13 Aralık 2008 Cumartesi

ATATÜRK'TEN SON MEKTUP
Siz beni hâla anlayamadınız
Ve anlamayacaksınız cağlarca da
Hep tutturmuş "Yıl 1919 Mayisin 19u" diyorsunuz
Ve eskimiş sözlerle beni övüyor, övüyorsunuz
Mustafa Kemal'i anlamak bu değil.
*
Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil
Bırakın o altın yaprağı artık
Bırakın rahat etsin anılarda şehitler
Siz bana neler yaptınız ondan haber verin
Hakkından gelebildiniz mi yokluğun, sefaletin?
Mustafa kemal'i anlamak yerinde saymak değil
Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil.
*
Bana muştular getirin bir dahaUygar uluslara eşit yeni buluşlardan
Kuru söz değil iş istiyorum sizden anladınız mı?
Uzaya Türk adını Atatürk kapsülleriyle yazdınız mı?
Mustafa Kemal'i anlamak avunma değil
Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil.
*
Hala o acıklı ağıtlar dudaklarınızda
Hâla oturmuş bana On Kasımlarda ağlıyorsunuz
Uyanın artik diyorum, uyanın, uyanın!
Uluslar fethine çıkıyor uzak dünyaların
Mustafa Kemal'i anlamak göz boyamak değil!
*
Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil
Beni seviyorsanız eğer ve anlıyorsanız
Lâboratuvarlarda sabahlayın, kahvelerde değil

Bilim ağartsın saçlarınızı, kitaplar
Ancak böyle aydınlanır o sonsuz karanlıklar
Mustafa Kemal'i anlamak ağlamak değil
Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil
*
Demokrasiyi getirmişim size özgürlüğü
Görüyorum ki hâla aynı yerdesiniz hiç ilerlememiş
Birbirinize düşmüşsünüz halka eğilmek dururken
Hani köylerde ışık, hani bolluk, hani kaygısız gülen?
Mustafa Kemal'i anlamak itişmek değil
Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil.
*
Arayı kapatmanızı istiyorum uygar uluslarla
Bilime, sanata varılmaz rezil dalkavuklarla
Bu vatan, bu canim vatan sizden çalışmak ister
Paydos övünmeye, paydos avunmaya, yeter!. Yeter!..
Mustafa Kemal'i anlamak aldatmak değil
Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil.
Halim YAĞCIOĞLU

***
ATATÜRK’LE SÖYLEŞİ
Galip BARAN

Mustafa’m, Kemal’im,
Seninle aldattılar, heykellerinle, büstlerinle, oturdukları maroken koltukların arkasına astıkları fofoğraflarınla aldattılar; “izindeyiz” şapkaları giyerek aldattılar; Anıtkabir inşa ederek aldattılar. Oysa Anadolu’da bir yere gömseler başına bir ağaç dikseler yetecekti. ( oysa sen, 10. yıl kutlamaları nedeniyle srnin için hazırlanan övgü dolu yazıları silmiş, “Atatürk bizden biri ” demiştin) Anıtkabir’i ziyaret ziyaret ederek aldattılar; mitinglerde, şehit cenazelerinde taşıdıkları olur olmaz nedenlerle astıkları binlerce, on-binlerce bayraklarla aldattılar.
Sen, “çalışmanın en yücesi ulus içindir “ dedin; ama onlar kendileri için çalıştılar. Kendileri için çalışmayı ulus için çalışmak sandılar. Böyle de aldattılar.
Onlara sorduk:
“Sorun ne?” Bilemediler.
“Çözüm ne”? Gene bilemediler.
“Sorun: Bencillik; Çözüm: Sencilik” dedik. Biraz tereddüt ettiler. Sonra onayladılar. “ Doğru söylüyorsunuz” dediler. Bizi de aldattılar. Bizi aldatmaları kaçınılmazdı, zira bizi anlamaları için onların da Bilinçolog olmaları gerekiyordu.
