KENDİNİ TANIMAK… Yıllardır, çevre, tüketim, trafik, sağlık, vergi, rüşvet, iş ahlakı, milli servet, imar ve her şeyi devletten bekleme alışkanlığı gibi alanlarda “okul dışı eğitim” olarak tanımladığımız bazı çalışmalar yapıyorum. Binlerce kişi, bu çalışmalarda fikren de olsa yer aldılar, beni onayladılar, yardımcı oldular.
“Yasa bağımlısı” olmama, “yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi”ni özümsememe, “diğerkam bir kişilik” edinmeme, “Bilinç Çağı”nda yaşadığımın farkına varmama yol açan o çalışmaları yaparken aşağıdaki kitapları inceledim. Satır aralarında kendimi bulduğum bu kitaplar, “kendimi tanıma”ğa başladığımı fark etmemi de sağladılar.
1. Doç. Dr. Kurtuluş Dinçer/Liseler için FELSEFE /Doğan Yayıncılık/ Say. 18:
Eğitimle aydınlanmış kişi, felsefi bilgiye ulaşmış kişidir. ”Varsayımları aşa aşa asıl olana varan” kişidir. Ancak bu kişi “bütünü, bütünlüğü görebilir”. “Türlere ayırmayı bilir, aynı türden olanı başka başka, başka olanı da aynı türden görmez.”
Eğitimle aydınlanmış kişinin, felsefi bilgiye ulaşmış, bütünü, bütünlüğü görebilen kişi olduğunu söyledik. Peki nasıl bir bilgidir felsefi bilgi? Bütünü, bütünlüğü görebilmek ne demek?
Bu sorunun yanıtını, Sokrates’in ünlü “Kendini tanı ” öğüdünde buluruz. Felsefi bilgi kendini bilmekle, kendini tanımakla ilgilidir; insanın olanaklarının bilgisidir. Burada tür olarak insanın olanakları söz konusudur. Yani insanın kendini gerçekleştirmesi, bu olanakların bilgisine, felsefi bilgiye bağlıdır. Bu olanaklar insanın dışında değil, kendindedir.
2. Burhan Yılmaz/ Bilinmeyen Mevlana/ Kozmik Yayınları/ Say. 98- 105:
“Kendini bilmek, Rabbini bilmek, Tekamül etmek,” varlıkların üç ana gayesidir. Kendini bilmeyenin Rabbi kendisidir. Kendine, kendi realitesine tapar. İnsanlığın uyanmadan kendine tapıcılığı terk etmesi mümkün değildir. Kendisini beğenmiş egoist insan çaba harcamaz. Ama ıstıraptan da kurtulamaz. Istırap, temelde bir kontrol mekanizmasıdır. Nefsaniyet ile mücadele etmek maksatlı ıstırabı doğurur. Bu yolda harcanan çaba iç özgürlüğe götürür.
“Kendini bilen Rabbini bilir” deriz de nasıl kendimizi bileceğimiz konusunda ortaya konan yüzlerce görüş ve düşünü karşısında bocalar dururuz. Herkes kendini bilmekten bahseder. Hatta Antik Yunan’da Delf Mabedi’nin kapısında bile “Kendini Bil !” yazmaktadır. İlahi bir düstur olarak, bütün dinler bu konuda hem fikirdirler.
3. Ergün Arıkdal / Evrensel İnsan/ Ruh ve Madde Yayınları/ Say. 13-14:
KENDİNİ BİLME YOLUNDA ÇALIŞMAK“Kendini Bilme”, son nefesimize kadar sürecek bir çalışmadır. Kendini bilme çalışmasında her attığımız adım bir öncekini aşacağı için, başarınızın da sınırı yoktur. Yani her seferinde daha başarılı olabilirsiniz. “Bu işte başarılı oldum, bu işi başardım, üstesinden geldim,” diyerek diplomanızı alabileceğiniz bir çalışma değildir bu.
Kendini bilme çalışmasının, nefsine hakim olma yani ağırlıklardan kurtulma çalışması olduğunu hatırdan hiç çıkartmamak lazımdır. Sahip olduğumuz türlü kişilikler arasından kendimize ait öz kişiliğimizi, ne toplumdan ne insanlardan, ne de herhangi başka bir şeyden korkmadan, çekinmeden, yaratmamız ve yaşamamız gerektiğini unutmamak gerekir.
