29 Ocak 2011 Cumartesi

[Prof. Dr. Mehmet Ali Körpınar’ın (M. A. K.) internetten gelen yazısı ve “yasa bağımlısı” Galip Baran’ın (G.B.) ilgili görüşleri]
 SAVURGANLIK
 TUTUMLULUK ???..
Prof. Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR: Değerli arkadaşlar,
Borç yükü ve olası zamlar herkesi terletecek. Çünkü halkımız yeni yıla 470 milyar liralık borç yüküyle girdi (02.01.2011-Cumhuriyet).
Değerli arkadaşlar, ne yazık ki;
Devlet olarak borçlanıyoruz!!!
Özel sektör olarak borçlanıyoruz!!!
Yerel yönetimler olarak borçlanıyoruz!!!
Vatandaş olarak borçlanıyoruz!!!
yani borçla yaşamaya başladık. Devlet olarak günlük 450 milyon dolar zorunlu borç ödemesi yüzünden, üretime dönük yeni yatırımlar da yapamıyoruz!!
SPK başkanı Vedat Akgiray’ın da belirttiği gibi, Çok borca bağımlı, krediye dayalı bir ticaret ve sanayimiz oluşmuş durumdadır. Bu uzun vadede ekonomimiz ne kadar büyürse büyüsün, daha da büyümemizi engelleyen tek faktör olacaktır (03.11.2010-Cumhuriyet)
Güzel ülkemiz halen dünyanın en yüksek faizini veren ülkelerindendir. Bu nedenle yüksek faizi duyan sıcak para ülkemize geliyor. Ve hazine ihalelerine katılan piyasa yapıcısı 12 bankanın 4 ü Türk, diğerleri ise yabancı ve Türk ortaklı yabancı bankalar oldu. Her ne kadar ticaret açığımızı kapatıyorsa da kısa vadeli sıcak para girişine karşı kalıcı önlemler alınmalıdır. Ayrıca yabancı para sahipleri 2006 Temmuz’dan itibaren %10 stopaj vergisi de ödemiyor. Yani vergi muafiyeti ile yabancılara bir çeşit kapitülasyon hakkı tanınmış durumdadır.
Değerli arkadaşlar,
Devletimiz direkt vergi toplayamadığı için zorunlu olarak dolaylı vergi almayı tercih ediyor. O nedenle sigara, içki ve akaryakıt gibi araçları kullanıyor. Dolayısıyla dünyanın en yüksek akaryakıt bedelini ödüyoruz. Bu bedel yüzünden, vizeyi kaldırdığımız Suriye’ye günü birlik giden halkımız, araçlarının depolarını tam doldurup geri dönüyorlar. Ayrıca komşularımızda çok ucuz olan sigara, içki ve akaryakıt fiyatları nedeniyle kaçakçılık da çok miktarda artmış durumdadır. Sadece sigara kaçakçılığı yüzünden oluşan vergi kaybımızı 2,5 milyar lira (05.01.2011-Milliyet).
GALİP BARAN (GB) :  Değerli Hocam
“Devlet direkt vergi toplayamadığı için zorunlu olarak dolaylı vergi almayı tercih ediyor” deyişiniz; sanki yükümlü vatandaşlar vergi ödüyor da, başımız sıkıştığında “NERDE!” diye feryat ederek aradığımız, vergi kaçırarak (kul hakkı yiyerek) kolunu kanadını kırdığımız, “malı deniz” dediğimiz gariban devletin toplamayı beceremediğini düşündürüyor…
Oysa, % 98’i Müslüman olan Türk Halkının neredeyse tümü vergi kaçırıyor.
Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sn Eser Karakaş’la  25. 07. 2003 günü NTV’de “ek-vergi” konusunda yapılan konuşmadan öğrendiğime göre: ABD vatandaşlarının % 20 si,  Avrupa Birliği vatandaşlarının % 40-50’si, Türk vatandaşlarının %98’i vergi kaçırıyor.
SORU: Toplayamayan mı, kaçıran mı suçlu? İşte bu noktada “vergi bilinci” olarak bilinen kavram ortaya çıkıyor.
“Vergi bilinci”, mükellefin vergisini, kendisine hizmet olarak döneceği inancıyla ödemesini öngören bir kavramdır, yükümlülüktür…
Aslında bilinç bütünsel bir kavramdır. Diğer deyişle, bilinçli iseniz, ne çevreyi kirletir, ne aşırı tüketir, ne trafik kurallarını ihlâl eder, ne de vergi kaçırırsınız…
Bu durumda, vergi toplaması gerektiği halde toplayamayan görevlilerin de aynı hamurdan yoğrulduklarını  dikkate alarak düşünecek olursak, toplaması gerekenin mi, ödemesi gerekenin (mükellefin) mi suçlu olduğu sorusunun yanıtı kendiliğinden ortaya çıkar.
“Vergi bilinci” konusunda kendimden bir örnek vermek istiyorum:
Başbakanlığa yaptığım 03. 09. 2001 tarihli başvurumla “Türkiye’yi dış borç yükünden kurtarmak” amacıyla bir “gönüllü vergi” kampanyası başlatmak istedim. Hazine müsteşarlığı’nın bu başvuruyla ilgili, Başbakanlığa gönderilen  22. 11. 2001 tarih ve HM.0.KAF.03.03 sayılı yazısında, kampanya önerimin takdirle karşılandığı, ancak bunun için bir yasal düzenleme yapılmasının gerekli olduğu ifade edildi. Böyle bir düzenleme ne yazık ki yapılmadı…
Sözü edilen “gönül vergi” kampanyasını, toplumda “vergi bilinci” oluşturmak amacıyla başlatmak istemiştim. Hazine Müsteşarlığı’nın öngördüğü yasal düzenleme yapılsaydı…
M. A. K. : Değerli arkadaşlar,
Hem halkımız hem de devletimiz savurganlığı bırakıp, tutumluluk içine girmelidir. Özellikle bu yıl, seçim yılı olması nedeniyle popülizm yapmadan harcamalarımıza çok dikkat etmeliyiz. Bu konuda birçok örnek verebiliriz:
G. GB :  Değerli Hocam,
“Hem halkımız hem de devletimiz savurganlığı bırakıp, tutumluluk içine girmelidir.” derken, bana göre devletle halkın farklı dünyaların insanları olduklarını varsayıyorsunuz, devletin memurlarının da aynı hamurdan yoğrulduklarını göz ardı ediyorsunuz gibi geliyor bana…
Aynı cümlenizde, “…..tutumluluk içine gir-meli-dir.” diyorsunuz. Oysa, “meli”, “malı”, “lim”, “lım” ekli cümlelerle yapılan,“Trafik kurallarına uyalım, uymayanları uyaralım”, “şehrimizi temiz tutalım” benzeri çağrı, rica ve beklentilerin bir işe yaramadığı o kadar açık ki…
Diğer taraftan, yukarıda da ifade edildiği gibi, “trafik bilinci” olan insan trafik kurallarını ihlâl etmez , “çevre bilinici” olan insan çevreyi (şehri), kirletmez, zaten…
M. A. K. : *   Kamuya ait taşıt sayısı, Japonya’da 10, İngiltere’de 12, Almanya’da 11, Fransa’da 9 bin adet iken Türkiye’mizde 83.383 adet. Devlet adına kiralanan araçları da unutmayalım (17.10.2010-Hürriyet).
G. B. :  Değerli Hocam,