Bilinçolog olabilmeleri için, onların da, çevre, tüketim, trafik, sağlık, vergi, rüşvet, iş ahlakı, milli servet, imar ve her şeyi devletten bekleme gibi alanlarda yaptığımız, “okul dışı eğitim” olarak tanımladığımız, insanı, davranışlarını ve nedenlerini araştırdığımız çalışmaların içinde yer almalıydılar. Ya da kendi “okul dışı eğitim” çalışmalarını yapmalıydılar. Oysa, ne çalışmalarımızda yer aldılar ne de kendi çalışmalarını yaptılar..
Diğer taraftan, çalışmalarımızı gördüklerinde; “ “sizin gibilerin sayısı çoğalmalı” dediler; bizi de övdüler. Övdüler ama sayımızı çoğaltmak için bir çaba göstermediler. “Hadi siz de…” dediğimizde, “işim çok”, “vaktim yok”, “başım ağrıyor” dediler. İpe un serdiler. Bizim de “okul dışı eğitim” çalışmaları yapmazdan önceki halimizdeydiler. Bencillik engeline takılı kaldılar…
Oysa, sen bu engel konusunda hepimizi uyarmıştın :
* Bir adam ki, memleketin ve milletin saadetini düşünmek yerine daha çok kendini
düşünür, bu adamın kıymeti ikinci derecededir.
* Kendimiz için değil, fakat mensup olduğumuz millet için elbirliğiyle çalışalım,
çalışmanın en yükseği budur.
* En iyi kişi, kendinden çok, bağlı olduğu toplumu düşünen, kendini onun varlığının
ve mutluluğunun korunmasına adayan insandır.
* Hususi (özel) menfaat, ekseriya(çoğunlukla), umumi menfaatle tezat (çelişki)
halinde olur.
* Ulusları yönetenler için ilk ve en zor görev, kişisel bencilliğe kapılmaktan
kendilerini korumalarıdır.
Mustafa’m, Kemal’im,
Bize göre, senin Milli Eğitim Bakanlarından, fikir fedain Dr. Reşit Galib’in müellifi olduğu, çocukluğumuzda her sabah ezbere okuduğumuz, “açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime and içerim” diyerek mühürlediğimiz, ANDIMIZ”da yer alan “yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi”ni içselleştiremeyişimizin nedeni de bencilliktir. Bencil bir varlığın, “yurdu ve milleti” “özden çok”u şöyle dursun, “özü kadar” bile sevemeyeceğini sözü edilen çalışmalarda öğrendik.
Bencil varlıkların o ilkeyi içselleştirememeleri kaçınılmazdı, aksi işlerine gelmezdi. Gelseydi, o ilke hayata geçseydi, Türkiye bugün Muasır Medeniyet’i peşinden koşturan ülke olurdu, inan.
Neyse ki biz birkaç kişi, yukarıda sözü edilen “okul dışı eğitim” çalışmaları sayesinde “bencillik” engelini aşmayı başardık. Aynı süreçte, bencil varlıkların, demokrat olamayacaklarını da öğrendik. Asıl kazancımız, başarımız kendimizi tanımak oldu…
Bencillik engelini aşmayı başaramadıkça birbirimize düşmemiz kaçınılmaz bir sonuç olacaktı. “Siyaset kuburu”nda yıllardır yaşananlar bu sonucun kanıtlarıdır.
Mustafa’m, Kemal’im,
Kitaplarda okuduğum bazı öğüt, öneri ve düşüncelerin ve benim düşündüklerim:
Toplumsal gelişmenin de, çürümenin de temelinde, yöneticilerin tavırları yatar” (Truva 37)
G. B. : Aynen, öylekidoğru ki, senden sonra olacakları aynen söylemişsin.
Ezen ve ezilen uluslar yoktur, fakat kendini ezdiren uluslar vardır” (Truva 43)
G.B. : Ne yazık ki, yaşıyoruz bu gerçekleri
“Dünya vatandaşları kıskançlık ve kinden uzaklaşacak şekilde eğitilmeli, insanlığın bütünün refahı, açlık ve baskının yerini almalıydı” (Truva 45)
G.B. :Yurtta Sulh Dünyada Sulh” için insanlığa yol göstermişsin. Ama ne gezer. Bencil varlıklar ne yurtta sulh ne de dünyada sulh için çalışmazlar. Çalışamazlar. Değişmeleri gerekir bunu da söylerler ama yapamazlar.