İnsanın sık sık kendini hatırlama süreci içersinde bulunması, bu çalışma için çok faydalıdır. Bu, eşkoşmanın olmaması demektir. Yaşam içersinde olayların içersinde kaybolur, onlarmış gibi oluruz, eşkoşarız. Bu, kendimizi hatırlamamıza ve kendimizi bilmemize de engel olur. Birtakım yalanlar arasında kalırız, savunma mekanizmaları kullanırız, teviller yaparız. Oysa bu tevilleri kullanmamak gerekir. Gerçekleri konuşmayı da, konuşturmayı da öğrenmemiz lâzımdır.(Say. 184-184/185)
HEDEF İDRAK KAPASİTESİNE BAĞLIDIR
“Kendini bilmek” huyunuzu suyunuzu, nasıl bir insan olduğunuzu öğrenmek manasında değildir. Bu ifade “varlığınız hakkında öz bilgilere sahip olmak” anlamına gelmektedir. Yani kendimize,”Kimim? Neyim? Ne yapıyorum? Bütün bu çalışma, uğraşma ve didişmelerin sebebi nedir? Yeryüzünde niçin yaşıyorum?” gibi sorular sormalı ve bu bilgileri elde etmeye çalışmalıyız. Ancak bu şekilde, hayatın önümüze çıkarttığı çatal yollardan hangisine gitmemiz gerektiği konusunda daha isabetli kararlar verebiliriz.
KENDİNİ GÖZLEMEK VE HATIRLAMAK“Kendini gözlemek” ve “kendini hatırlamak” kavramları “kendini bilme” çalışmalarında çok önemli bir yer tutarlar. Bu ikisi birbirlerini destekler mahiyettedirler. (Say. 292)
Demek ki, “kendini bilme”nin ilk basamağı, “Ben uyumakta olan bir insanım demektir. Bunu kabul etmek, Ben çoğu kez uyuyorum, yaptığım işin farkında bile değilim. Bu işin nereden gelip, nereden gelip nereye gideceğinin, oluşumunda kaç yönde etki olduğunun farkında bile değilim demek lazımdır. Çünkü insan, gerçekten de kendisinin, söylediğinin, baktığının, işittiğinin farkında değildir. Kendini neye konsantre etmişse sadece onu görür, işitmek istediğini işitir, dinlemek istediğini dinler, hangisi işine gelirse. Bunun dışındaki şeyler onun için yoktur. Demek ki, “kendini bilme”nin ilk şartı, uyumakta olduğunu fark etmektir ki bu da büyük bir şeydir. Peki, uyumakta olduğumuzu nasıl anlarız? Bu öyle kolay bir mesele değildir; yavaş yavaş adım adım gitmek gerekir.
Sadece kendisine karşı sorumluluk hisseden; kendisine karşı bir görev duygusu içinde olan insanın, başkalarına karşı bir görevi olamaz! Onu da bırakın, insan kendisine karşı sorumlu olduğunun bile farkında değildir. Çünkü eğer kendisine karşı gerçekten şuurlu bir egoizma ile yaşasa, kesinlikle başkasına zarar vermez. Çünkü bilir ki, başkasına verdiği her zarar dönüp dolaşıp kendisine gelecektir. Yere attığı çöp sonunda kendi yolunun pislenmesine sebep olacaktır. Ama egoistik egoist bunu yapmaz.
4. Louis-Andre Dorion/ Sokrates/ Dost Kitabevi Yayınları/ Say. 62:
Sokrates’e göre; Sorumlu bir politikacı olabilmek için insanın kendisini çok iyi tanıması gerekmektedir. “Kendi” kavramı; sahip olunan şeyleri, ruhun sahip oldukları (erdemler), bedenin sahip oldukları (sağlık, güzellik, güç) ve dışsal sahip olunanlar (zenginlik, zafer) biçiminde üçe ayıran doktrinle sıkı bir ilişki içinde olup, Sokrates’in etik anlayışında belirleyici rol oynar. Sokrates diğer ikisinden değil, her zaman ruhun sahip olduklarından söz eder. Ancak bedenin sahip olduklarıyla dışsal sahip olunanlar, kayıtsız koşulsuz bir biçimde daha üst bir sahip olunanın; daha açığı ruhun sahipliğindeki erdemin emrinde olmalıdırlar. Sokrates, “erdem zenginliklerden gelmez, ama tüm zenginliler erdemden gelir” diyor.
5. Bozkurt Güvenç/ Türk kimliği/ Remzi Kitabevi- önsözde-:
İnsanbilimin, daha genel olarak bilimin gücü, güvenirliği ve güzelliği “öteki”nin incelemekten kaynaklanır. Doğayı ve dünyayı incelemek görece kolaydır. Güç olan, insanın kendi öz varlığını araştırması, ünlü deyimle, “kendini bilme”sidir.
6. P. D. Ouspensky/ İnsanın gerçeği-Kendini bilmek/ Ruh ve Madde Yayınları- arka kapak-:
Kendini bilmek ya da tanımak, insanın değişmesi zorunluluğunun doğal bir uzantısıdır. Değişmek, uyanmak, şuurlanmak için fazlalıkları terketmek, içsel bir mücadeleye girişmek, özdeşleşmeyi kolaylaştıran bağımlılıklardan soyunmak şarttır. Üstün çaba gösterilmeden, kendi üzerinde çalışmadan değişmek, uyanmak, şuurlanmak mümkün değildir. Bütün inisiyatik öğretilerin temeli Terk'e dayanır.
***
Yukarıdaki kitaplar, başta da işaret ettiğim üzere, kendimi tanımağa başladığımı fark etmemi sağladılar. Bu sonucu, yine başta sözünü ettiğim “okul dışı eğitim” çalışmalarımıza borçluyum.
Kendilerini tanıma konusunda bir fikir sahibi olmak isteyenlerin, aynı ya da benzer kaynaklardan yararlanabileceklerini düşünüyorum.
Diğer taraftan, benzer çalışmalar yapmadıkları halde kendilerini tanıdıklarına inananların bu konuda neler yaptıklarını, nasıl bir yol/yöntem izlediklerini açıklamalarını bekliyorum.
Amacım, alternatiflerden haberdar olmaktır.
Galip BARAN
Bilinç Üniversitesi (1) Kurucusu
TEL: (0252) 382 34 77 / (0535) 844 84 76
E-POSTA: galipbaran@ttmail.com
WEB: www.bilinc-universitesi.blogspot.com / www.galipbaran.blogspot.com
(1) : Bilinç Üniversitesi’nin işlevi: “Bilgi Çağı” üniversitelerinin, zamanla Bilinçoloji Ana Bilim Dalına dönüşebilecek Bilinç Enstitüsü ya da Bilinç Kürsüsü gibi bölümler kurmalarına yardımcı olmak; böylece, yalnız bilgili değil aynı zamanda bilinçli mühendis, mimar, doktor, sosyolog, psikolog vb meslek mensuplarının yetişmesine katkıda bulunmaktır.
***
--- 31/07/10 Cts tarihinde Arzu ÖZOK şöyle yazıyor:
Kimden: Arzu ÖZOK Konu: Öz'e Ulaşmada İnsan Tarihi: 31 Temmuz 2010 Cumartesi, 14:20
***
(
Galip BARAN: Konu ile ilgili olup, yaşadıklarımdan, birikimimden kaynaklanan bazı düşüncelerim, parantez içinde italik harflerle ifade edilmiştir)
İnsan bilincine yansıyan ruhsal plan bilgileri; realitesinin ve yaradılışın kendini ifadesi ve bir bilinç açılımından başka bir şey değildir. Her davranışın arkasında onu tetikleyen güç olarak, bir duygu ve düşünce vardır. O duygu ve düşünceyi anladığımızda, eleştiri kalmaz, zıtlık veya farklılıklar yok olur. Zıtlıklar insanın gelişimi ve kendi özündeki birliği, bütünlüğü bulması, anlaması için sunulan, varlığı yoklukla anlamamıza yarayan bir sistemin gereğidir. Zıtlıklar, bizlerin yapmakta olduğu içsel çalışmalarda, tetikleyici, bize aynalık yapan olaylardır.