“Devletin malı deniz” diyen millet biz değil miyiz?
M. A. K. : *    Trakya birlik, Eylülde Bulgaristan’a 84 kuruşa sattığı Ayçiçeğini şimdi 1 TL ye geri almaya çalışıyormuş (17.11.2010-ANKA). 
*   THY birçok Avrupa ligi takımlarına sponsor olmaya devam ediyor! Ancak 2010 yılının 3. Çeyreğini 23 milyon TL zararla kapattığını borsaya bildirmiş durumdadır (13.11.2010-Milliyet).
*  İran’la yapılan anlaşmadaki al ya da öde ilkesi gereğince, almadığımız doğal gaz için yaklaşık 1 milyar dolar ödemek zorunda kaldık. Keşke, bu gaz alınsaydı ve hava kirliğine neden olan bedava kömür yakımı yerine halkımıza dağıtılsaydı. 
* Kök salmayan tohuma servet ödüyoruz! ATO’nun Tarımsal üretim ve Tohumculuk raporuna göre, Karpuz tohumunu ABD den, Domates tohumunu Fransa-ABD-Hollanda dan, lahana tohumunu Almanya-Hollanda dan, turşuluk hıyar tohumunu ABD den alan Türkiye, son 8 yılda 860 milyon dolarlık tohum ithal etti (21.11.2010-Cumhuriyet). Bir tarım ülkesi olan güzel ülkemizde kendi tohumumuzu kendimizin neden üretemediğini merak ediyorum.
*    Et-balık kurumumuz vardı! Ülkemizde kırmız et üretim ve tüketimini kontrol ederdi. Ne yazık ki özelleştirmelerle birlikte satıldı. İşlevi yok oldu. En acısı sahip oldukları arazi ve arsalara birileri kondu. Şimdi ise büyük bir kırmızı et problemi yaşıyoruz. Yeniden et balık kurumu canlandırılmaya çalışılıyor ama çok geç kalındı. Büyük baş hayvan besiciliğimiz gereken teşvik görmediği için tükendi. İthal et serbest hale geldi. Yani başka ülkelerin hayvancılığını besler hale geldik (23.01.2011-Cumhuriyet).
*   2059 da 9,2 milyar insan nasıl doyacak! Dünya nüfusu giderek artıyor ve onları doyurmak büyük sorun olacak. Tarım alanları çok kıymetlenecek. Ne yazık ki güzel ülkemizin tarım alanlarının değerini bilmiyoruz. Güncel çıkarlar uğruna onları katlediyoruz. Örneğin, Edirne’de 3.200 dekarlık 1. Sınıf tarım arazisinin TOKİ’ye tahsis edilerek konut alanına dönüştürülmesi Edirne ve ülkemiz için büyük bir kayıptır (18.01.2011-Cumhuriyet).
*  Halkımız büyük bir ödeme sıkıntısı içinde. Ödeyemeyince sahip oldukları malları icradan satılık hale geliyor. Nitekim 6.802 gayrimenkul, 141 adet menkul ve binlerce araç icralık.com da alıcı bekliyor (25.07.2010-Cumhuriyet). 
*   Yöneticilerimizin övünerek söylediği gibi Merkez bankamızda biriktirdiğimiz 75 milyar dolarımız varmış. Bu birikimin yerli piyasamıza kredi olarak verilmeyip, nasıl değerlendirildiğini merak ediyorum!!!
*   Gazete ve televizyonlarda her gün yüzlerce satılık konut ilanları var! Bunları kim alacak ve nasıl ödeyecek? Ayrıca bir çoğunda çok ucuz fiyatlar söz konusu. Yani maliyetinden daha düşük değerlerde satış var. Özellikle bu değerlerde binaların yapılmasının mümkün olmadığını düşünüyorum. Yani yeni Banker Kastelli’lerin ortaya çıkacağını ve bu yüzden birçok vatandaşımızın mağdur olabileceğinden kaygılanıyorum. Neyse ki BDDK’ın almış olduğu kararla, bankalar 01.01.2011 den itibaren konut değerlerinin %75 ne kadar kredi verecekler (18.12.2010-Milliyet). Bu şekilde satılan konutların ve alacak kişilerin ödeyebilme niteliklerinin denetlenmesi sağlanabilir sanıyorum. Nitekim IMF de konutta hem üreticiye hem de nihai alıcıya kredi kullandırılmasının sıkıntı yaratacağını vurgulamaktadır. Aksi halde ABD de birçok bankanın aşırı ve denetimsiz mortgage kredi uygulaması ile yaşadığı iflaslar, bizim bankaların da başına gelebilir.
*  AB-D emperyalizmindeki silah şirketlerinin hazırladığı ve NATO’nun dayattığı, yaklaşık 40 milyar dolara mal olacak Füze kalkanı için ülkemiz ne kadar bedel ödemek zorunda kalacak, hep birlikte göreceğiz.
Umarım büyük bir borç batağına sürüklenen çilekeş halkımız, öncelikle tüketim bedeli giderek artması beklenen akaryakıt ve doğalgaz tüketimine özen gösterirler. Yine Sn. Kemal Derviş’in belirttiği gibi “Ülkemizin hızlı ve sürekli bir büyümesi için %25 lik bir tasarrufa ihtiyacı vardır” (Milliyet-12.07.2010) uyarısını dikkate alırlar. Ayrıca tüm yönetici ve danışmalarının da halkımıza her alanda tasarruf konusunda örnek olmalarını bekliyoruz!!!
G. B. :  Değerli Hocam,
Ayrıca tüm yönetici ve danışmalarının da halkımıza her alanda tasarruf konusunda örnek olmalarını bekliyoruz!!!” diyorsunuz…
Halkımıza örnek olmalarını beklediğiniz yöneticileri ve danışmanları; yukarıda da ifade edildiği üzere, aynı hamurdan yoğrulduklarına  göre, ithal mi edeceğiz…***
ÖZEL NOT: Değerli Hocam,
Başta da ifade ettiğim gibi ben bir “yasa bağımlısı”yım. Bu özelliğimle belki de dünyada tekim. Diğer taraftan, “yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi”ni özümsemiş, “diğerkâm bir kişilik” edinmiş birisiyim. Yıllardır devam eden “okul dışı eğitim” olarak tanımladığımız, insanı, davranışlarını ve nedenlerini araştırdığımız, beni bencillikten kurtaran, bilinçlendiren çalışmalarda edindiğim “tecrübi bilgi” ile, işlevi aşağıda açıklanan Bilinç Üniversitesi’ni kurdum. Aynı süreçte, Kendimi tanımağa başladığımın, “Bilinç Çağı”nda yaşamağa başladığımın ve Bilinçolog olduğumun da farkına vardım.
(1)    :  Bilinç Üniversitesi’nin işlevi: “Bilgi Çağı”  üniversitelerinin, zamanla Bilinçoloji Ana Bilim Dalına dönüşebilecek Bilinç Enstitüsü ya da Bilinç Kürsüsü gibi bölümler kurmalarına yardımcı olmak; böylece, yalnız bilgili değil aynı zamanda bilinçli mimar, mühendis, doktor, sosyolog, psikolog v.b. meslek mensuplarının yetişmesine katkıda bulunmaktır.
DAHASI: Prof. Dr. Sayın M. Akif Çukurçayır’ın aşağıda görülen makalesine göre, aynı zamanda, “Erdem öğreten bir deli (!)”yim.

