19 Temmuz 2008 Cumartesi

"GALİP BARAN HAKKINDA"

FENA MI ?..
YOKSA !..
İYİ Mİ OLDU ?..
Mustafa Nevruz SINACI
Şu sıralar kamuoyunda tartışılan pek çok konu var.
Bir bölümü topluma zoraki dayatılan ve illâ gündemde tutulmak istenen Ümraniye soruşturması veya Ergenekon adı ile müsemma kâbus gibi korkunç, muğlâk ve muamma kavramlar ve karanlık iddialarla dolu, sebep ve sonuç ilişkisi kördüğüme dönmüş, gizem yüklü, garip ve enteresan bir süreç...
Allah sonunu hayırlara vesile kılar, adalet ve hukuk tecelli eder inşallah.
Ancak, siz kopartılan vaveylaya bakmayın aslında bu halkı fazla ilgilendirmiyor.
Gerçek gündemde daha ciddi, ağırlıklı ve önemli konular var.
Açlık, yokluk, yoksulluk, fahiş düzeyde pahalılık, zenginlikle fakirlik, sanal enflâsyonla gerçek enflâsyon arasında derinleşen uçurum, yalan-talan, kayıt-kapsam dışılık, yolsuzluk ve suiistimaller gibi meselâ.
Her ne hikmetse malum ve mel’un akredite medyanın iştigal alanı dışında bunlar.
İnsan hakları derneklerinin ve (maalesef) bunları insanlık suçu olarak kabul ve telakki etmeyen, failleri hakkında işlem yapmayan Cumhuriyet Savcılarının da hiç umurunda değil.
Amma! Halk arasında “Milli Kahraman” olarak anılan, dünyanın ilk ve tek “Bilinç Üniversitesi” ni kuran Galip Baran bütün bu konuların sanki tek ve yegâne sahibi.
S.Demirel’den A.Gül’e kadar son üç Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar ve vekillere aşağıda özetlenen mealde sürekli mektuplar yazmış. Halkın ıstırap ve şikâyetlerini iletmiş. Alternatif projeler ve çözüm yollarını bildirmiş. Yıllar süren “sarsılmaz irade, inanç, güven ve kararlılıkla verdiği” mücadele sonuç vermeyince bir açıklama gereği duyuyor.
Açıklama şöyle: “Başbakan, Bakanlar ve millet-vekilleri hariç sadece son üç Cumhurbaşkanına “devlete sahip çıkmaları” ve bizim ‘okul dışı eğitim’ çalışmalarımızda öğrenerek halka öğrettiğimiz gibi; Görevlerini tedvir ettikleri (etmekte oldukları) yıllarda karşılaştıkları sorunları yenmeleri, üstesinden gelmeleri ve zorlukları aşabilmeleri için ilim-fikir, öneri ve bilimsel proje içeren; Süleyman Demirel’e 3, Ahmet Necdet Sezer’e 10 ve Abdullah Gül’e 1 olmak üzere toplam: 14 dosya göndermek suretiyle başvurdum.
Ama maalesef “derde deva” bir sonuç alamadım.
Yerimde olsaydınız, siz ne yapardınız? Ben onların yerinde olsaydım, en azından Galip Baran’ı köşke çağırır, yüz yüze konuşurdum. Sanırım, çok da iyi olurdu... Bunu gören, onlarca, belki yüzlerce insan; “Seni, Cumhur-başkanı bile ciddiye almıyor” demez, beni yalnız bırakmaz ve ‘devlete sahip çıkma bilinci çığ gibi büyürdü’. Belki onları görenler de benzer çalışmalar başlatır bana “senin gibilerin sayısı çoğalmalı” diyenler, ne kadar artış kaydedip çoğaldığımızı görürlerdi. Fena mı, yoksa iyi mi oldu?
Yerimde olmadınız, yardımcı da olamadınız. Vekil de seçmediniz!..
Sonuçta benim gibilerin sayısı çoğalmadı. Ama ben, “ölünceye kadar” diyerek sevgili halkıma bağımsız Milletvekili adayı iken taahhüt ettiğim: Her kavşağa bir Galip, (Sabah, 16.12.1997) “okul dışı eğitim” çalışmalarımızı tek başıma da olsa sürdürüyorum. Fena mı, yoksa iyi mi oldu?