Ancak kendilerinden sonrakileri düşünebilenler milletlerini yaşamak ve ilerlemek imkanlarına nail ederler
G. B. : Bencil varlıkların yapamayacakları işleri anlatıyorsun, Mustafam.
Kan ile yapılan inkılâplar daha muhkem (sağlam) olur, kansız inklilaplar ebedileşemez
G. B. : İşte burada senden ayrılıyoruz. Biz yukarıda açıklanan gerçekler tahtında kansız, kavgasız bir devrimden, bilinç devriminden söz ediyoruz. Bu fark, aradan geçen zamanla, günümüz dünyası ile senin dünyan arasındaki farktan. Örneğin biz birkaç kişi Bodrum’un Turgutreis Beldesinde bir üniversite kurduk. Adını Bilinç Üniversitesi koyduk. Beğendinse, müjdemiz olsun, Mustafam
Ulusal ekonominin temeli tarımdır.
G. B. : Sen tarım diyorsun da, tarımda kendine yeter ülke olmaktan çoktan çıktık. Ellerin sözüne uyduk. Patates yetiştirilecek mümbit topraklara otomobil fabrikaları kurduk
Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak muallimlerdir.
G. B. : Muallimler de kurtaramadı Türk Milletini. Okuldaki öğretmenler “okul dışı eğitim” çalışmalarımız itibar etmediler. Milli Eğitim Bakanları okul dışı eğitim çalışmalarında geliştirdiğimiz projeleri çöpe attılar.
Muallimler! Cumhuriyet’in fedakar muallim ve mürebbileri yeni nesli sizler yetiştireceksiniz.
G. B. : Ah Mustafam ah. Bu ülkenin kanıyan yarasından, eğitim derken ticaretten, Milli Eğitim Bakanlığı derken tüccar yetiştiren bir kurumdan söz ediyorsun.
Öğretmenden, eğitimden yoksun ulus, henüz ulus olma adını alma yeteneğini kazanmamıştır.
G. B. : Neden hala bir ulus olamadığımızın nedeni açık değil mi?
Bilgi kuvvettir.
G. B. Bilgi senin döneminde “Bilgi Çağı”nda kuvvetti, belki. Ama artık. “Bilinç Çağı” başladı. Bizler dünyaya çağ atlatacak bir üniversite kurduk Turgutreis Bilinç Üniversitesini kurduk. Bu sorumluluğu üstlendki.
Çalışmaksızın düşünce gelişimi ve ahlakça iyi nitelikler kazanmak olası değildir.
G. B. :” Sen, çalışmanın en yücesi ulus için olanıdır” dedin. Ben o sözünü 1 x 5 metrelik bir pankarta yazdırdım (ayıptır söylemesi sınırlı bütçemden milyonlar ödedim) Resmi bayramların yapıldığı meydanlarda kullanıyorum. Resmi kutlama yapılırken birkaç arkadaşımla resmi kurumları temsil eden protokoldaki zevatı kızdırma pahasına “alternetif kutlama “ yapıyorum.
Ulusun kaynağı, toplumsal yaşamın temeli olan kadın ancak erdemli olursa görevini yerine getirebilir.
G. B. : Biz, yurdu ve milleri özden çok sevme ilkesini hayata geçirmede en büyük sorumluluğun annelere düşen bir görev olduğunu çok iyi biliyoruz. Kadınlarımıza sözünü ettiğiniz erdemi kimler nasıl kazandıracak. Öğretmenler bencilse, M. E. Bakanlığı Ticaret Bakanlığı gibi çalışıyorsa,sözü edilen ilkeyi çocuklarımıza kim ve nasıl kazandıracak. İşte iki ucu şeyli bir değnek.
Hepiniz milletvekili olabilirsiniz… Bakan olabilirsiniz… Hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz… Fakat sanatçı olamazsınız.
G. B. Bu konuda da itirazım var. Ben sanatçı değil Bilinçolog olamazsınız demekten yanayım. Bu ülkede sanatçı sayımız çok.