21 Ocak 2011 Cuma

CUMHURİYET HALK PARTİSİ GENEL BAŞKANI
SAYIN KEMAL KILIÇDAROĞLU’NA "AÇIK MEKTUP" VE DİLEKÇE…

Kemâl Kılıçdaroğlu
CHP Genel Başkanı
KONU: Milletvekili olma talebimdir.
Sayın Kemal Kılıçdaroğlu,
Bu mektubu Başbakan Erdoğan için söylediğiniz, “Senin mali sicilin kirli” başlıklı haberi (Sözcü/ 5.12. 2010) okuduktan sonra yazmağa karar verdim…
Önceki mektuplarıma cevap alamadım. Bunun, yönetimi (Başbakanı) denetlemek ve ondan hesap sormaktan kaynaklandığını biliyorum.
Diğer taraftan, Başbakanı denetlemenin ve ondan hesap sormanın Başbakan olmaktan daha önemli bir görev olduğunu da biliyorum. Biliyorum zire ben de Turgutreis’te kurduğum TUBİKOM (Turgutreis Belediyesi’ni İzleme Komitesi) adına Turgutreis Belediye Başkanlarını 1998 yılından beri denetliyorum ve onlardan hesap soruyorum
Ancak, denetleme ve hesap sorma işini, kendimden başlatıyorum. Özdenetim uyguluyorum. SİCİLİMİ temiz tutmak için her türlü çabayı harcıyorum. Görenlerin, “herkes senin gibi olsa”, “senin gibilerin sayısı çoğalmalı” benzeri sözlerle övmelerine bakılırsa, sicilimin temiz olduğu söylenebilir…
SİCİLİM: Çevre, tüketim, trafik, sağlık, vergi, rüşvet, iş ahlakı (ahilik), milli servet, imar ve her şeyi devletten bekleme gibi alanlarda başlattığımız, “okul dışı eğitim” olarak tanımladığımız, (a) “yasa bağımlısı” olmamı, “yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi”ni özümsememi, “diğerkâm bir kişilik” edinmemi, bilinçlenmemi, bencillikten kurtulmamı, (b) edindiğim “tecrübi bilgi” ile, işlevi aşağıda açıklanan Bilinç Üniversitesi’ni kurmamı, (c) kendimi tanımağa başladığımın, “Bilinç Çağı”nda yaşadığımın, Bilinçolog olduğumun farkına varmamı sağlayan çalışmalarımızın ürünüdür. Sicilim, örneğini kargo ile gönderdiğim dosyada görülebilir…
Sayın Kılıçdaroğlu,
“İktidara Yürüyüş” sloganıyla düzenlenen CHP Kurultay’ında, iş adamlarına, sanayicilere, esnafa, çiftçilere, üniversite hocalarına, yargıçlara ve yurttaşlara, “Unutmayın korkaklar her gün, yürekliler bir gün ölür. Ben buradayım, AYAKTAYIM” dediniz.
AYAKTA olanlardan birisi de benim: 23. 8. 2009 günü Bodrum-Yalıkavak’ta gerçekleştirilen, Prof. Dr. Süheyl Batum’un da konuşmacı olarak katıldığı “Bağımsız yargı, tarafsız adalet” konulu panele izleyici olarak katıldım.
Ön yüzünde “yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi”, arka yüzünde “72 milyonluk aile, Türkiye Projesi” yazılı bir önlük giyerek katıldığım o etkinlikte, panelistlerden Ümit Zileli’nin, “ayağa kalkma zamanı” demesi üzerine ayağa kalktım ve “ben ayaktayım” dedim ve kalkmaları için salondakilere seslendim. Kalkanlar, alkışlayanlar oldu.
Alkışlayanlara; giydiğim önlükteki yazıların anlamını, “yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi”nin araç, “72 milyonluk aile, Türkiye”nin amaç olduğunu söyleyerek açıkladım...
Sayın Kılıçdaroğlu,
MV olabilmenin; böylece, egemenliğin kayıtsız şartsız sahibi olması gereken, ancak, her şeyi, halâ devletten (Cumhurbaşkanı’ndan, Başbakan’dan, TBMM Başkanı’ndan, Genel Kurmay Başkanı’ndan) bekleyen halkıma SEÇİLENLERİ , yalnız seçilenleri değil, ATANANLARI da denetlemenin ve onlardan hesap sormanın ne kadar önemli bir görev olduğunu ANLATMA fırsatını yakalamanın tutku ve heyecanı içindeyim...
Sayın Kılıçdaroğlu,
Kurultay’da, Siyasi Ahlak Yasası çıkarma sözü verdiniz… Ahlâkın yasayla sağlanamayacağını, ahlâksızlıkların yasayla önlenemeyeceğini bilmediğinizi, kural tanımazlığın yaygın ifadesi “Burası Türkiye” deyişinden bi-haber olabileceğinizi düşünemiyorum…
Ben; örneği ekli, “Diğerkâmlık Andı”nda da ifade edildiği üzere,“Burası Türkiye Bağımlılığı” ile savaş verenlerden birisiyim. Bu savaşı, yukarıda sayılan alanlarda başlattığımız çalışmalarda edindiğim birikimden aldığım güç ve inançla gerçekleştiriyorum.
“Yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi”ni özümsemeyi başarabildiğimizde, 72 milyonluk bir aile olacağımızı, ADALETİN sorun olmaktan çıkacağını; bu kadar çok polise, savcıya hakime gerek kalmayacağını; “Yargıtay’ın iş yükü”nün azalacağını; yolsuzlukların sona ereceğini; Türkiye’nin çağ atlayacağını aynı güç ve inançla iddia ediyorum…
MV olduğum takdirde gerçekleştirmek için çalışacağım hedeflerin başta geleni: Sicil Dosyamın sonunda yer alan, bağımsız aday olarak katıldığım 2007 Genel Seçimiyle ilgili bildirgemin son maddesinde, “TBMM’nin örnek bir ‘SENCİLLER MECLİSİ’ olması için çalışmak” cümlesiyle ifade edilmiştir…
Sayın Kılıçdaroğlu,
“Yasa bağımlısı” Galip Baran’a Milletvekili olma, böylece Yasama Organı’nda (TBMM’de) konuşma fırsatı verildiğinde, Türkiye’nin;
* Bal tutanın parmağını yalamadığı,
* Devletin malının deniz sayılmadığı,
* Selâmın rüşvet olarak algılanmadığı,
* Gemisini yürütenin kaptan olmadığı,
* Para veremeyenin de düdüğü çalabildiği,
bir ülke olma sürecinin başlayacağını ifade etmeme izin vermenizi istiyorum.
MV olma talebimi bu süreci dikkate alarak değerlendirebileceğinizi düşünüyorum.
Saygılarımla.
Galip Baran
Bilinç Üniversitesi (1) Kurucusu
TEL: (0252) 382 34 77 / (0535) 844 84 76
E-POSTA: galipbaran@ttmail.com
WEB: www.bilinc-universitesi.blogspot.com / www.galipbaran.blogspot.com
(1) : Bilinç Üniversitesi’nin işlevi: “Bilgi Çağı” üniversitelerinin, zamanla Bilinçoloji Ana Bilim Dalına dönüşebilecek Bilinç Enstitüsü ya da Bilinç Kürsüsü gibi bölümler kurmalarına yardımcı olmak; böylece, yalnız bilgili değil aynı zamanda bilinçli mimar, mühendis, doktor, sosyolog, psikolog, antrapolog v.b. meslek mensuplarının yetişmesine katkıda bulunmaktır.
EKİ:
1. Diğerkâmlık Andı
2. Sicil Dosyam.