Şu da var ki, beni ciddiye almamanızın, destek vermemenizin ve yalnız kalışımın yol açtığı motivasyondan olacak, insan davranışlarını araştırdım. Bu sayede “bilinç” konusunda uzmanlaştım. Bilinç bağımlısı oldum. Sonuçta bir “Bilinç Üniversitesi” kurdum. Fena mı, yoksa iyi mi oldu?
“Yönetimi denetleme ve devlete sahip çıkma” yı böylesine önemsememden olacak “yasa bağımlısı” da oldum. Devlete herkesten daha çok sahip çıkmağa başladım. Fena mı oldu, iyi mi oldu?” diyor ve soruyor: Galip BARAN: “Peki, siz, şimdi ne yapıyorsunuz?”
Halinizden, hayatınızdan, hal-vaziyet, durum ve gidişattan memnun musunuz?
***
GERÇEK GÜNDEM
Mustafa Nevruz SINACI
Sorumlu vatandaş, yasa bağımlısı Galip Baran’ın yakınmalarını dün bu sütunlarda okudunuz. Orada, gerçek gündemi, insan-birey ve vatandaş bağlamında yaşanan gerçek karşısında yapılması gerekeni her halde anladık, apaçık gördük ve algıladık.
Zira devlet bizim. Türkiye de Türkçe yayınlanan yabancı kaynaklı kartel medyasının aksine; Milli devlet ve milli mücadele banisi, “özgür, adil, hür, hâkim ve hükümran Türkiye” yanlısı yerel basın, bölge basını ve internet gazetelerinin halkın gönül hanesine seslenen, aklına hitap eden sorunsal şu: Milletin kahir ekseriyeti mahvolmuş bir haldedir.
İltimas tek geçer akçe. Rüşvetsiz iş ve ihale alınamıyor. Avantasız iş yapılmıyor.
Yolsuzluk gasp, suiistimal had safhada, ülke baştanbaşa, tam bir sorumsuzluk, basiretsizlik ve aymazlıkla AB sevdası uğruna dipten düze yağmalanıyor.
Osmanlı’nın son yıllarında da durum aynı değil mi idi?
Eğitim amacını yitirdi, yönetim kalitesi tabana vurdu..Koca koca üniversiteler tahsilli hırsız, yolsuz, çete-mafya, anarşist-terörist ve tedhiş elemanları üretiyor. Sanki ülkede alim ve akil adam kalmamış gibi, AB ve ABD’den, Büyük Atatürk’ün şiddetle men ve reddettiği batıdan, kötü batılıdan medet umuluyor. Büyük bir onur kaybı bu…
Oysa ilim evrenseldir. Müminin yitik malıdır. Nerede bulursa almalı, halkı için kendi ülkesinde, öz insanı yararına hayata geçirmelidir. Binlerce yıllık Türk medeniyeti ve “Medeni Siyaset” geleneği bunu gerektirir. ‘Gelin yapın, gelin alın” demeyi değil!..
Bu basitliktir. Acizliktir. Basiret ve beka noksanlığından ileri gelir..
Adalet ahlâkı, hukuk ilkeleri, siyaset ve yönetim bilimine aykırıdır.
Şimdi akıllı, imanlı-şuurlu, milliyetçi-memleketçi ve bilinçli olmak zamanıdır.
Bakınız karşımızda yer alan dost, müttefik ve müşterek maskeli haydutlara, ne kadar bencil, çıkarcı, menfaatperest ve emperyalistler. Cumhuriyet bunlara karşı kurulmadı mı? Devlet halk ile kaim ve millet iradesi ile daim denilmedi mi? Yoksa şu zamanın mesulü vekil ve vükelânın okuma yazması da mı yoktur. Yahut bu, anlama, algılama kabiliyetsizliği mi?
Başta Atatürk olmak üzere, kimse medeni devletlerle ilişki kurmayın ticaret yapmayın, dünya devleti olmayın demedi. Aksine eşitlik-mütekabiliyet kaydı şartıyla bunu teşvik ettiler.
NE AB’Sİ KARDEŞİM !...
Milletin sırtına yük, ağırlık, borç ve sıkıntı getirecek, getirdiğinden çok daha fazlasını götürecek bir sömürü düzeninde bu ülke ve halkın işi ne? Daha şimdiden millet batmış. Esnaf ve zanaatkâr çökmüş. Tarım-toprak, ziraat bitmiş. İşsizlik, açlık, yokluk-yoksulluk almış yürümüş. Yalan-talan, yolsuzluk-suiistimal, nitelikli dolandırıcılık, görev ihmali, anarşi-terör-tedhiş olabildiğince büyümüş. İşte tefessüh etmiş batıdan ithal kültürün eseri bu..
Ümraniye iddianamesi açıklandı. Şapka düştü kel göründü. Darbe faili zanlılarla demokrasi havarileri birbirine karıştı. Dillerde dolaşan isimlerin % 90’ı dışarıda medya sahibi, eski bakan, vekil, büyük iş (!) adamı, hatırlı-nüfuzlu, muteber yurttaş rolünde! Karşımıza bir ördüğüm çıkmış durumda. Allahtan korkmadan, milletten utanmadan Ergenekon adıyla tanımlanan organizasyonda anarşi-terör-tedhiş zanlılarından, kıdemli mason, misyoner, dönme-devşirme, koza ve kriptolara kadar her melânet var. Bu ne iş? Mesele vatan kurtaran Şaban komedisine dönüştü. Olay: Tam teşekküllü “temiz eller” operasyonunu zorunlu kılıyor.
Ey Hükümet, Yargı yahut Yasama! Yapın artık şu “TEMİZ ELLER” Operasyonu’nu daha ne bekliyorsunuz? Sanki başka çare mi var? Elbette yok.
Abdullah Gül, Recep Tayip, bakanları ve partisine sorarlar:
“Yoksa bir korkunuz, çekinceniz, karanlık maziniz ve meş-um bağlantılarınız mı var? Hüküm, hikmet ve adaletle ifa edemediğiniz ‘yürütme’ bu kadar tatlı, kârlı, kazançlı, cazip ve dayanılmaz mı geliyor. Şart mı? Bunca şaibe altında parlamenter kalmanız?
Açın adalet ve hukukun önünü, çözün Cumhuriyet Savcılarının elini.
Beklenen ve istenen: Adaletin tecelli-i ve “Hukuk Devletinin” avdetidir o kadar.
***
VATANDAŞA DÜŞEN GÖREV
Mustafa Nevruz SINACI
Yarım asır önce yolu kesilen ve alçakça bir ihanetle çökertilen milli rejim şimdilerde ayağa kalkma, kendine gelme, aslına dönme ve tekrar Atatürk ilkeleri ve Türk İnkılâbı yoluna girme mücadelesi veriyor, verebiliyor. Denk gelen tarih ve dönem çok önemli;
Şöyle ki, tüm dünya hızlı bir kaos-karmaşa, bunalım-buhran ve krize sürükleniyor.
Kendi kendine değil, yedi kız kardeşlerin başını çektiği evrensel bir çete tarafından.
Bu çete: Papalık (babalık)’tan feyiz, destek ve ilham alan “ilâh+silâh+ilâç” tacirleridir.
Sözde yenidünya düzeni, globalleşme ve küreselleşmenin ‘Küresel Emperyalizm” nam ve hesabına ‘organize suç örgütü’ bunlar. Bazı geri zekâlı, safdilli veya paralize tiplerin ileri sürdüğü gibi NATO tipi gladyo falan değil. Özellikle Türkiye için hiç değil. Düpedüz sivil ve siyasi organizasyon, Türkiye için birileri böyle konuşursa bilin ki o da bu menfur yapının ta göbeğindedir. (Bak: Genelkurmay Özel Harp Dairesinin kuruluş tarihi ve kuruluş amacına)
Şu an için Oxford dâhil dünyanın en şöhretli üniversiteleri bu düzeni tahkim edecek prototipler yetiştiriyor. Atatürk’ün dediği “Yurtta ve dünyada sulh” adalet, eşitlik ve hukuk sağlayacak, insan haklarını sağlamlaştıracak “özne” şahsiyetler değil! Bizde de durum aynı.
Yani sonuçta insanlık yaradılış amacı olan barış, hürriyet, adalet, refah, zenginlik ve mutluluk yerine koşar adım felâkete gidiyor. Sürükleniyor. Türkiye de bu azgın dalgaya zorla sürüklenmek isteniyor. Meselenin özü bu, oysa Türkiye insanlık dışı ‘İnsani Boyut ve Bilgi Toplumu’ karşıtı emperyalist ülke olamaz. Bu menfur olgu, ilim dışı tertip ve teşebbüs Türk insanının doğasına, inancına ve bütün âlemin esasta fıtratına (yaradılış amacına) aykırıdır.
Ama ne var ki, yarım asra yakın süredir virüs bedene sokulmuş ve tahribatını hayli ilerletmiş bulunmaktadır. Afganistan, Irak, Sudan ve Pakistan pisi-pisine hastalığın pençesine düşmüş, İran ve Türkiye henüz operasyon aşamasındadır.
ŞİMDİ ZAMANI: Zira kutsal vücudumuza neşter çalınmadan, asil ruhûmuz domuz kanıyla kirletilmeden ve hak’a tapan kalbimiz, derin bilinç ve engin şuurumuz bulanmadan kendimize gelmek, tezgâhtan diri bir zindelikle yeni doğmuş gibi kalkmak zorundayız.
Bu onurlu-soylu kalkış ve yeniden diriliş; Yüksek bir azim ve irade işidir.
Atatürk’ün dediği ‘gerektiğinde milleti kurtaracak azim, irade, kararlılık ve bilinç’ şuur budur. Bu şuurla iç temizlik, çürümüşlük ve yozlaşmadan arınma, adalet ahlâkı ve hukuku hâkim kılarak ‘dört başı mamur bir hukuk devleti olma’ çabası tam bir fedakârlık ve kararlılıkla uygulanmalıdır. Süreç budur. Galip Baran bu sürecin öncüsü ve sözcüsüdür.
Kendini TC yurttaşı olarak algılayan ve tanımlayanlar için mesele çok basit. İşe;
“Bu devlet, ülke ve millet benim” bilinciyle başlamak; Sevgili halkımız arasında ASLA “sağcı-solcu, alevi-sünni, dinli-dinsiz, milliyetçi-enternasyonalci, Müslim-gayri Müslim, asli unsur-tali unsur” gibi ayrım gözetmemek, ayrımın hain Gladyo-Oligark, kripto-koza ve Baronlar tarafından; Halkı bölme, parçalama, yağmalama-sömürme amacıyla kullanılan yalanlar olduğunu bilmek; Bu bilinçle sadece “iyiler-kötüler, doğrular-yanlışlar”ı dikkate alarak “iyi insan ve dürüst vatandaşların” tıpkı Galip Baran gibi “hak-adalet hukuk ve ahlak yolunda” mücadeleye başlamak gerekir.
GÖREV: Cumhurbaşkanı dâhil tüm kurum ve kuruluşlara Meclise, yargıya, savcıya başvurmak, suç duyurularında bulunmak, davalar açmak, dilekçeler vermek kötüleri deşifre ve adalete havale etmektir. Ayrıca, yönetime hesap sormalı “hak, adalet ve hukuk nerede” demeli, hukuk yoluyla adalet istemeli; Haksızlıklar karşısında hükümet uyarılarak sorumlu vatandaşlık görevi hakkıyla yerine getirilmelidir.
4982 ve 3071 Sayılı Kanunlar gereği bu yasal bir yol-görev ve hukuki haktır. Eğer, Temiz Toplum, Temiz Devlet, onurlu-sorumlu, adaletli-dürüst, saydam hükümet; Kısaca “Hukuk Devleti” istiyorsak “yönetimi izleme ve denetleme hakkını kullanmak zorundayız. Zira hesap seçimlerde sorulur’ lâfı yalan ve ütopyadır. Doğrusu Galip Baran’ın bilinç, demokrasi, hak-adalet ve hukuk yolunda, sabır-inanç, azim, irade ve kararlılıkla yürümektir.

Hiç yorum yok: