorsunuz?
İnsanları beyin özürlü hale getirip üzerinden para kazanmak mıdır niyetiniz?
Logonuzdaki "TOHUM.... OTİZM...VAKFI" aralarındaki minicik okunaksız soluk sarı renkli yazılar nedir öyle?
Bilmeniz gerekirdi, bir satır içerisinde punto ve renk farkı beyni yorar, yazıyı okunaksız yapar, anlamlı okumayı kesintiye uğratır. Üstelik de yukarıdan aşağıya yazışla! Algılanmakta en zor olan şekildir, yukardan aşağı her bir kelime ayrı bir şeymiş gibi, parçalanmış duruyorsa, bu kelimelerden bir bütün anlam çıkmaz. Demek ki siz de anlamlı bir şey öğretmeye niyetli değilsiniz... OTİSTİK hale gelen çocuk zaten bu tür anlamsız şekillere baka baka bu hale gelmiştir... Bilmeniz gerekir.
Bu kadar çok OTİZMİ artıracak yanlışı siz yapıyorsanız, STRÖER reklam şirketi yapıyor ve siz de onlarla işbirliği yapıyorsanız... Ben de bir eğitimci teyzeleri olarak bütün çocuklarımız ve torunlarım adına sizi uyarmak zorundayım.
"Otizmi tanıyorum, onların yanındayım" diyen yazıda size poz veren sanatçıları da kullandığınızı düşünmeye başladım.
Kamu adına sizi size şikayet ediyorum.
Yasalarımızda sizin yaptığınızın bir suç tanımı olmadığı için sizi savcılığa şikayet edemiyorum.
Açtığınız bağış hesabında topladığınız paralarla 100 000 çocuğu tedavi edeceğinizi yazıyorsunuz. Bu dediğinize siz de inanmıyorsunuz aslında, çünkü OTİZM tedavisinden önce koruyucu olmak gerekir, çocuklarımızı ne kadar koruduğunuzu afişlerinizde gördüm.
Lütfen, çekin reklamlarınızı yollarımızdan!
Mahiye Morgül (6-1-2009)