Mustafa Hakan
Güvençer
Muğla Valisi
KONU: Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı tarafından yayınlanan iklim değişikliğine karşı önlemlerle
ilgili olarak ilk ve orta öğretim okullarında “Burası Türkiye” ve “Küresel
Isınma “ sergileri eşliğinde
konferanslar vermem
Sayın Mustafa Hakan
Güvençer
Ben, GELECEĞİN;
“Parayı verenin düdüğü çaldığı değil,
çalmadığı,
“Bal tutanın parmağını yaladığı değil,
yalamadığı,
“Gemisini kurtaranın kaptan olduğu değil,
olmadığı,
“Devletin malının deniz sayıldığı değil,
sayılmadığı,
“Her şeyin devletten beklendiği değil,
beklenmediği,
“Dokunmayan yılanın bin yaşadığı
değil, yaşamadığı,
“Köpeğin öldürene sürüklettirildiği değil,
sürüklettirilmediği,
AYDINLIK TÜRKİYESİ’ni
inşa etmek için çalışan Kafkas kökenli bir Türküm.
Yıllar önce, aşağıda sayılan alanlarda başlattığım, aralarında
iklim değişikliğinin (küresel ısınmanın) da yer aldığı sorunların çözümüyle
ilgili çalışmalarım devam etmektedir…
Bu çalışmaları yaparken basında yer alan haberlerden “Burası Türkiye” ve “Küresel Isınma “ sergileri hazırladım…
İlk ve orta öğretim okullarında bu sergiler eşliğinde
konferanslar vermek istiyorum…
Çevre, tüketim, trafik, sağlık,
vergi, rüşvet, iş ahlakı (Ahilik), milli servet, imar ve her şeyi devletten
bekleme gibi alanlarda başlattığımız, insanı, davranışlarını ve nedenlerini
araştırdığımız, bazıları yerel bazıları merkezi yönetimin sorumluluk alanına
giren, devletin “iş yükü”nü azaltmayı öngören, “Bilinç Çağı İnsanı” olmamı sağlayan çalışmaları yaparken yaşam
biçimim kökten değişti:
* “Yasa bağımlısı”
oldum.
* “Kendimi
tanıma”ğa başladım.
* “
Diğerkâm bir kişilik” edindim.
* “Yurdu
ve milleti özden çok sevme” ve “Yaratılanları
Yaratan’dan ötürü sevme” ilkelerini özümsedim.
* Bu çalışmaları yaparken, bilinç konusunda
uzmanlaştığımın, otodidakt (özöğrenimli) olduğumun farkına vardım ve kendimi Bilinçolog olarak tanımladım.
* “Yeti” sözcüğüyle sınırlı olan bilinç
kavramını:
(a) SORUMLULUK
kavramıyla bütünleştirdim. Ete kemiğe büründürdüm.
(b) B(Bilinç) = Z (zaman) x Ç2 (çabanın karesi) şeklinde ifade ederek
bilimselleştirdim.
* Edindiğim “tecrübi bilgi” ile işlevi ve kuruluş amacı aşağıda açıklanan Bilinç Üniversitesi’ni kurdum.
SORUMLULUK KAVRAMIYLA İLGİLİ BAZI BİLGİLER:
1. İnsan soyunun bir felâkete yöneldiğini gören
Erich Fromm, “Sahip Olmak ya da Olmak” adlı eserinde SORUMLULUK konusunda:
İnsanın yapacağı bir seçme ile ya yok olacağını ve
kendisi ile birlikte tüm canlıları ortadan kaldıracağını ya da yaşamını ve gelişimini sürdürmeye devam
edeceğini, bu kötü gidişten kurtulmanın tek yolunun, insanların ve onları
yönlendiren toplumsal yapıların kökten değiştirilmesinin ve böylesi bir SORUMLULUKLA karşı karşıya olan insanlığın doğru yolu bulabilmesi için,
davranışlarını şimdi yaptığı gibi ‘sahip olma’ ilkesine göre değil, ‘olma’ ilkesine göre düzenlemesi gerektiğini söylüyor…
* Mala, mülke, şöhrete, insana, bilgiye “sahip olmak” demek, onları ele
geçirmek, kendine mal etmek, onlara egemen olmak ve dilediğince kullanmak
anlamına gelir. Ama insan hiçbir zaman yeterince şeye sahip olamayacaktır.
Çünkü maddesel olan, elle tutulan aldatıcı ve geçicidir.
* “Sahip olmak”ın karşıtı olan “olmak” ilkesiyle yaşayan insan ise;
hiçbir şeyi kendine mal etmeye ve ona egemen olmaya çalışmaz. Her şeyi kendi
bütünlüğü, canlılığı ve gelişimi içinde SEVER.
Böyle davranan bir insan, evrimleşmeye çalışır. “Olmak” sözcüklerle anlatılamayan, bir özellik, bir süreç, bir
canlılıktır.” diyor.
2.
Ruhbilim Uzmanı Ergün Arıkdal, “Pozitif Yaşam” adlı kitabında:
“İnsana SORUMLULUK yükleyen bilgi, kitabi bilgi değil, bizzat
uygulanarak idrak edilmiş ve hazmedilmiş
olan bilgidir. Böyle bir bilgi, artık o insanın öz malı haline gelmiş ve bir
yaşam düsturu olmuştur. Yeri ve zamanı geldiğinde insanın o bilgiyi kullanması
gerekir; kullanmadığı takdirde hesap sorulmayı hak eder.” diyor.
Diğer taraftan, çevrenin
kirletilmeyeceğini, trafik kurallarının, (örneğin yayalarla ilgili kırmızı ışık
kuralının, (ki bu kuralı neredeyse herkes çiğnemektedir) ihlâl edilmeyeceğini,
vergi kaçırılmayacağını, (kul hakkının yenmeyeceğini) bu yolsuzlukların
yapılmayacağını bilmeyen yoktur. Bunun nedeni: Ruhbilim uzmanı Arıkdal’ın SORUMLULUK yüklemediğini ifade “kitabi bilgi”dir.
(Diğer taraftan, “yurdu ve milleti özden çok sevme” ve
“yaratılanları Yaratam’dan ötürü sevme” ilkelerini özümsemiş, “diğerkâm kişilik” edinmiş bir insanın sözü
edilen yolsuzlukları yapması mümkün değildir…)
Sayın Arıkdal, ayrıca; “Evensel
İnsan” adlı kitabında :
“Bizim halkımız vicdan sesini
dinlemek istemiyor çünkü çok materyalist olmuş durumda. Çok bencil bir milletiz biz.
Bu memleketin; bilim adamından,
ekonomistten, iyi siyaset adamından ziyade, vicdanının sesini çekinmeden ortaya
koyabilen, gerçekten yürekli, gerçekten sevebilen insanlara ihtiyacı var. Bizim
para, bilgi, şöhret, sandalye severlere değil, tam tersine vicdan sesini ifade
etmeye çalışan, SEVEN insanlara
ihtiyacımız var.” diyor…
Arıkdal’ın bu sözünde de “yurdu ve milleti özden çok sevme” ve
“yaratılanları Yaratan’dan ötürü sevme” ilkelerinde yer alan SEVGİ öğesinin öne çıktığı görülüyor.
Sayın Mustafa Hakan
Güvençer,
Nasıl yaşadığımı ya da günlük
yaşamda nasıl davrandığımı, (örneğin kavşaklarda kırmızı ışık kuralını ihlâl
eden yayaları uyardığımı, sokakta –kamusal alanda- çöp ve izmarit gibi atıkları
topladığımı, kamusal alana (Türkiye’ye) özel
alanım gibi sahip çıktığımı) görenler; “herkes
senin gibi olsa”, “sen ibadet
ediyorsun”, “insanlık için
çalışıyorsun” diyorlar… Ancak, iş,
kamusal alana (Türkiye’ye) sahip çıkma, “benim gibi” olma, “insanlık
için çalışma” konusuna geldiğinde, “işim çok”, “vaktim yok” mazeretine sığınıyorlar.”Senin gibi olursam bana da deli derler”
diyenler de oluyor…
SONUÇ: Türkiye
sahipsiz kalıyor… Nehirler, göller, denizler ve hava kirleniyor… Ormanlar azalıyor… Türler yok
oluyor… “İşim çok”, “vaktim yok” mazeretine
sığınanlar her şeyi devletten beklemeye devam ediyorlar…
“Yurdu ve milleti özden çok sevme” ve “yaratılanları
Yaratan’dan ötürü sevme” ilkelerini
özümsememi sağlayan çalışmaları yaparken, felaket olarak tanımlanan küresel
ısınmanın “Bilgi Çağı”nda
gerçekleştiğinin, (ozon tabakasının delindiğinin, buzulların eridiğinin, yağmur
ormanlarının tükendiğinin, türlerin yok olduğunun) “Bilgi Çağı”nın “bilgi ile
sınırlı eğitim anlayışı”nın bu sorunu önleyemediğinin
farkına vardım.
Bu yadsınamaz gerçek karşısında;
küresel ısınmanın durdurulabilmesi için, “Bilgi
Çağı İnsanı”nın, "bilgi ile sınırlı eğitim anlayışı”nı
aşmasının, “Bilinç Çağı”nın “bilinçlendirici eğitim anlayışı”nı
benimsemesinin, yalnız ülkemiz değil, çilekeş gezegenimiz için olmazsa
olmaz bir KOŞUL olduğunu kabul etmek
durumundayız…
“Yurdu ve milleti özden çok sevme” ve “Yaratılanları Yaratan’dan ötürü sevme” ilkelerini
özümsemiş bir “Bilinç Çağı İnsanı” olarak yapmakta olduğum işlerin bazıları:
(a) Turgutreis Yat Limanını (D-Marin’i);
* ÇED raporunu hiçe sayarak, Türk Milletine
ait denizi kirleterek, Çevre Yasası’nı ihlâl ederek, kamusal, yani Türk
Milleti’ne ait alana tecavüz ederek, inşa eden,
* Yat Limanı giriş kapılarındaki bekçi
kulübelerinin üstüne gölgelik olarak konulmuş olan tenteleri zemine bağlayan
çelik halatlarla yaya yolunu kapatarak, Trafik Yasası’nı ihlâl ederek, kamusal,
yani Türk Milleti’ne ait alana bu şekilde de tecavüz ederek işleten Doğuş
Grubu’nun yaptığı yolsuzlukları önledim.
Türk Milleti’ne ait alana, (Türkiye’ye) özel
alanım gibi sahip çıktım.
(b) Turgutreis Otobüs Terminali karşısındaki
Total Benzin İstasyonunun devasa reklam panosunu yaya yoluna koyarak, yaya
yolunu kapatarak, Trafik Yasası’nı ihlâl ederek, kamusal, yani Türk Milleti’ne ait alana tecavüz ederek
yaptığı yolsuzluğu da aynı şekilde önledim.
(c) Ticari işletmelerin kamuya ait plajlarda
kumsala ve sokağın yayalara ait kısmına, yani kamusal alana koydukları masa ve
sandalyeleri kaldırılmasını sağladım.
(d) 2001
yılında, “borç alanın emir de alacağı
anlayışı”yla, Türkiye Cumhuriyet Devleti’ni “dış borç yükü”nden (İMF
Boyunduruğundan) kurtarmak için, bir “gönüllü vergi” kampanyası başlatmak
amacıyla Başbakanlığı başvurdum.
(e) Ertesi yıl, Bodrum’dan İzmir, Çanakkale,
Tekirdağ, İstanbul, Kocaeli, Yalova, Bursa, Bilecik, Eskişehir güzergâhı
üzerinden Ankara’ya yürüdüm.
(f) Turgutreis Yalı Camisi minarelerinin rüzgâr
ve deprem riskine karşı önlem olarak tamir edilmeleri için Belediye
Başkanlığına başvurdum.
Sokaklarda, (kamusal alanda
yapmakta olduğum diğer işler:
*
Kedi köpek ölülerini alıp çöp bidonlarına koymak.
*
Su ve kanalizasyon arızalarını belediyeye haber vermek.
*
Çöp, izmarit gibi atıkları toplayıp çöp bidonlarına atmak.
* Çalınmış olan rögar kapaklarını sorumlulara
haber vermek.
*
Köpek pisliklerini kaldırmak ya da belediyeye haber verip temizletmek.
*
Geri kazanılabilecek katı atıkları toplayıp atık toplama kutularına
koymak.
*
Salyangoz ve benzeri canlıları alıp üzerlerine basılmayacak bir yere
bırakmak.
*
Sokaklarda gördüğüm basanın ayağına batacak ambalaj atığı çivili tahta
parçalarını kaldırmak.
* Beton elektrik direklerinin kopmuş
topraklama tellerini sorumlulara haber vererek bağlatmak.
*
Sökülüp sokağa atılmış güneş enerjisi sistemlerinin cam yünü olarak
tanımlanan kansorejen maddeleri belediyeye haber verip kaldırtıyorum.
Kamusal alana (Türkiye’ye) bu
şekilde de sahip çıkıyorum. Aslında, Dünya’ya sahip çıkıyorum. “Yurdu ve milleti özden çok sevme” ve
“yaratılanları Yaratan’dan ötürü sevme” ilkelerini özümsemiş, yasa bağımlısı, diğerkâm bir “Bilinç Çağı İnsanı” olarak başka türlü
davranamıyorum…
Bu tür çalışmaları yaparken,
bencil (hodkâm) bir varlık olan “Bilgi
Çağı İnsanları”nın değişip sencil (diğerkâm) varlığa dönüşmedikçe, sözü
edilen ilkeleri özümsemelerinin,
bilinçlenmelerinin mümkün olmadığını da anladım.
“Bilgi Çağı İnsanları”nın, bencillikten –hodkâmlıktan-
kurtulabilmeleri, sencil (diğerkâm)
varlıklara dönüşebilmeleri, bilinçlenebilmeleri, “yurdu ve milleti özden çok sevme” ve “Yaratılanları Yaratandan ötürü sevme” ilkelerini özümseyebilmeleri
için; yukarıda sözü edilen alanlardaki çalışmaları yaparken geliştirdiğim örneği
ekte görülen “Diğerkâmlık Andı”nda
sayılan alanlardaki çalışmaları yapmaları gerektiğini düşünüyorum…
1996 yılında, Bodrum’da, (Yerel
HABİTAT Konferansı ile eşzamanlı olarak) yayalarla ilgili sinyalizasyon
ışıklarıyla donatılmış kavşaklarda bir uygulama başlattım. Bu uygulamada, kırmızı
ışık kuralını ihlâl edenleri, bu
yolsuzluğu yapan yayaları, ( şu da var ki; bu yolsuzluğu yapmayan yok
gibidir) “Yeşili Bekle, Lütfen”, “Sağdan,
Lütfen” yazılı pankartları kullanarak ve megafonla seslenerek uyarıyorum.
Demokrasinin “özgürlüklerin
özgürlüklerle sınırlı bir yaşam biçimi” olduğu gerçeğini dikkate alarak, sözü
edilen kavşakları “Demokrasi dershanesi” ve sözü edilen yolsuzluğu yapanları
uyaranları “Demokrasi öğretmeni”
olarak tanımladım.
Demokrasiyi, bu yaşamsal kavramı
öğrenmek isteyenlerin, işe, yayalarla
ilgili sinyalizasyon ışıklarıyla donatılmış kavşaklarda kırmızı ışık kuralını ihlâl eden, bu
yolsuzluğu yapan yayaları uyarmaya başlamalarını öneriyorum…
“Bilgi Çağı İnsanları”nın bilinç sözcüğünü kullanırken
yaptıkları yanlışlar:
* “Kasten”
ya da “maksatlı” yerine “bilinçli olarak”,
* “Biliyorum”ya
da “farkındayım” yerine “bilinçliyim” ya da “bilincindeyim”,
* (Bilinç sözcüğünün fiil olarak
kullanıldığında nesne almayacağını bilmedikleri için) “bilgilendiriyorum” ya da “bilgi
veriyorum” yerine “bilinçlendiriyorum”
diyorlar.
Sayın Mustafa Hakan
Güvençer
Bu vesileyle, “Yurdu ve milleti özden çok sevme” ve
“Yaratılanları Yaratan’dan ötürü sevme”
ilkelerini özümsemiş bir “Bilinç Çağı
İnsanı”nın;
* Aşırı tüketmeyeceğini, tüketim çılgını
olmayacağını, (tasarruf bilinci)
* Çevreyi kirletmeyeceğini, Çevre Yasası’nı
ihlâl etmeyeceğini, (çevre bilinci)
* Trafik kurallarını çiğnemeyeceğini, Trafik
Yasası’nı ihlâl etmeyeceğini, (trafik bilinci)
* Vergi kaçırmayacağını, Vergi Yasası’nı
ihlâl etmeyeceğini, kul hakkı yemeyeceğini, (vergi bilinci)
eş deyişle, yolsuzluk
yapmayacağını, daha da önemlisi, yolsuzluk yapanlarla mücadele etmekten
kendisini alamayacağını, kendi örneğimden yola çıkarak İDDİA ediyorum.
Yukarıda sayılan alanlardaki
çalışmaları yaparken geliştirdiğim; gereken özen gösterilerek uygulanması
durumunda, geleceğin “iş” ve “devlet adamı” adayı çocuklarımıza
benzer özellikleri kazandıracağından emin olduğum, ilk ve orta öğretim okulları
müfredat programına “uygulama dersi”
olarak konulması önerisiyle M. E. Bakanlığı’na gönderdiğim, örneği ekli, “Trafik terörünü halkın işbirliğinde çözme
ve demokrasiyi tabana yayma projesi” uygulamaya konmadı…
Bu arada, 29. 09. 2013 tarihinde,
M. E. Bakanlığına gönderdiğim, “bilinç
konusunda otodidakt (özöğrenimli) olduğumun tescili” konulu, örneği ekli başvuruma
hala bir cevap verilmediğini de bilginize sunuyorum…
İlk ve orta öğretim okullarında, “Burası Türkiye” ve “Küresel
Isınma “ sergileri eşliğinde konferans verme önerimi takdirlerinize arz
ederim…
Saygılarımla.
Bilinç Üniversitesi Kurucusu
Bilinçolog Galip
(Diğerkâm)Baran
TEL: (0252) 382 34 77 / (0535) 844
84 76
E-POSTA:
galipbaran@windowslive.com
Bilinç Üniversitesi’nin
(a) İşlevi:
“Bilgi Çağı” üniversitelerinin, zamanla Bilinçoloji Ana Bilim Dalına
dönüşebilecek “Bilinç Enstitüsü” ya da “Bilinç Kürsüsü” gibi bölümler
kurmalarına yardımcı olmak; böylece, bundan böyle, yalnız bilgili değil aynı
zamanda bilinçli mimar, mühendis, doktor, sosyolog, psikolog, antropolog v.b. meslek mensuplarının yetişmesine katkıda
bulunmak.
(b) Kuruluş amacı: Güçlünün haklı olduğu değil, haklının güçlü olduğu,
eşdeyişle, “dünyevi değerler”in yerini “uhrevi değerler”in aldığı bir dünya
düzeni kurmak.
EKLERİ:
1. “Diğerkâmlık
Andı”
2. “Trafik terörünü halkın işbirliğinde çözme
ve demokrasiyi tabana yayma projesi”
3. “Bilinç
konusunda otodidakt (özöğrenimli) olduğumun tescili” ile ilgili olarak M.
E. Bakanlığı’na gönderdiğim dilekçe
İnsan soyunun bir felâkete
yöneldiğini gören Erich
Fromm, “Sahip Olmak ya da Olmak” adlı eserinde SORUMLULUK konusunda:
“İnsan yapacağı bir seçme ile ya
yok olacak ve kendisi ile birlikte tüm canlıları ortadan kaldıracak ya da yaşamını ve gelişimini sürdürmeye devam
edecektir. Bu kötü gidişten kurtulmanın tek yolu, insanların ve onları
yönlendiren toplumsal yapıların kökten değiştirilmesidir. Böylesi bir SORUMLULUKLA karşı karşıya olan insanlığın doğru yolu bulabilmesi için,
davranışlarını şimdi yaptığı gibi “sahip
olmak” ilkesine göre değil, “olmak” ilkesine göre değiştirmesi gerekir…
Mala, mülke, şöhrete, insana,
bilgiye “sahip olmak” demek, onları ele geçirmek, kendine mal etmek, onlara
egemen olmak ve dilediğince kullanmak anlamına gelir. Ama insan hiçbir zaman
yeterince şeye sahip olamayacaktır. Çünkü maddesel olan, elle tutulan aldatıcı
ve geçicidir.
“Sahip olmak”ın karşıtı olan
“olmak” ilkesiyle yaşayan insan ise; hiçbir şeyi kendine mal etmeye ve ona
egemen olmaya çalışmaz. Her şeyi kendi bütünlüğü, canlılığı ve gelişimi içinde SEVER. Böyle davranan bir insan,
evrimleşmeye çalışır. “Olmak” sözcüklerle anlatılamayan, bir özellik, bir
süreç, bir canlılıktır.” diyor.
Ruhbilim Uzmanı Ergün Arıkdal,
Pozitif Yaşam adlı kitabında:
“İnsana SORUMLULUK yükleyen
bilgi, kitabi bilgi değil, bizzat
uygulanarak idrak edilmiş ve hazmedilmiş
olan bilgidir. Böyle bir bilgi, artık o insanın öz malı haline gelmiş ve bir
yaşam düsturu olmuştur. Yeri ve zamanı geldiğinde insanın o bilgiyi kullanması
gerekir; kullanmadığı takdirde hesap sorulmayı hak eder.” diyor.
Çevrenin kirletilmeyeceğini, trafik
kurallarının ihlâl edilmeyeceğini, vergi kaçırılmayacağını (kul hakkının
yenmeyeceğini) bilmeyen yoktur. Oysa, bu
yolsuzlukları yapmayan parmakla gösterilecek kadar azdır. Bunun nedeni: “kitabi bilgi”dir. Her gün 15-20 can
alan, ihmâl ve dikkatsizlik sonucu olduğu ifade edilen trafik kazalarının
nedeni de: “kitabi bilgi”dir.
Diğer taraftan, “yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi”ni özümsemiş, “diğerkâm kişilik” edinmiş bir insanın
dikkatsiz davranması, yasaları bilerek ihlâl etmesi de düşünülemez…
Sayın Arıkdal, “Evensel İnsan” adlı
kitabında :
“Bizim halkımız vicdan sesini dinlemek istemiyor çünkü çok
materyalist olmuş durumda. Çok bencil
bir milletiz biz. Bu memleketin; bilim adamından,
ekonomistten, iyi siyaset adamından ziyade, vicdanının sesini çekinmeden ortaya koyabilen, gerçekten yürekli,
gerçekten sevebilen insanlara ihtiyacı var. Bizim para, bilgi, şöhret, sandalye
severlere değil, tam tersine vicdan sesini ifade etmeye çalışan, SEVEN insanlara ihtiyacımız var.”
diyor…
Arıkdal’ın bu sözlerinde de “yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi”nde
yer alan SEVGİ öğesinin öne çıktığı
görülüyor. Diğer taraftan, bencil bir varlığın sözü edilen ilke’yi özümsemesi
zaten beklenemez…
Nasıl yaşadığımı, günlük yaşamda
nasıl davrandığımı, yolsuzluk yapanlarla nasıl savaştığımı (örneğin kavşaklarda
kırmızı ışık kuralını ihlâl eden yayaları uyardığımı, sokakta –kamusal alanda-
çöp ve izmarit gibi atıkları topladığımı, bir başka deyişle, Türkiye’ye sahip
çıktığımı) görenler; “herkes senin gibi
olsa”, “sen ibadet ediyorsun”, “insanlık için çalışıyorsun” diyorlar…
Övüyorlar… Ancak, onlar; sıra “benim
gibi” olma, “insanlık için çalışma” ve “Türkiye’ye sahip çıkma” SORUMLULUĞUNU üstlenmeğe
geldiğinde “bananecilik ilkesi” (!)ne sığınıyorlar…”Senin gibi olursam bana da deli derler” diyenler de oluyor…
SONUÇ: Türkiye sahipsiz
kalıyor… Nehirler, göller, denizler kirleniyor… Ormanlar tükeniyor… Balık
türleri azalıyor… Banane’ciler her şeyi devletten bekliyorlar…
Diğer taraftan, yukarıda sözü edilen
ilkeyi özümsemiş olan insanların yaşadığı
bir ülkede görülmesi mümkün olmayan sorunlar bunlar…