Bedeni bir elbise ve ruhsal yapımızı da bunda bir sürücü olarak düşünürsek, ruhsal varlığımız, mevcut ve geçmiş yaşam deneyimlerinin ışığı altında, bedeni kullanarak, çevresini algılamaktadır. Beş duyumuzla algıladıklarımızı, tecrübelerimiz ve ruhsal varlığımız olarak bedende barındırmaktayız. İnsan dediğimiz varlık, gerçekten de kavraması oldukça zor ve bir o kadar da kolay bir yapıdadır. Hayatı farkındalık içinde yaşamak, kendimizde bilinçli değişim ve dönüşüm yaratmamızı mümkün kılar. Algılarımız, düşünce ile programlanabilmekte ve içsel çalışmalarda derinleşmek isteyenlere değişik kapıları açmaktadırlar.
( Ben sözü edilen değişim ve dönüşümü; çevre,tüketim, trafik, sağlık, vergi, rüşvet, iş ahlâkı, milli servet, imar ve her şeyi devletten bekleme gibi alanlarda başlattığımız, “okul dışı eğitim” olarak tanımladığımız, beni “her şeyi devletten bekleme alışkanlığı”ndan (bencillikten) kurtaran çalışmalar sayesinde yaşadım.
Bu değişim ve dönüşümü, yazılarımda “yaşam biçimim kökten değişti” diyerek ifade ediyorum.
Aynı süreçte:
“Yasa bağımlısı” oldum. “Yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi”ni özümsedim. “Diğerkâm bir kişilik” edindim; “Bilinç Çağı”nda yaşadığımın, “kendimi tanıma”ğa başladığımın ve “Bilinçolog” olduğumun farkına vardım.)
İnsanın, kendini bilme çalışmaları, içsel ve farkındalık olarak, yaşam kılavuzunu (DNA) okumaktan ve kullanmaya çalışmaktan başka bir şey değildir. Bu çalışmalar, düşüncelerimizin beden üzerindeki etkileri, çevremizle olan ilişkilerimiz ve algılarımızın farkındalığı ile ilgilidir. Yaşananlar, bireysel ve her bireyin kendi renklerini içermesine rağmen, genelde; Ego, Ruh ve Öz olarak düşünebiliriz.
( Kendini bilme(tanıma) konusu ile ilgili düşüncelerim yukarıda ifade edildi. Aynı konuda derlediğim bir yazı eklidir)
Her bilinç seviyesi bir bulut ve her buluttan düşen damlanın da ete kemiğe bürünüp de insan diye göründüğü gibidir. Bu bilinç seviyelerinin tümünde, kişi kendi kendisine genişleme sağlar. Farkındalık olarak yapılan bu çalışmalar, kişinin kendi kendine koyduğu veya toplumun kendisine koyduğu perdeleri, kuralları ve ön yargıları tek tek bulup açması gerekir. Bu konular öğretilemez sadece yaşanır ve olunur.
(Sözü edilen konular bana da öğretilmedi. Yukarıda sözü edilen “okul dışı eğitim” olarak tanımladığımız çalışmaları yaparken öğrendim. )
Kalpte yaşamak, barış ve huzurun hâkim olduğu bir yerde bulunmaktır. Öz dediğimiz, yaratıcının gözünden olaylara bakabilmektir. Yaşam deneyimi olarak her ne geçirir ve görürsek, okyanusta ufak bir damla olmanın ötesinde bir şey olmadığımızı fark ederiz. Evrende var olan tüm yaşam formlarını, bunların ruhsal deneyimlerini ve aralarındaki denge ve huzuru, bizim zıtlıklar dediğimiz değişimin gerekliliğini ve diğerlerini hisseder ve bu düzende huzura inanırız. Bu içsel çalışmalar, ruhsal deneyimlerden, Öz’e geçiş noktasıdır.
(Mevlana ile ilgili bir kitabın kapağında şöyle bir yazı var: “Sen benim ünümü duymadın mı, ben hiçim, hiç kimseyim” şeklinde bir cümle var.
Buradaki”hiçlik”, anladığıma göre, “kibir” illetinden kurtulmanın ifadesidir. Ben, o illetden, yukarıda değinilen çalışmaları yaparken kurtuldum.
Osmanlı İmparatorluğu’nda Padişahların Cülüs törenlerinde, halkın “Büyüklenme Padişahım senden büyük Allah var” diyerek seslendiği bilinmektedir.)
Öz veya Tanrısal Benlik, zaman içerisinde değişmeyen, değişime ihtiyacı olmayan, zaman ve mekânın dışında, ebedî olan, aranıp bulunmayı bekleyen sevgilidir. Bizi yaratan ilâhi gücün, zamansız bir parçasıdır. Zaman ve mekânda varlığımızın temeli olan ilahî bilinçliliktir. Her birimiz, saf bilinç alanından doğduk, bedenli tüm yaradılışlarımızda bu bilinçliliğin bir kısmını beraberimizde taşıdık. Ruh; zıtlıklar, dualite deneyimlerinden etkilenir ve dönüşür. Öz ise dualite dışındadır. Her şeyin büyüyüp gelişirken dayandığı temeldir.
İçsel sessizlik, içimizdeki özün enerjisini deneyimlemek için en iyi temas yöntemidir. Sessizlikte, Özümüz-Tanrısal Benliğimiz ile temasa geçeriz. Ruh, dünyasal kimliğimizden çok daha fazlasını bilir ve anlar. Ruh, geçmiş yaşam kişiliklerimiz, rehberlerimiz veya astral boyutlardaki bağlantılarımız gibi, çok daha duyumsal bilgi kaynakları ile bağlantıdadır. Bu bağlantı olanaklarına rağmen, bu yaşamda ruh; karmaşa içerisinde, gerçek kimliğinden habersiz bir durumda bulunabilir. Ruh, dramatik deneyimler sonucu derinden etkilenmiş olabilir ve bu nedenle bir süre karanlıkta kalabilir; Tanrısal Benlik yani Öz ise her zaman izleyicidir ve dengededir. Tanrısal Benlik, saf bilinçliliktir. O, hem karanlıkta hem de aydınlıktadır. O, tüm dualitenin temelindeki tekliktir.
İçinizdeki Tanrı’ya bağlanmak, tam anlamıyla anda ve dengede kalarak, dualitenin üzerine çıkabilmektir. Bu durumda, bilinciniz, neşe ve huzurun karışımı derin fakat sessiz bir coşku ile dolu olur. Kendi dışınızda hiçbir şeye bağımlı olmadığınızı farkedersiniz. Özgürsünüzdür. Aslında dünyadasınızdır, ama ona kapılmamışsınızdır. Tanrısal Benliğinize bağlanmak bir kerede veya daimi olan bir şey değildir. Önce bağlanıp, sonra bağınızın kesildiği, tekrar bağlandığınızda da yavaş ve kademeli bir işlemdir. Yavaş yavaş, bilinciniz dualiteden tekliğe doğru yol alır. Bu tek kalp olmaktır. Bilinç, kendini yeniden yönlendirir, ta ki en sonunda düşünce ve duygular yerini, sessizliğe bırakana kadar.
Bilinç genişledikçe, duygu ve düşüncelerinizin tutsaklığını, çalışma şeklini ve özgürleşme farkındalığını kazanmaya başlarsınız; eski alışkanlıkları bırakır ve kalp merkezli bilinçliliğin yeni realitesine açılırsınız. İçinizdeki ego merkezli bilinçlilik solar ve o düşüncelerden uzaklaştıkça, yavaşça yok olur ve ölür. Ölmek yapılan bir şey değil, sadece olmasına serbestçe izin verilendir. Ölüm bir inanç veya realiteden sıyrılmak için, değişim sürecine izin vermektir; eskiyi salıvermek ve yeniye açılmaktır.
(Eski alışkanlıkları bıraktığımı, yukarıda, “yaşam biçimim kökten değişti” şeklinde ifade ettim)
Değişim düşüncesine direnç, beraberinde ölüm korkusunu getirir. Ego-ben’ den sıyrılamayanlar; sadece fiziksel ölümden değil, yaşam süresince sürekli duygusal ve zihinsel olarak değişmekten de korkarlar. Eskiye, bir düşünceye bağlanmak, onu yaşatmak demektir. Ölüm olmasaydı her şey ne kadar katı ve sert olurdu. Eski formların esiri olunur, yıpranmış düşünce ve beden kalıpları, kısıtlayıcı algılamalar ve farkındalıklar oluşturur, perdeleri kalınlaştırırdık. Ölüm kurtarıcıdır. Ölüm eski tozlu çıkış kapılarını açarak, bizleri yeni deneyim alanlarına iten, taze su çağlayanı gibidir. Ölümden korkmayın. Ölüm değil, yalnızca değişim vardır.
Beden bilincinden ruh bilince geçtiğiniz ve Öz bilinçle yaşama bakmaya başladığınız oranda, ölmeden önce ölmek dediğimiz hali yaşarsınız. İçinizdeki İlahi Öz veya Koşulsuz Sevgi ile yaşama baktığınız oranda, endişe duyduğunuz veya enerji yüklediğiniz şeyleri salıverirsiniz. İrade ve arzularınızın yaşamınızda baskı yapmasını durdurursunuz. Bu duygu ve düşünceleri ortadan kaldırınca da, Olursunuz. Sessizliği yakaladığınızda, yargısız bir farkındalık içinde, anda ve merkezinizde olduğunuzda, öz varlığınızla bütünleşir ve yaşamınızı da anında değiştirirsiniz. Kaynakların en saf olanı ile temas etmek, sonunda yaşamınızdaki her şeyi değiştirecektir. Tanrı, Kaynak, İlahi Benlik veya Öz; adı her ne olursa olsun, anlaşılması ve anlatılması zor bir şekilde, doğası gereği yaratıcıdır. İlahi olanın realitesini kavramaya çalışmak yerine yaşamınıza girmesine izin verir ve onun kalbinizin, fısıltıları olduğunu fark ederseniz, her şey, yavaş yavaş yerine oturmaya başlar. Tanrısal Benliğin gerçekliliğine, tüm deneyimlerinizin arkasındaki sessiz farkındalığa kendinizi açtığınızda her şeyin doğal oluş halinde gelişmesine izin verirsiniz. Doğal, gerçek kendiniz olursunuz.
( “Ölmeden önce ölmek”den, “bedenen ölme”yi (bencillikten), bir başka deyişle, nefsin esaretinden kurtulma”yı) anlıyorum.)
Bir şeyi çok istiyorsan onu serbest bırak, senin için ise döner sana gelir, şayet sana gelmez ise, bil ki senin en yüksek hayrın için değildir. Tüm bunlar uyumlu ve anlamlı bir şekilde gerçekleşir. Yaşamın doğal bir akışı olduğunu deneyimlersiniz. Yaşamın akışına teslim olmak için tüm yapmanız gereken; ilahi ritme ayarlanmış bir şekilde kalmanız ve araya girmek istemenize neden olan yanlış anlamaları ve korkuları salıvermenizdir.
Çevrenizdeki kişilere yardımcı olmak için duygularınızdan arınmış olmanız gereklidir. Duygusal bağ, kişisel arzuyu davet eder ve egoya hizmet eder. Ego’dan kalbe geçişin aşaması, ruh seviyesini içine alarak, genişlemek ve İlahi Benlik seviyesine erişmektir. İçimizdeki Tanrısal Benlik olan İlahi Kendimiz ile temasa geçtiğimizde, ruhumuzun birçok hayatlar boyunca deneyimlemiş oldukları mana kazanacaktır. Bu deneyimlerin hiçbirisiyle kendimizi özdeşleştirmeyerek, o duygu ve düşünceleri fark ederek, deneyimlerimizin üzerine yükseldiğimizde, ruhumuzun üzerinde farkındalık ve şifa etkisi ortaya çıkacaktır.
ALINTI //BKZ: Ekli “kendini tanımak”