Dünya çapında sanatçılarımız, “devlet sanatçılar”mız var.Cumhurbaşkanlarımız onlara her yıl ödüller veriyor, onları onurlandırıyor .
Sağlığın korunması için, özellikle kafanın aydınlığı için alkol almamalı.
G. B. : İşte sıkıntılı bir konu. Bazıları senin Çankaya Akşamlarına takmışlar. Yıllar önceydi sana “Sarhoş Mustafa” bile demişlerdi. Ben de alkol alanlardanım. Ama adabınca içenlerdenim. Unutmadan, savaştığımız bir sorun da nikotin bağımlılığı. Sen de sigara içiyordun. Ama o günlerde sigaranın ne kadar melun ve sisi bir düşman olduğu yeterince bilinmiyordu. Ben, tiryakilere, ne olur, bırakamazsanız bile gizli içn, çocukların görmeyeceği yerlerde diyorum.
Milletlerin hayatı tehlikeyle karşı karşıya kalmadıkça, savaş bir cinayettir.
G. B. : Savaş deyince ben, insanın kendi içindeki “Bencillik Canavarı” ile savaşmasını anlıyorum. Kendi içindeki “Bencillik Canavarı” ile savaşmış ve kazanmış bir insan olarak ben bu tür bir savaşın dünyanın en haklı ve meşru savaşı olduğunu savunuyorum
Savaş, zorunlu ve hayati olmalıdır.
G. B. : Savaş konusunda söylenmesi gerekeni söylediğime inanıyorum.
Cumhuriyet idaresi erdemli ve namuslu insanlar yetiştirir.
G. B. : Cumhuriyet idaresinin yetiştirmesi gereken insanı tanımlamışsın. Ama o Cumhuriyet bencil varlıkların eline düşmüşse, ne yapsın Cumhuriyet?
Şuur daima ileriye ve yeniliğe götüren, dönüşsüz bir haslet olduğuna göre, Türkiye Cumhuriyeti halkı, ileriye ve yeniliğe uzun adımlarla yürümeye devam edecektir.
G. B. : Biz şimdi bilinç diyoruz. Bilinç Üniversitesi kurduğumuzu yukarıda dile açıkladım. Cumhuriyet halkının uzun adımlarla ileriye, yeniye yürümesi senin hayalindi. Biz birkaç kişi senin bu hayalini gerçekleştirmek için çalışıyoruz. Duanı bizden esirgeme. Şimdi aklım geldi, birkaç yıl önce seni rüyamda gördüm. Bana çok güzel şeyler söyledin, moral verdin.
Hükümetlerin uygulamaları olumsuz olur da millet itiraz etmez ve iktidarı düşürmezse bütün kusur ve kabahatlere katılmış olur.
G. B. : Ah Mustafam vah Mustafam! Dert çok hem-dert yok. Şu bencillik illetinden kurtulmadıkça, ne millet ne de hükümetler dğru dürüst görev yapabilir. Al hükümeti çal millete. Al milleti çal hükümetlere. Hükümetler gibi muhalafet de siyeset kuburunda çırpınmakta. “Tencere dibin kara, seninki benden kara”yı sahnelemekteler.
Eğitim ve öğretimde uygulanacak yol, bilgiyi insan için fazla bir süs, bir zorbalık vasıtası, yahut medeni bir zevkten daha çok maddi hayatta muvaffak olmayı temin eden pratik ve kullanılması mümkün bir cihaz haline getirmektir. Milli Eğitim Bakanlığı bu esasa önem vermelidir.
G. B. : Bilgi dedin de bak neler öğrendim o konuda: “Bilgi uygulamayla bilgeliğe dönüşür”; “ Çağımızın en büyük eksikliği bilgi değil bilgeliktir. Bilgelikle birleşmeyen bigi, iktidar hırsıyla gözleri dönmüşlerin- bencil varlıkların- elinde büyük bir yıkıma dönüşür –örneğin, atom bombası-/Russle”
Azami tasarruf, milli anlayışımız olmalıdır bence kalkınma devri, iktisat (muktesit) devri mevhumu ile ifade olunur.