18 Ocak 2011 Salı


Emniyet Genel Müdürlüğü
ANKARA
KONU: Şikâyetlerimiz ve taleplerimiz…
İlgi  1:   Emniyet Genel Müdürlüğüne 14. 05. 2010 tarihli başvurum
İlgi  2:   Emniyet Genel Müdürlüğüne 25. 06. 2010 tarihli başvurum
İlgi  3:   Emn. Gen. Müdürlüğü Eğitim Dairesi Başkanlığının 19. 08. 2010 tarihli cevabı
İlgi  4:   Emn. Gen. Müdürlüğü Eğitim Dairesi Başkanlığına 29. 08. 2010 tarihli başvurum
ÖNBİLGİ:
Çevre, tüketim,  trafik, sağlık, vergi, rüşvet, iş ahlakı (ahilik), milli servet, imar ve her şeyi devletten bekleme gibi alanlarda başlattığımız; insanı, davranışlarını ve nedenlerini araştırdığımız, “okul dışı eğitim” olarak tanımladığımız çalışmalar: (a) “yasa bağımlısı” olma, (b) “yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi”ni özümseme, (c) “diğerkâm bir kişilik” edinme, (d) bilinçlenme, (e) bencillikten kurtulma, (f) edindiğim “tecrübi bilgi” ile işlevi aşağıda açıklanan Bilinç Üniversitesi’ni kurma, (g) kendimi tanımağa başlama, (h) “Bilinç Çağı”nda yaşadığımın ve bir Bilinçolog olduğumun farkına varma konularında ufkumu açtı…
 “Trafik kurallarına uyalım uymayanları uyaralım” sloganının yaşama geçirilmesini kolaylaştırmak amacıyla “Kırmızıda Duralım Kurallara Uyalım” sloganıyla yıllar önce başlattığımız, “Kırmızıda Dur Vatandaş Ol, Durmayanı Durdur Yurttaş Ol” sloganıyla sürdürdüğümüz “okul dışı eğitim” çalışmaları “yasa bağımlısı” olmamı sağlamada etkili bir işlev gördü…
ŞİKÂYETLERİMİZ:
(1)    :  İlgi 1’deki başvurumla, yasayla ilgili kurum ve kuruluşlarda çalışan görevlilere ve gelecekte aynı kurum ve kuruluşlarda görev yapacak öğrencilere “yasa bağımlılığı” konusunda bilgilendirme konferansları verme talebinde bulundum.
İlgi 2’deki başvurumla, İlgi 1’deki başvuruma yanıt verilmediğini bildirdim.
Emniyet Genel Müdürlüğü Eğitim Dairesi Başkanlığının bu başvurulara cevap olan  İlgi 3’deki yazısında:
“Yasa Bağımlılığı” konusunda sistematik bir biçimde araştırıp, elde ettiğiniz bilgileri paylaşmanızın, başta kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan personel olmak üzere toplumun bu konuda bilgi sahibi olmasında son derece etkili olacağı, bu alanda çalışma yapan/yapacak olanlara ışık tutacağı değerlendirilmektedir.
Bu kapsamda, Genel Müdürlüğümüzce “Yasa Bağımlılığı” konusunda eğitim düzenlenmesi halinde, eğitici olarak bilgi ve tecrübelerinizden faydalanmak için şahsınız ile temasa geçilecektir”denildi.
Bu olumlu cevaba rağmen, konferans verme talebimiz dikkate alınmadı.
Konuyu, Emniyet Genel Müdürlüğü Eğitim Daire Başkanıyla makamında görüştük.
Bu görüşme de, konferans verme konusunda bir sonuç almamızı sağlamadı…
Emniyet Genel Müdürlüğü Eğitim Daire Başkanından şikâyetçiyiz.
(2)      :  “Kırmızıda Dur Vatandaş Ol, Durmayanı Durdur Yurttaş Ol” sloganıyla başlattığımız, önceki yıllarda pek çok il ve ilçede defalarca yaptığımız çalışmayı 20 Ekim 2010 günü Ankara Kızılay Meydanı Kavşaklarında da bir defa daha yapmak için Ankara Valiliğine başvurduk. Bunun için Sabıka Sicili ibraz etme zorunda bırakıldık. Engellenmek istendik…
Ankara Emniyet Müdüründen şikâyetçiyiz.
(3)     : Aynı çalışmayı 1998 yılında, İstanbul’da yaptığımız gün de gözaltına alındık. Engellendik… (Milliyet/ Kırmızı ışık eylemcisine gözaltı/ 22. 04. 1998)
Bizleri, o çalışmayı yaparken gözaltına aldıran, halen İzmir Emniyet Müdürü olarak görev yapan İzmir Emniyet Müdüründen şikâyetçiyiz.
Ankara Kızılay Meydanı Kavşaklarında da engellenmemizle ilgili olarak Emniyet Genel Müdürü ile görüşmek istedik. Trafikten Sorumlu Emniyet Genel Müdür Yardımcısının özel kalem müdürüne bir not yazdırdık.  
Bu girişimimizden de bir sonuç alamadık…
(4)      :   Trafikten sorumlu Emniyet Genel Müdür Yardımcısından da şikâyetçiyiz.
8. 05. 2010 tarihinde Bodrum Belediye Meclis Salonunda bir “yasa bağımlılığı” Konferansı düzenledik. Bodrum Kaymakamı davet ettiğimiz halde katılmadı.  Kaymakam katılmayınca basın da ilgi göstermedi…
(5)      Davet edildiği gelmeyen, mazeret dahi bildirmeyen Bodrum’da Kaymakamından de şikâyetçiyiz.
SONUÇ OLARAK:
Yıllardır üstümüze düşenden fazlasını yaparak  sürdürdüğümüz  çalışmalarda edindiğimiz bilgi, birikim ve deneyimlerimizi kendileriyle paylaşmak istediğimiz, “iş yükünü azaltmak” amacıyla  el uzattığımız Emniyet Genel Müdürlüğü görevlilerinin bizi engellemeye kalkışmalarını anlamakta, kabul etmekte zorluk çekiyoruz...
Bu durumun “toplum destekli polis” söylemiyle nasıl bağdaştırılabildiğini merak ediyoruz.
Haklarında şikayetçi olduğumuz,  benzer çalışmaları yapmayı düşünen vatandaşları dolaylı bir şekilde de olsa etkileyerek  ”yasa bağımlısı” sayısının  artışını  engelleyenler hakkında gerekli işlemlerin yapılmasını talep ediyoruz.
TALEPLERİMİZ :  
*    İlgi 1’deki başvurumda sözü edilen, yasayla ilgili kurum ve kuruluşlarda çalışan görevlilere ve gelecekte aynı kurum ve kuruluşlarda görev yapacak öğrencilere “yasa bağımlılığı” konusunda bilgilendirme konferansları vermemizin sağlanması.
*     İlk ve orta öğretim okullarında okunması tartışılan “ANDIMIZ”ın polis okul, kolej ve akademisi  öğrencilerine mezuniyet törenlerinde okutulması.
*    “Yasa bağımlısı” olmamı, “yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi”ni özümsememi, “diğerkâm bir kişilik” edinmemi sağlayan  çalışmaları yaparken geliştirdiğimiz “Diğerkâmlık Andı”nın birer örneğinin polis okul, kolej ve akademisi  öğrencilerine dağıtılması.
*     Emniyet Genel Müdürlüğü teşkilatında çalışanlara, özellikle de emekli olanlara bilinç konusunda bir sempozyum düzenlememize olanak sağlanması.
Saygılarımızla.
Galip Baran
Bilinç Üniversitesi (1) Kurucusu
TEL: (0252) 382 34 77 / (0535) 844 84 76
E-POSTA: galipbaran@ttmail.com
(1)    : Bilinç Üniversitesi’nin işlevi: “Bilgi Çağı”  üniversitelerinin, zamanla Bilinçoloji Ana Bilim Dalına dönüşebilecek Bilinç Enstitüsü ya da Bilinç Kürsüsü gibi bölümler kurmalarına yardımcı olmak; böylece, yalnız bilgili değil aynı zamanda bilinçli mimar, mühendis, doktor, sosyolog, psikolog, antrapolog v.b. meslek mensuplarının yetişmesine katkıda bulunmaktır.
EKİ :  Diğerkâmlık Andı
ADRES Galip Baran,
                 4076 Sokak No: 5/2
                 Turgutreis-Bodrum
                 MUĞLA

8 Ocak 2011 Cumartesi

Araştırmacı-Yazar, Mustafa Nevruz SINACI
ÖRTÜLÜ ÖDENEK SKANDALI
Mustafa Nevruz SINACI
            Geleneksel adı “tahsisatı mesture” olan “örtülü ödenek”, yerine göre “temsil giderleri” veya namı arpalığa çıkmış ‘fon’lar; Ne tuhaftır ki, sözde açık toplum, saydam devlet ve hukuk üstünlüğünü esas almış görünmemize rağmen elli yıldır takip, hesap ve denetim dışı!..
            Emsali en melânet diktatörlüklerde bile görülmemiş bir keyfilik, hadsiz-hesapsız israf, sorumsuz masraf ve Osmanlı Padişahlarına dâhi nasip olmamış bir saltanat sürüp gitmekte...
            Oysa elli yıl önce “son başvekil” Adnan Menderes, “örtülü ödenek”inin son kuruşuna kadar hesabını vermişti. O devirde zaten hesap, takip ve kontrol dışı her hangi bir tahsisat, fon veya gizli hesap yoktu. Şimdi “kurum” olarak muamma, denetim dışı olanlar bile var!..
Bunun neresi cumhuriyet?
Neresi demokrasi, adalet veya hukuk devleti?... Anlamak mümkün değil..
Adı, anlamı ve söylem biçimi her ne olursa olsun; Usul veya yasa gereği neden, nereye harcandığı açıklanamayan, belgeleri de (hesabı verilmeden) harcama sonrası imha edilen ve tümüyle makam sahibinin inisiyatifine tabii olan tahsisat (ödenek) olur mu hiç?..
Mutlak surette kamu yararı ve millet menfaatine olsa veya:
“Türkiye Cumhuriyeti’nin kapalı istihbarat ve kapalı savunma hizmetleri, devletin milli güvenliği ve yüksek menfaatleri ile devlet itibarının gerekleri yönünde siyasi, sosyal ve kültürel alanlarda kullanılmak üzere” yasa hükmü konulmuş bulunsa bile..
TBMM’de ibra olunmadıkça hiçbir hesap yahut örtülü bir ödenek kapatılamaz..
Bu, kamu vicdanının emri, adalet, ahlâk ve hukuk gereğidir.
Amacı: Memleketimizi yurt içinde ve dışında çeşitli yönleriyle tanıtmakla görevli kuruluşların kaynaklarını artırmak, Türk kültür varlığının yayılmasını sağlamak” biçiminde açıklan, kendi kaynakları olan ve harcamaları Başbakanın onayı ile yapılan “Tanıtma Fonu” dâhil bütün fonlar Meclis ve Sayıştay denetimine alınmak olmak zorundadır. 
DEVLETİN EN TEMEL GÖREVİ “DENETİM” DİR.
Denetim dışı tahsisat, fon haksız israf, arpalık, peşkeş ve saadet zinciri demektir. 
Türkiye Cumhuriyeti’nin 1923 – 1938 ve 1950 – 1960 dönemleri; Hindistan ve Rusya’dan gelen yardımlar dâhil, milletin ve Millet Meclisi’nin bilgisi dâhilindedir. Bu iki dönemin milletten saklısı-gizlisi yoktur.  Buna mukabil; 11 Kasım 1938 ilâ 13 Mayıs 1950 arası ve 27 Mayıs 1960 sonrası son derece karanlık, saklı, gizli, gizemli ve ayıplıdır..
Niçin acaba!..
Devlet arşivlerinde mevcut 1960/21 Esas ve 1960 tarihli dava dosyasına bakılırsa olay daha iyi anlaşılır!.. Orada karşınıza, Cumhuriyet’in gelmiş geçmiş en namuslu, dürüst, şerefli, onurlu, soylu ve sorumlu Başvekil’i çıkar. Demokrasi Şehidi Ali Adnan Menderes, emrindeki örtülü ödeneğin, on yılı kapsayan bütün belgelerini ibraz ederek melânet mahkemede alnının akı ile hesap vermiş;, Lâkin 1945’de, “devr-i sabık yaratmayacaksınız” şartıyla DP’ye kuruluş izni veren CHP (ve türevleri) 1938 -1950 döneminin hesabını vermeyi daima şiddetle men ederek kaçmış, hesap vermekten korkmuş ve kaçmışlardır.
HUKUK, AHLÂK VE DEMOKRASİNİN UTANCI
“Erdoğan'dan örtülü ödenek rekoru; 16 Aralık 2010 Perşembe, Gazeteler”
“Başbakanlık örtülü ödenek harcamaları 400 milyon liraya dayandı.
2003 yılında toplam 103 milyon lira olan örtülü ödenek harcaması, 2010 Aralık ayı başında 383.170. 247.- liraya yükseldi. TBMM’de Başbakanlık bütçesinin görüşmeleri sırasında Başbakan yardımcısı B. Arınç, 2010 yılında örtülü ödenek kapsamında 383.170.247 lira harcandığını söyledi. 2010 başında bütçeye sadece 230 bin lira, “örtülü ödenek” harcama kalemi konulmuştu. Yılsonunda gerçekleşen harcama ödeneğin çok üzerinde oldu. Yıl içinde fasıllar arasında ve tanıtma fonu gibi kaynaklardan aktarma yapılarak ödenek miktarı arttırılıyor. 2009 yılında örtülü ödenek harcamaları 341.971.042 liraya ulaştı. Buna göre 2003’de sadece 103 milyon TL olan örtülü ödenek harcaması, aradan geçen 8 yılda katlanarak bir rekor ve skandal düzeyine ulaştı.
Başbakanlık Örtülü Ödenek harcamaları son 8 yılda şöyle gerçekleşti:
Tahsis Edilen Kaynak:           Toplam Harcama    :
2003 yılı 175 bin TL             103 milyon 012 bin 740 TL
2004 yılı 174 bin TL             107 milyon 375 bin 284 TL
2005 yılı 200 bin TL             084 milyon 088 bin 668 TL
2006 yılı 200 bin TL             207 milyon 646 bin 000 TL
2007 yılı 220 bin TL             262 milyon 286 bin 521 TL
2008 yılı 220 bin TL             290 milyon 981 bin 700 TL
2009 yılı 230 bin TL             341 milyon 971 bin 042 TL
2010 yılı 230 bin TL             383 milyon 170 bin 247 TL
Kahrolası muhalefet, neden gizli celse istemez ve hesap sormaz acaba?..!...
HER MELÂNETİN SEBEBİ MUHALEFETTİR!..
Zira Mecliste vekili; memur veya parlâmenteri olsun veya olmasın, bütün kitle siyasi partileri hükümetleri izlemek; Her derece ve düzeyde fiil ve eylemlerini denetlemek, hesap sormak, kamu zararına olan haksız, hadsiz, hukuksuz ve hesapsız karar, sarf, tasarruf ve tüm işlemlerini iptal ettirmek zorundadırlar.
Bu amaçla siyasi polemik, propaganda ve dedikodu yolu değil; Doğrudan TBMM kürsüsü, soru ve gensoru önerge yolu kullanılmalı; Cumhuriyet Savcılıklarına suç duyuruları yapılmalı ve Türk Milleti adına karar vermeye memur “bağımsız ve tarafsız” mahkemelere dava açılmalıdır. Bunları peş peşe ve sonuç alıncaya kadar yapmayan bir parti, siyasi değil ticari; 2820 Sayılı Kanun ve Anayasanın emrettiği kitle partisi değil, düpedüz şahıs ve sulta partisidir. Ki, bu ve benzeri antidemokratik kurumlar, şu gelinen noktanın suçlusu, insan hakları, adalet ve hukuku yüz karasıdırlar.
GALİP BARAN 
“BU KONUDA” 
NE DİYOR?..     
“….bunu  (mevcut parti, sulta ve parlâmenterlerin örtülü ödenek hesabı sormamasının nedenini) bilmeyecek ne var sayın SINACI. Hesapta bir gün iktidar olmak varsa, aynı kaynak ve olanaktan yararlanmak söz  konusuysa, binilecek dalı kesmek ne mümkün!.. İşte ’Burası Türkiye’ ve insan bencil bir varlık... Bu duruma  şaşıranlara ben şaşıyorum. Devam edersen, şaşırmamayı sen de öğrenirsin. Galip BARAN"
EVRENSEL İNSAN
“(…) Onun için, “her insanın vicdanının sesini dinlemesi çok önemlidir. 
O vicdan sesi sonunda (…) toplumun vicdan sesi haline gelir ki, bizim ülkemizin en büyük sıkıntısı budur. Bizim halkımız vicdan sesini dinlemek istemiyor çünkü çok materyalist olmuş durumda. Çok Bencil (beyinsiz, aklı kıt, imansız, onursuz ve sorumsuz) bir milletiz biz.  Dolayısıyla, (…), vicdan sesini savunan, vicdanının ifadelerini ortaya koyan varlıklara çok ihtiyacımız var. Bu memleketin; bilim adamından, ekonomistten, iyi siyaset adamından ziyade, vicdanının sesini çekinmeden ortaya koyabilen, gerçekten yürekli, gerçekten sevebilen insanlara ihtiyacı var. Bizim para, bilgi, şöhret, sandalye severlere değil, birtakım menfaatler uğruna “üç maymunlar”ı oynayan insanlara değil, tam tersine vicdan sesini ifade etmeye çalışan, seven, uyum sağlayan, ortak alan kurabilen insanlara ihtiyacımız var.
Bizim asıl sıkıntımız buradadır.” (*)
Adam gibi adamlardan, namuslu-dürüst, onurlu ve sorumlu insanlardan müteşekkil bir muhalefet ile gerçekten “millet adına” iş gören savcı, mahkeme ve yargıçlar olsa; Memlekette bu kadar saklılık, gizlilik, adaletsizlik, haksızlık, hukuksuzluk, yolsuzluk ve iki resmi dil talep edebilecek kadar soysuzluk olur mu idi acaba?..
Elbette olmazdı.
Öyle ise “ey muhalefet: ya görevini yap, ya da sahneyi siyaset-i bırak”
Defol git, hangi cehenneme gideceksen..
Yeter ki sahneyi siyasete “onurlu ve sorumlu, dürüst” insanlar gelsin!.. 
(*) “Evrensel İnsan”, Ergün Arıkdal, s. 222, Galip Baran-Bilinç Üniversitesi)

Siyaset Bilimci-Hukukçu, Mustafa Nevruz SINACI
Akaryakıt da Zaaf, 
Soygun ya da Vurgun!..
Mustafa Nevruz SINACI
            2010 yılı 27 Aralık tarihi itibarıyla;
Bir varil ham petrol’ün alış fiyatı maksimum: 85 dolar = 127.50 TL
Bir varil (%1+-) 159 litre ham petrol alıyor,
Yani: 127.50.-TL : 159 lt = 0.80 kuruş/litre; CİF ithal maliyeti.
BENZİN’in rafineri çıkış fiyatı: 0.93 -94 kuruş civarında.
Bir lira bile değil!..
MAZOT (motorin)’in rafineri çıkış fiyatı: 0.90 kuruş.
Bu, çıkış/piyasaya arz-satış fiyatına rafineri kârı dâhildir.
Şu hale nazaran, görünen “rafineri kârı” % 10-15 arası olsa gerek!..
Ancak bu bilgiler “örtülü ödenek sırrı” gibi saklanıyor…
Tıpkı Doğalgaz ithalinde olduğu gibi…
Buna rağmen, hiçbir bilgi meçhul değil, her şey ortalıkta.
Eğrisi-doğrusu, masumu-maksatlısı bütün bilgiler aslında ortada..
Wixileaks, Lockheed ve diğer skandallar gibi…
VAHİM OLAN MESELE NE?..
Türkiye, dünyadaki petrol piyasasına kıyasla pompa fiyatlarında ve akaryakıttan alınan vergilerde 2 adet dünya rekoruna sahip. Benzinin rafineri çıkış fiyatı ile satış fiyatı arasında fahiş farklar var. Rafineri çıkış fiyatı ile satış fiyatı arasında 3-4 kata varan artışlar var.
Benzin ve motorinin rafineri çıkış fiyatları ile satış fiyatları karşılaştırıldığında aradaki fahiş fark gün yüzüne çıkıyor. Ülkemizde benzin’in rafineri çıkış fiyatı 0,93 kuruş, motorin’in rafineri çıkış fiyatı da 0,90 kuruş olarak gerçekleşiyor.
Yani: 1 litre benzin rafineriden 0,93 kuruşa çıktıktan sonra yüzde 403 – 425 artışla 3.75,- 3.80,- 4.00 liraya varan “insanlık, din-iman, akıl ve mantık” dışı bir zalimlik, alçaklık, duyarsızlık, arsızlık, onursuzluk ve sorumsuzlukla satılıyor.
Bir litre mazot rafineriden 0,90 kuruşa çıkıyor % 351 artışla 3.30,- 3.32., kırsal motorin ise 3.16,- 3.18 liradan, aynı mezalim anlayışla satılıyor.
22 ay öncesi ile kıyaslandığında, ithalât ve rafineri fiyatları daha düşük durumda ama pompa da tam tersi durum hâkim!
Bu akılsızlık, adaletsizlik ve hukuksuzluk anlaşılır gibi değil!..
Üstelik dünyanın petrol denizi Türkiye’nin yanı başında… Bazı Avrupa ve Uzakdoğu gibi binlerce km den petrol ithal eden bir ülke değiliz.
VERGİ SKANDALI
            Akaryakıt ürünlerinde vergilere bakıldığında bir başka dünya rekoru karşımıza çıkıyor.
Benzinde rafineri çıkış fiyatına uygulanan vergi oranı ortalama yüzde 266 iken mazot da bu oran yüzde 188. Şu tabloyu lütfen dikkatle inceleyiniz:
Benzin rafineri çıkış        : 0,93 TL, Pompa fiyatı 3,75 TL, Fark +% 403
Motorin rafineri çıkış       : 0,94 TL, Pompa fiyatı 3,30 TL, Fark +% 351
Kırsal motorin                    : 0,93 TL, Pompa fiyatı 3,16 TL, Fark +% 339
Türkiye ithal ettiği ham petrolü rafinerilerinde işliyor. Fakat işlenen benzinin ancak
yarısı iç piyasada tüketilebiliyor. İhtiyaç fazlası petrol yurtdışına ihraç edilirken litresi 0,93 kuruştan satılıyor. Yani Türkiye’de pompada 3,75 – 4.00 TL olan benzin yurt dışına 0,93 kuruşa depolara doldurulmaya ve kullanıma hazır olarak satılıyor. Bu kadar hayati, sinerjik etki içeren ve stratejik bir üründe vatana ihanet gibi bir şey bu…
            DURUM!...
            23 Aralık 2010 tarihinde geçerli fiyat ve döviz kurları bazında yapılan hesaplamalara göre, Türkiye, 28 Avrupa ülkesi içinde ve dünyada benzin ve motorini en pahalı (fahiş fiyata) satan tek ülke.. Bu, idare ile iştigal eden eşhas, parti veya siyasi mekanizma yönünden büyük bir utanmazlık, aymazlık, onursuzluk ve sorumsuzluk olarak değerlendirilebilir. Aksi takdirde bu unsurların, idare kudretinden aciz yahut emir kulu veyahut kolaycı olduklarını düşünmekte mümkün… Her iki halde de halka yapılan bir eziyet, işkence ve zulümdür.
İnsanı içten içe ve alenen kahreden bir başka meselede,  aptal yerine konularak, alay konusu yapılma girişimleridir.
Örneğin, adının başında Prof. Dr gibi akademik ve karizmatik unvanlar taşıyan, kimlik-kişilik, onur ve erdem yoksunu bir insanlık düşmanı piyon ekranlara çıkartılıp, “Türkiye'deki benzin fiyatı 1,9 euro düzeyinde bulunurken, 1 litre benzinden alınan ÖTV ve KDV 1,2 euro ulaşıyor. ÖTV ve KDV, satış fiyatının da yüzde 66,8'ini oluşturuyor” biçimi yalanlar söyleyebiliyor, bu işin arkasında oynanan kara-kirli ve menfur oyunları pekalâ savunabiliyor.
Ne kadar alçakça ve küstahça değil mi?..
            Oysa bütün dünya biliyor ki, bu işin arkasında haksız “fahiş” kazanç, ahlâksız edinim, kaçakçılık, potansiyel oy’a tahvil babında yatırım, yandaş medya, yoldaş dernek, sırdaş vakıf ve sair partizanlara kaynak aktarma, kaynak yaratma; Kanunla tayin, tertip, idame ve ikamesi  kabil olmayan bazı “saklı-gizli” işlerin finanse edilmediği ne malum!..
            Bir de “akaryakıt kaçakçılığının” milyar dolarlara varan hacmi hesaba katılırsa!..
            Belki mesele anlaşılır. Lâkin bu pahalılık zulmünün sebebi anlaşılamaz.. 
            MUHALEFET NE İŞ YAPAR?
            Bütün bu soygun, vurgun karşısında niçin muhalefet suspus?
            Başta Akaryakıt, Doğalgaz, Telefon, Elektrik, Su, Et, Süt vb. gibi “temel girdi” ve hayati ürünlerin “dünyanın en pahalı fiyatına” satılmasına ve “soygun-vurgun” kapısı olarak kullanılmasına muhalefet partileri niçin sessiz, yaptırımsız, ilgisiz ve kayıtsız?..
            NEDEN HERHALDE BU OLSA GEREK:
GALİP BARAN 
“BU KONUDA” 
NE DİYOR?..     
“….bunu  (mevcut parti, sulta ve parlâmenterlerin fahiş kâr ve pahalılığın hesabını sormamasının nedenini) bilmeyecek ne var sayın SINACI. Hesapta bir gün iktidar olmak varsa, aynı kaynak ve olanaktan yararlanmak söz  konusuysa, binilecek dalı kesmek ne mümkün!.. İşte ’Burası Türkiye’ ve insan bencil bir varlık... Bu duruma  şaşıranlara ben şaşıyorum. Devam edersen, şaşırmamayı sen de öğrenirsin. Galip BARAN"
EVRENSEL İNSAN
“(…) Onun için, “her insanın vicdanının sesini dinlemesi çok önemlidir. 
O vicdan sesi sonunda (…) toplumun vicdan sesi haline gelir ki, bizim ülkemizin en büyük sıkıntısı budur. Bizim halkımız vicdan sesini dinlemek istemiyor çünkü çok materyalist olmuş durumda. Çok Bencil (beyinsiz, aklı kıt, imansız, onursuz ve sorumsuz) bir milletiz biz.  Dolayısıyla, (…), vicdan sesini savunan, vicdanının ifadelerini ortaya koyan varlıklara çok ihtiyacımız var. Bu memleketin; bilim adamından, ekonomistten, iyi siyaset adamından ziyade, vicdanının sesini çekinmeden ortaya koyabilen, gerçekten yürekli, gerçekten sevebilen insanlara ihtiyacı var. Bizim para, bilgi, şöhret, sandalye severlere değil, birtakım menfaatler uğruna “üç maymunlar”ı oynayan insanlara değil, tam tersine vicdan sesini ifade etmeye çalışan, seven, uyum sağlayan, ortak alan kurabilen insanlara ihtiyacımız var.
Bizim asıl sıkıntımız buradadır.” (*)
Adam gibi adamlardan, namuslu-dürüst, onurlu ve sorumlu insanlardan müteşekkil bir muhalefet ile gerçekten “millet adına” iş gören savcı, mahkeme ve yargıçlar olsa; Memlekette bu kadar saklılık, gizlilik, adaletsizlik, haksızlık, hukuksuzluk, yolsuzluk ve iki resmi dil talep edebilecek kadar soysuzluk olur mu idi acaba?.. 31 Aralık 2010
Elbette olmazdı.
Öyle ise “ey muhalefet: ya görevini yap, ya da sahneyi siyaset-i bırak”
Defol git, hangi cehenneme gideceksen..
Yeter ki sahneyi siyasete “onurlu ve sorumlu, dürüst” insanlar gelsin!.. 
(*) “Evrensel İnsan”, Ergün Arıkdal, s. 222, Galip Baran-Bilinç Üniversitesi)

Her Bilinçli Müslüman Muhammed’i,

Her Bilinçli Hıristiyan İsa’yı,

Her Bilinçli Musevi Musa’yı,

Her Bilinçli İnsan Hak’ı,

Hak etmelidir.

Ne var ki insan:
“bencil” bir
varlıktır…
 Galip BARAN "Bilinç Üniversitesi" Kurucu Rektör'ü