G. B. : Mustafam, “tasarruf” dedin beni onik-iden vurdun. Okul dışı eğitim çalışmalarımızın ikinci sırasında yer alır tasarruf konusunda uygulamaya çalıştığımız ama ne yerel ne de merkezi yönetime anlatamadığımız bir sorun bu. Bir örnek; geçen Ağustos ayında Çorum’daydım, M E. Bakanlığınca çöpe atılan projeyi anlatmak için M. E. Müdürüyle konuşmak amacıyla, lütfedip kabul etmesi üzerine odasına girmiştim. Günün apaydınlık bir vaktiydi. Ve lambalar yanıyordu. Rica etmem üzerine kapatıldı ışıklar. Bizden toplanan vergiler nasıl harcanıyordu. Kamı görevlileriyle bu konuda da savaşan gönüllüleriz biz.
Yurt toprağı, sana her şey feda olsun. Kutlu olan sensin. Hepimiz senin için fedaiyiz. Fakat sen Türk Milletini ebedi hayatta yaşatmak için feyizli kalacaksın. Türk toprağı, sen , seni seven Türk Milletinin mezarı değilsin. Türk Milleti için yaratıcılığını göster…
G. B. : Baştakilerin, cumhurbaşkanlığı yapmış Eskişehir yöresindeki mümbit tarlalara otomobil fabrikası yaptıran Demirel gibilerin cumhurbaşknı seçilebildiği bir ülkedir Türkiyem, Mustafam..ı Dünya milletlerinin mutluluğuna çalışmak, diğer bir yoldan kendi huzur ve mutluluğuna çalışmak demektir.
G. B. : Sanırım, yukarıda dile getirilen çalışmalarımızın dünya milletlerinin mutluluğuna dönük oldukları sanırım anlaşıldı.
Yalnız mitingler vesaire gibi tezahürat, büyük gayeleri , hiçbir vakit kurtaramaz
G. B. Bu ülkede büyük mitingler yapılıyor. 22 Temmuz 2007 Milletvekilleri seçimleri öncesinde “tehlikenin farkında mısınız” mitingleri yapıldı. Yer gök inletildi. Ortalık kırmızı bayraklarla donatıldı. Sonuç? Hikaye…
Kanaat tükenmez bir hazinedir.
G. B. : İskender Pala’nın “Kırkıncı Kap”ı adlı eserinde Şeyh Galib’in bir şiirinden esinlenilerek kaleme aldığı aşağıdaki satırlarda kanaat konusunda neler söylenmiş bir bakalım:
“şu dünyada nedense neşeden bahseden yok gibidir. Sözler amellerin ifadesidir. Her daim acı çeken kişinin neşeden bahsetmesi elbette abestir. Önemli olan sözü neşeli hale getirebilecek tavrı geliştirmektir. Çevrenize bir bakınız; herkes her şeyden şikayet ediyor, Herkes ağzını açıldıkça bin bir türlü derdini yanıyor. KANAATİN adı lügatlerden silinmiş, hakkaniyet çok eskilerde kalmış. Bir kez gözlerimizi kendimize çevirsek, bir kez kabahati kendimizde de armayı öğrensek sözlerimiz neşeleniverecek ama va-hayf!...”
Siyaset alnında karşılıklı çatışmaların bereketli gelişmeleri ancak, vatandaşlar arasında düşmanlık doğmasına meydan verilmemesiyle sağlanabilir.
G. B. : Ne mümkün! Düşmanlık ne kelime her türlü yasadışılığın yaşandığı, neredeyse herkesi yasa çiğnediği bu ülkede düşmanlık ne kelime..
Alalım Turgutreis Beldesini. Turgutris Belediye Başkanı Ali Sever Yazgan Başkanı olduğu belediyenin İtfaiye Binasına fotoğraflı posterini astırıyor. Bu yolsuzluğu yapıyor. Seçim kazanıyor. Halk bunu görüyor sesini çıkarmıyor. Medya onu beş yıldır en başarılı belde belediye başkanı seçiyor.
Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş desem yeridir. Hani imam şey yapınca derler ya işte o hesap, Mustafam, Kemalim
Selamlar ederim. Allah sana sabırlar versin derim

Hiç yorum yok: