14 Kasım 2013 Perşembe

ÂYİNESİ İŞ'TİR KİŞİ'NİN LÂFA BAKILMAZ (Ata sözü)

AYİNEM!..
Ben;
(a) Açılışını Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’nın yaptığı Turgutreis Yat Limanını (D-Marin’i);
* ÇED raporunu hiçe sayarak, denizi kirleterek, kamusal, yani Türk Milleti’ne ait alana tecavüz ederek, Çevre Yasası’nı ihlâl ederek inşa eden,
* Liman giriş kapılarındaki bekçi kulübelerinin üstüne gölgelik olarak konulmuş olan tenteleri zemine bağlayan çelik halatlarla yaya yolunu kapatarak, Trafik Yasası’nı ihlâl ederek, kamusal, yani Türk Milleti’ne ait alana tecavüz ederek işleten Doğuş Grubu’nun  yaptığı yolsuzlukları önledim. (Kamusal alana özel alanım gibi sahip çıktım.)
(b)    Turgutreis Otobüs Terminali karşısındaki Total Benzin İstasyonunun devasa reklam panosunu yaya yoluna koyarak, Trafik Yasası’nı ihlâl ederek, kamusal  alana tecavüz ederek yaptığı yolsuzluğu da aynı şekilde önledim.
(c)    Bazı ticari işletmelerin kamuya ait plajlarda (kumsala) ve sokağın (kamusal alanın) yayalara ait kısmına koydukları masa ve sandalyeleri kaldırttım. (Kaldırtmaya devam ediyorum)
(d)   2001 yılında, Türkiye Cumhuriyet Devletini dış borç yükünden (İMF Boyunduruğundan) kurtarmak için, “borç alanın emir de alacağı” anlayışıyla, bir “gönüllü vergi” kampanyası başlatmak için Başbakanlığı başvurdum. Bu kampanyayı Hazine Müsteşarlığı’nın bu konuda öngördüğü yasal düzenleme yapılmadığı için başlatamadım.
(e)   2003 yılında, “yurttaşlığa çağrı yürüyüşü” düzenledim. Bodrum’dan İzmir, Çanakkale, Tekirdağ, İstanbul, Kocaeli, Yalova, Bursa, Bilecik, Eskişehir güzergâhı üzerinden Ankara’ya yürüdüm.

Bu yürüyüşte konakladığım il ve ilçelerde, sokaklarda, kamusal, yani, Türk Milleti’ne ait alanlarda çöp topladım ve 1996 yılında Bodrum’da Garajaltı Kavşağında başlattığımı aşağıda ifade ettiğim trafik sorunuyla ilgili uygulamayı gerçekleştirdim.
(f)   Sokaklarda (kamusal alanda) yapmakta olduğum diğer işler:
*   Su ve kanalizasyon arızalarını belediyeye haber veriyorum.
*   Çöp, izmarit gibi atıkları toplayıp çöp bidonlarına atıyorum.
*   Üstüne basanın ayağına batacak çivili tahta parçalarını kaldırıyorum.
*   Kedi köpek ölülerini kokmamaları için alıp çöp bidonlarına koyuyorum.
*   Geri kazanılabilecek katı atıkları toplayıp atık toplama kutularına koyuyorum. (Dün, Turgutreis Belediyesi’nin giriş holündeki pil toplama kutusunda buruşturulup atılmış gazete parçaları ve poşetler gördüm.)
*   Salyangoz ve benzeri canlıları alıp üzerlerine basılmayacak bir yere bırakıyorum.
*   Köpek pisliklerini alıp basılmayacak yerlere atıyorum ya da belediyeye haber verip temizletiyorum.
*    Sokaklardaki beton elektrik direklerinin koparılmış olan topraklama tellerini ilgililere haber verip bağlatıyorum.
*   Sökülüp sokağa atılmış güneş enerjisi sistemlerinin cam yünlerini (kansorejen maddeleri) belediyeye haber verip kaldırtıyorum.
*    Evimin giriş kapısındaki duvarın üzerine, her sabah, “önce kuşlar” diyerek bir avuç buğday koyuyorum. Bu buğdayı salyangozların da yediklerini görüyorum. “Kuşları ve salyangozları aç yatan bizden değildir” diyorum.

*    İstanbul’da, 2007 yılında, 7 yaşındaki Dilara Dumru’nun, 2005 yılında, 4 yaşındaki Berkay Dağıstanlı’nın ve Van’da 2011 yılında 8 yaşındaki Şirin Dalga’nın içine düşerek ölümlerine yol açan rögar kapaklarını (başka Dilaralar’ın, Berkaylar’ın, Şirinler’in ölmemesi için) ilgilere haber verip kapattırıyorum.

1996 yılında, Bodrum’da, Yerel HABİTAT Konferansı ile eşzamanlı olarak, yayalarla ilgili trafik ışıklarıyla donatılmış kavşaklarda bir çalışma başlattım. Bu çalışmada, kırmızı ışık kuralını ihlâl eden, bu yolsuzluğu yapan yayaları, ( bu yolsuzluğu herkes yapmaktadır)  “Yeşili Bekle, Lütfen”, “Sağdan, Lütfen” yazılı pankartları (bazen megafon) kullanarak uyarıyorum.

Demokrasinin, “özgürlüklerin özgürlüklerle sınırlı bir yaşam biçimi” olduğunu (yayaya yeşil ışık yandığında sürücünün, sürücüye yeşil ışık yandığında yayanın beklemesi gerektiğini) dikkate alarak; yayalarla ilgili trafik ışıklarıyla donatılmış kavşakları “demokrasi dershanesi” ve sözü edilen yolsuzluğu yapanları uyaranları “Demokrasi öğretmeni” olarak tanımladım…

Demokrasi sözcüğünü dillerine pelesenk edenlerin, “demokratik açılım”dan söz edenlerin, demokrasiyi öğrenmek, dahası “demokrasi öğretmeni” de olmak  istiyorlarsa; yayalarla ilgili trafik ışıklarıyla donatılmış kavşaklarda  kırmızı ışık kuralını ihlâl edenleri uyarmaya başlamaları GEREKİYOR.

Trafik Yasası’nın yayalarla ilgili kırmızı ışık kuralının böylesine kayıtsızca ihlâl edildiği, Türkiye Cumhuriyeti’nin;  ne demokratik, ne sosyal, ne de hukuk devleti olduğu söylenebilir…

Bilinç Üniversitesi Kurucusu
Bilinçolog Galip (Diğerkâm) Baran

TEL: (0252) 382 34 77 / (0535) 844 84 76
E-POSTA: galipbaran@windowslive.com

Bilinç Üniversitesi’nin
(a)    İşlevi: “Bilgi Çağı”  üniversitelerinin, zamanla Bilinçoloji Ana Bilim Dalına dönüşebilecek “Bilinç Enstitüsü” ya da “Bilinç Kürsüsü” gibi bölümler kurmalarına yardımcı olmak; böylece, bundan böyle, yalnız bilgili değil aynı zamanda bilinçli mimar, mühendis, doktor, sosyolog, psikolog, antropolog  v.b. meslek mensuplarının yetişmesine katkıda bulunmak.

(b)   Kuruluş amacı: Güçlünün haklı olduğu değil, haklının güçlü olduğu, eşdeyişle, “dünyevi değerler”in yerini “uhrevi değerler”in aldığı bir dünya düzeni kurmak.

26 Ekim 2013 Cumartesi

Muğla Valisi'ne dilekçemdir...

Mustafa Hakan Güvençer
Muğla Valisi
KONU: Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yayınlanan iklim değişikliğine karşı önlemlerle ilgili olarak ilk ve orta öğretim okullarında Burası Türkiye” ve “Küresel Isınmasergileri eşliğinde konferanslar vermem

Sayın Mustafa Hakan Güvençer
Ben, GELECEĞİN;
 “Parayı verenin düdüğü çaldığı değil, çalmadığı,
 “Bal tutanın parmağını yaladığı değil, yalamadığı,
 “Gemisini kurtaranın kaptan olduğu değil, olmadığı,
 “Devletin malının deniz sayıldığı değil, sayılmadığı,
 “Her şeyin devletten beklendiği değil, beklenmediği,
“Dokunmayan yılanın bin yaşadığı değil, yaşamadığı,
 “Köpeğin öldürene sürüklettirildiği değil, sürüklettirilmediği,
AYDINLIK TÜRKİYESİ’ni inşa etmek için çalışan Kafkas kökenli bir Türküm.

Yıllar önce, aşağıda sayılan alanlarda başlattığım, aralarında iklim değişikliğinin (küresel ısınmanın) da yer aldığı sorunların çözümüyle ilgili çalışmalarım devam etmektedir…

Bu çalışmaları yaparken basında yer alan haberlerden “Burası Türkiye” ve “Küresel Isınma “ sergileri hazırladım…

İlk ve orta öğretim okullarında bu sergiler eşliğinde konferanslar vermek istiyorum…

Çevre, tüketim, trafik, sağlık, vergi, rüşvet, iş ahlakı (Ahilik), milli servet, imar ve her şeyi devletten bekleme gibi alanlarda başlattığımız, insanı, davranışlarını ve nedenlerini araştırdığımız, bazıları yerel bazıları merkezi yönetimin sorumluluk alanına giren, devletin “iş yükü”nü azaltmayı öngören, “Bilinç Çağı İnsanı” olmamı sağlayan çalışmaları yaparken yaşam biçimim kökten değişti:

*      Yasa bağımlısı” oldum.
*      “Kendimi tanıma”ğa başladım.
*      “ Diğerkâm bir kişilik” edindim.
*      “Yurdu ve milleti özden çok sevme” ve “Yaratılanları Yaratan’dan ötürü sevme” ilkelerini özümsedim.
*      Bu çalışmaları yaparken, bilinç konusunda uzmanlaştığımın, otodidakt (özöğrenimli) olduğumun farkına vardım ve kendimi Bilinçolog olarak tanımladım.
*      “Yeti” sözcüğüyle sınırlı olan bilinç kavramını:
(a)    SORUMLULUK kavramıyla bütünleştirdim. Ete kemiğe büründürdüm.
(b)   B(Bilinç) = Z (zaman) x  Ç2 (çabanın karesi) şeklinde ifade ederek bilimselleştirdim.
*     Edindiğim “tecrübi bilgi” ile işlevi ve kuruluş amacı aşağıda açıklanan Bilinç Üniversitesi’ni kurdum.

SORUMLULUK KAVRAMIYLA İLGİLİ BAZI BİLGİLER:
1.   İnsan soyunun bir felâkete yöneldiğini gören Erich Fromm, “Sahip Olmak ya da Olmak” adlı eserinde SORUMLULUK konusunda:

İnsanın  yapacağı bir seçme ile ya yok olacağını ve kendisi ile birlikte tüm canlıları ortadan kaldıracağını  ya da yaşamını ve gelişimini sürdürmeye devam edeceğini, bu kötü gidişten kurtulmanın tek yolunun, insanların ve onları yönlendiren toplumsal yapıların kökten değiştirilmesinin ve böylesi bir SORUMLULUKLA karşı karşıya  olan insanlığın doğru yolu bulabilmesi için, davranışlarını  şimdi yaptığı gibi ‘sahip olma’  ilkesine göre değil, ‘olma’ ilkesine göre düzenlemesi gerektiğini söylüyor…

*    Mala, mülke, şöhrete, insana, bilgiye “sahip olmak” demek, onları ele geçirmek, kendine mal etmek, onlara egemen olmak ve dilediğince kullanmak anlamına gelir. Ama insan hiçbir zaman yeterince şeye sahip olamayacaktır. Çünkü maddesel olan, elle tutulan aldatıcı ve geçicidir.

*   “Sahip olmak”ın karşıtı olan “olmak” ilkesiyle yaşayan insan ise; hiçbir şeyi kendine mal etmeye ve ona egemen olmaya çalışmaz. Her şeyi kendi bütünlüğü, canlılığı ve gelişimi içinde SEVER. Böyle davranan bir insan, evrimleşmeye çalışır. “Olmak” sözcüklerle anlatılamayan, bir özellik, bir süreç, bir canlılıktır.” diyor.

2.  Ruhbilim Uzmanı Ergün Arıkdal, “Pozitif Yaşam” adlı kitabında:
“İnsana SORUMLULUK yükleyen bilgi, kitabi bilgi değil, bizzat uygulanarak  idrak edilmiş ve hazmedilmiş olan bilgidir. Böyle bir bilgi, artık o insanın öz malı haline gelmiş ve bir yaşam düsturu olmuştur. Yeri ve zamanı geldiğinde insanın o bilgiyi kullanması gerekir; kullanmadığı takdirde hesap sorulmayı hak eder.” diyor.

Diğer taraftan, çevrenin kirletilmeyeceğini, trafik kurallarının, (örneğin yayalarla ilgili kırmızı ışık kuralının, (ki bu kuralı neredeyse herkes çiğnemektedir) ihlâl edilmeyeceğini, vergi kaçırılmayacağını, (kul hakkının yenmeyeceğini) bu yolsuzlukların yapılmayacağını bilmeyen yoktur. Bunun nedeni: Ruhbilim uzmanı Arıkdal’ın SORUMLULUK yüklemediğini ifade “kitabi bilgi”dir.
(Diğer taraftan, “yurdu ve milleti özden çok sevme” ve “yaratılanları Yaratam’dan ötürü sevme” ilkelerini özümsemiş, “diğerkâm kişilik” edinmiş bir insanın sözü edilen yolsuzlukları yapması mümkün değildir…)

Sayın Arıkdal, ayrıca; “Evensel İnsan” adlı kitabında :
“Bizim halkımız vicdan sesini dinlemek istemiyor çünkü çok materyalist olmuş durumda. Çok bencil bir milletiz biz.  Bu memleketin;  bilim adamından, ekonomistten, iyi siyaset adamından ziyade, vicdanının sesini çekinmeden ortaya koyabilen, gerçekten yürekli, gerçekten sevebilen insanlara ihtiyacı var. Bizim para, bilgi, şöhret, sandalye severlere değil, tam tersine vicdan sesini ifade etmeye çalışan, SEVEN insanlara ihtiyacımız var.” diyor…

Arıkdal’ın bu sözünde de “yurdu ve milleti özden çok sevme” ve “yaratılanları Yaratan’dan ötürü sevme” ilkelerinde yer alan SEVGİ öğesinin öne çıktığı görülüyor.

Sayın Mustafa Hakan Güvençer,
Nasıl yaşadığımı ya da günlük yaşamda nasıl davrandığımı, (örneğin kavşaklarda kırmızı ışık kuralını ihlâl eden yayaları uyardığımı, sokakta –kamusal alanda- çöp ve izmarit gibi atıkları topladığımı, kamusal alana (Türkiye’ye) özel alanım gibi sahip çıktığımı) görenler; “herkes senin gibi olsa”, “sen ibadet ediyorsun”, “insanlık için çalışıyorsun” diyorlar… Ancak, iş,  kamusal alana (Türkiye’ye) sahip çıkma, “benim gibi” olma, “insanlık için çalışma” konusuna  geldiğinde, “işim çok”, “vaktim yok” mazeretine sığınıyorlar.”Senin gibi olursam bana da deli derler” diyenler de oluyor…

SONUÇ: Türkiye sahipsiz kalıyor… Nehirler, göller, denizler ve hava  kirleniyor… Ormanlar azalıyor… Türler yok oluyor… “İşim çok”, “vaktim yok” mazeretine sığınanlar her şeyi devletten beklemeye devam ediyorlar…

“Yurdu ve milleti özden çok sevme” ve “yaratılanları Yaratan’dan ötürü sevme” ilkelerini özümsememi sağlayan çalışmaları yaparken, felaket olarak tanımlanan küresel ısınmanın “Bilgi Çağı”nda gerçekleştiğinin, (ozon tabakasının delindiğinin, buzulların eridiğinin, yağmur ormanlarının tükendiğinin, türlerin yok olduğunun) “Bilgi Çağı”nın “bilgi ile sınırlı eğitim anlayışı”nın bu sorunu önleyemediğinin farkına vardım.

Bu yadsınamaz gerçek karşısında; küresel ısınmanın durdurulabilmesi için, “Bilgi Çağı İnsanı”nın, "bilgi ile sınırlı eğitim anlayışı”nı aşmasının, “Bilinç Çağı”nın “bilinçlendirici eğitim anlayışı”nı benimsemesinin, yalnız ülkemiz değil, çilekeş gezegenimiz için olmazsa olmaz  bir KOŞUL  olduğunu kabul etmek durumundayız…

Yurdu ve milleti özden çok sevme” ve “Yaratılanları Yaratan’dan ötürü sevme” ilkelerini özümsemiş bir “Bilinç Çağı İnsanı”  olarak yapmakta olduğum işlerin bazıları:
(a)     Turgutreis Yat Limanını (D-Marin’i);
*      ÇED raporunu hiçe sayarak, Türk Milletine ait denizi kirleterek, Çevre Yasası’nı ihlâl ederek, kamusal, yani Türk Milleti’ne ait alana tecavüz ederek, inşa eden,
*     Yat Limanı giriş kapılarındaki bekçi kulübelerinin üstüne gölgelik olarak konulmuş olan tenteleri zemine bağlayan çelik halatlarla yaya yolunu kapatarak, Trafik Yasası’nı ihlâl ederek, kamusal, yani Türk Milleti’ne ait alana bu şekilde de tecavüz ederek işleten Doğuş Grubu’nun  yaptığı yolsuzlukları önledim. Türk Milleti’ne ait alana, (Türkiye’ye) özel alanım gibi sahip çıktım.
(b)    Turgutreis Otobüs Terminali karşısındaki Total Benzin İstasyonunun devasa reklam panosunu yaya yoluna koyarak, yaya yolunu kapatarak, Trafik Yasası’nı ihlâl ederek, kamusal, yani  Türk Milleti’ne ait alana tecavüz ederek yaptığı yolsuzluğu da aynı şekilde önledim.
(c)    Ticari işletmelerin kamuya ait plajlarda kumsala ve sokağın yayalara ait kısmına, yani kamusal alana koydukları masa ve sandalyeleri kaldırılmasını sağladım. 
(d)   2001 yılında, “borç alanın emir de alacağı anlayışı”yla, Türkiye Cumhuriyet Devleti’ni “dış borç yükü”nden (İMF Boyunduruğundan) kurtarmak için,  bir “gönüllü vergi” kampanyası başlatmak amacıyla Başbakanlığı başvurdum.
(e)   Ertesi yıl, Bodrum’dan İzmir, Çanakkale, Tekirdağ, İstanbul, Kocaeli, Yalova, Bursa, Bilecik, Eskişehir güzergâhı üzerinden Ankara’ya yürüdüm.
(f)    Turgutreis Yalı Camisi minarelerinin rüzgâr ve deprem riskine karşı önlem olarak tamir edilmeleri için Belediye Başkanlığına başvurdum.

Sokaklarda, (kamusal alanda yapmakta olduğum diğer işler:
*   Kedi köpek ölülerini alıp çöp bidonlarına koymak.
*   Su ve kanalizasyon arızalarını belediyeye haber vermek.
*   Çöp, izmarit gibi atıkları toplayıp çöp bidonlarına atmak.
*    Çalınmış olan rögar kapaklarını sorumlulara haber vermek. 
*   Köpek pisliklerini kaldırmak ya da belediyeye haber verip temizletmek.
*   Geri kazanılabilecek katı atıkları toplayıp atık toplama kutularına koymak.
*   Salyangoz ve benzeri canlıları alıp üzerlerine basılmayacak bir yere bırakmak.
*   Sokaklarda gördüğüm basanın ayağına batacak ambalaj atığı çivili tahta parçalarını kaldırmak.
*    Beton elektrik direklerinin kopmuş topraklama tellerini sorumlulara haber vererek bağlatmak.
*   Sökülüp sokağa atılmış güneş enerjisi sistemlerinin cam yünü olarak tanımlanan kansorejen maddeleri belediyeye haber verip kaldırtıyorum.

Kamusal alana (Türkiye’ye) bu şekilde de sahip çıkıyorum. Aslında, Dünya’ya sahip çıkıyorum. “Yurdu ve milleti özden çok sevme” ve “yaratılanları Yaratan’dan ötürü sevme” ilkelerini özümsemiş,  yasa bağımlısı, diğerkâm bir “Bilinç Çağı İnsanı” olarak başka türlü davranamıyorum…

Bu tür çalışmaları yaparken, bencil (hodkâm) bir varlık olan “Bilgi Çağı İnsanları”nın değişip sencil (diğerkâm) varlığa dönüşmedikçe, sözü edilen  ilkeleri özümsemelerinin, bilinçlenmelerinin mümkün olmadığını da anladım.

Bilgi Çağı İnsanları”nın, bencillikten –hodkâmlıktan- kurtulabilmeleri, sencil (diğerkâm)  varlıklara dönüşebilmeleri, bilinçlenebilmeleri, “yurdu ve milleti özden çok sevme” ve “Yaratılanları Yaratandan ötürü sevme” ilkelerini özümseyebilmeleri için; yukarıda sözü edilen alanlardaki çalışmaları yaparken geliştirdiğim örneği ekte görülen “Diğerkâmlık Andı”nda sayılan alanlardaki çalışmaları yapmaları gerektiğini düşünüyorum…

1996 yılında, Bodrum’da, (Yerel HABİTAT Konferansı ile eşzamanlı olarak) yayalarla ilgili sinyalizasyon ışıklarıyla donatılmış kavşaklarda bir uygulama başlattım. Bu uygulamada, kırmızı ışık kuralını ihlâl edenleri,  bu yolsuzluğu yapan yayaları, ( şu da var ki; bu yolsuzluğu yapmayan yok gibidir)  “Yeşili Bekle, Lütfen”, Sağdan, Lütfen” yazılı pankartları kullanarak ve megafonla seslenerek uyarıyorum.

Demokrasinin “özgürlüklerin özgürlüklerle sınırlı bir yaşam biçimi” olduğu gerçeğini dikkate alarak, sözü edilen  kavşakları “Demokrasi dershanesi” ve sözü edilen yolsuzluğu yapanları uyaranları “Demokrasi öğretmeni” olarak tanımladım.

Demokrasiyi, bu yaşamsal kavramı öğrenmek isteyenlerin, işe, yayalarla ilgili sinyalizasyon ışıklarıyla donatılmış kavşaklarda  kırmızı ışık kuralını ihlâl eden, bu yolsuzluğu yapan yayaları uyarmaya başlamalarını öneriyorum…

“Bilgi Çağı İnsanları”nın bilinç sözcüğünü kullanırken yaptıkları yanlışlar:
*    “Kasten” ya da “maksatlı” yerine “bilinçli olarak”,
*    “Biliyorum”ya da “farkındayım” yerine “bilinçliyim” ya da “bilincindeyim”,
*     (Bilinç sözcüğünün fiil olarak kullanıldığında nesne almayacağını bilmedikleri için) “bilgilendiriyorum” ya da “bilgi veriyorum” yerine “bilinçlendiriyorum” diyorlar.

Sayın Mustafa Hakan Güvençer
Bu vesileyle, “Yurdu ve milleti özden çok sevme” ve “Yaratılanları Yaratan’dan ötürü sevme” ilkelerini özümsemiş bir “Bilinç Çağı İnsanı”nın;
*     Aşırı tüketmeyeceğini, tüketim çılgını olmayacağını, (tasarruf bilinci)
*     Çevreyi kirletmeyeceğini, Çevre Yasası’nı ihlâl etmeyeceğini, (çevre bilinci)
*     Trafik kurallarını çiğnemeyeceğini, Trafik Yasası’nı ihlâl etmeyeceğini, (trafik bilinci)
*     Vergi kaçırmayacağını, Vergi Yasası’nı ihlâl etmeyeceğini, kul hakkı yemeyeceğini, (vergi bilinci)
eş deyişle, yolsuzluk yapmayacağını, daha da önemlisi, yolsuzluk yapanlarla mücadele etmekten kendisini alamayacağını, kendi örneğimden yola çıkarak İDDİA ediyorum.

Yukarıda sayılan alanlardaki çalışmaları yaparken geliştirdiğim; gereken özen gösterilerek uygulanması durumunda, geleceğin “” ve “devlet adamı” adayı çocuklarımıza benzer özellikleri kazandıracağından emin olduğum, ilk ve orta öğretim okulları müfredat programına “uygulama dersi” olarak konulması önerisiyle M. E. Bakanlığı’na gönderdiğim, örneği ekli, “Trafik terörünü halkın işbirliğinde çözme ve demokrasiyi tabana yayma projesi” uygulamaya konmadı…

Bu arada, 29. 09. 2013 tarihinde, M. E. Bakanlığına gönderdiğim, “bilinç konusunda otodidakt (özöğrenimli) olduğumun tescili” konulu, örneği ekli başvuruma hala bir cevap verilmediğini de bilginize sunuyorum…

İlk ve orta öğretim okullarında, “Burası Türkiye” ve “Küresel Isınma “ sergileri eşliğinde konferans verme önerimi takdirlerinize arz ederim…

Saygılarımla.

Bilinç Üniversitesi Kurucusu
Bilinçolog Galip (Diğerkâm)Baran

TEL: (0252) 382 34 77 / (0535) 844 84 76
E-POSTA: galipbaran@windowslive.com

Bilinç Üniversitesi’nin
(a)    İşlevi: “Bilgi Çağı”  üniversitelerinin, zamanla Bilinçoloji Ana Bilim Dalına dönüşebilecek “Bilinç Enstitüsü” ya da “Bilinç Kürsüsü” gibi bölümler kurmalarına yardımcı olmak; böylece, bundan böyle, yalnız bilgili değil aynı zamanda bilinçli mimar, mühendis, doktor, sosyolog, psikolog, antropolog  v.b. meslek mensuplarının yetişmesine katkıda bulunmak.
(b)   Kuruluş amacı: Güçlünün haklı olduğu değil, haklının güçlü olduğu, eşdeyişle, “dünyevi değerler”in yerini “uhrevi değerler”in aldığı bir dünya düzeni kurmak.

EKLERİ:

1.    “Diğerkâmlık Andı”
2.    Trafik terörünü halkın işbirliğinde çözme ve demokrasiyi tabana yayma projesi
3.     “Bilinç konusunda otodidakt (özöğrenimli) olduğumun tescili” ile ilgili olarak M. E. Bakanlığı’na gönderdiğim dilekçe

İnsan soyunun bir felâkete yöneldiğini gören Erich Fromm, “Sahip Olmak ya da Olmak” adlı eserinde SORUMLULUK konusunda:

“İnsan yapacağı bir seçme ile ya yok olacak ve kendisi ile birlikte tüm canlıları ortadan kaldıracak  ya da yaşamını ve gelişimini sürdürmeye devam edecektir. Bu kötü gidişten kurtulmanın tek yolu, insanların ve onları yönlendiren toplumsal yapıların kökten değiştirilmesidir. Böylesi bir SORUMLULUKLA karşı karşıya  olan insanlığın doğru yolu bulabilmesi için, davranışlarını  şimdi yaptığı gibi “sahip olmak” ilkesine göre değil, “olmak” ilkesine göre değiştirmesi gerekir…

Mala, mülke, şöhrete, insana, bilgiye “sahip olmak” demek, onları ele geçirmek, kendine mal etmek, onlara egemen olmak ve dilediğince kullanmak anlamına gelir. Ama insan hiçbir zaman yeterince şeye sahip olamayacaktır. Çünkü maddesel olan, elle tutulan aldatıcı ve geçicidir.

“Sahip olmak”ın karşıtı olan “olmak” ilkesiyle yaşayan insan ise; hiçbir şeyi kendine mal etmeye ve ona egemen olmaya çalışmaz. Her şeyi kendi bütünlüğü, canlılığı ve gelişimi içinde SEVER. Böyle davranan bir insan, evrimleşmeye çalışır. “Olmak” sözcüklerle anlatılamayan, bir özellik, bir süreç, bir canlılıktır.diyor.

Ruhbilim Uzmanı Ergün Arıkdal, Pozitif Yaşam adlı kitabında:
“İnsana SORUMLULUK yükleyen bilgi, kitabi bilgi değil, bizzat uygulanarak  idrak edilmiş ve hazmedilmiş olan bilgidir. Böyle bir bilgi, artık o insanın öz malı haline gelmiş ve bir yaşam düsturu olmuştur. Yeri ve zamanı geldiğinde insanın o bilgiyi kullanması gerekir; kullanmadığı takdirde hesap sorulmayı hak eder.” diyor.

Çevrenin kirletilmeyeceğini, trafik kurallarının ihlâl edilmeyeceğini, vergi kaçırılmayacağını (kul hakkının yenmeyeceğini) bilmeyen yoktur.  Oysa, bu yolsuzlukları yapmayan parmakla gösterilecek kadar azdır. Bunun nedeni: “kitabi bilgi”dir. Her gün 15-20 can alan, ihmâl ve dikkatsizlik sonucu olduğu ifade edilen trafik kazalarının nedeni de: “kitabi bilgi”dir.

Diğer taraftan, “yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi”ni özümsemiş, “diğerkâm kişilik” edinmiş bir insanın dikkatsiz davranması, yasaları bilerek ihlâl etmesi de düşünülemez…

Sayın Arıkdal, “Evensel İnsan” adlı kitabında :
“Bizim halkımız vicdan sesini dinlemek istemiyor çünkü çok materyalist olmuş durumda. Çok bencil bir milletiz biz.  Bu memleketin;  bilim adamından, ekonomistten, iyi siyaset adamından ziyade, vicdanının sesini çekinmeden ortaya koyabilen, gerçekten yürekli, gerçekten sevebilen insanlara ihtiyacı var. Bizim para, bilgi, şöhret, sandalye severlere değil, tam tersine vicdan sesini ifade etmeye çalışan, SEVEN insanlara ihtiyacımız var.” diyor…

Arıkdal’ın bu sözlerinde de “yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi”nde yer alan SEVGİ öğesinin öne çıktığı görülüyor. Diğer taraftan, bencil bir varlığın sözü edilen ilke’yi özümsemesi zaten beklenemez…

Nasıl yaşadığımı, günlük yaşamda nasıl davrandığımı, yolsuzluk yapanlarla nasıl savaştığımı (örneğin kavşaklarda kırmızı ışık kuralını ihlâl eden yayaları uyardığımı, sokakta –kamusal alanda- çöp ve izmarit gibi atıkları topladığımı, bir başka deyişle, Türkiye’ye sahip çıktığımı) görenler; “herkes senin gibi olsa”, “sen ibadet ediyorsun”, “insanlık için çalışıyorsun” diyorlar… Övüyorlar… Ancak, onlar; sıra “benim gibi” olma, “insanlık için çalışma” ve “Türkiye’ye sahip çıkma” SORUMLULUĞUNU üstlenmeğe geldiğinde “bananecilik ilkesi” (!)ne  sığınıyorlar…”Senin gibi olursam bana da deli derler” diyenler de oluyor…

SONUÇ: Türkiye sahipsiz kalıyor… Nehirler, göller, denizler kirleniyor… Ormanlar tükeniyor… Balık türleri azalıyor… Banane’ciler her şeyi devletten bekliyorlar…


Diğer taraftan, yukarıda sözü edilen ilkeyi özümsemiş olan insanların  yaşadığı bir ülkede görülmesi mümkün olmayan sorunlar bunlar… 

26 Eylül 2013 Perşembe

BİLİNÇ ÜNİVERSİTESİ HAKKINDA!...

Bilinç Üniversitesi’nin işlevi ve kuruluş amacı:
(a)    İşlevi: “Bilgi Çağı”  üniversitelerinin, zamanla Bilinçoloji Ana Bilim Dalına dönüşebilecek “Bilinç Enstitüsü” ya da “Bilinç Kürsüsü” gibi bölümler kurmalarına yardımcı olmak; böylece, bundan böyle, yalnız bilgili değil aynı zamanda bilinçli mimar, mühendis, doktor, sosyolog, psikolog, antropolog  v.b. meslek mensuplarının yetişmesine katkıda bulunmak.

(b)   Kuruluş amacı: Güçlünün haklı olduğu değil, haklının güçlü olduğu, eş deyişle, “dünyevi değerlerin” yerini “uhrevi değerlerin” aldığı bir dünya düzeni kurmak.

21 Ağustos 2013 Çarşamba

SİNAN AYGÜN CEVAP VERDİ...

                                                                                                                    21. 08. 2013

SİNAN AYGÜN CEVABI

(Ankara Ticaret Odası (ATO) Başkanı Sn. Sinan Aygün’ün 28. 09. 2011 tarihli mektubu)

Sn. Galip BARAN
Turgutreis Gönüllüleri Temsilcisi

Sayın BARAN,

Ülkesini seven bir vatandaş olarak 5 Eylül 2001 tarihinde göndermiş olduğunuz mektubunuzu aldım. Değerli düşüncelerinizle ülkenin içinde bulunduğu karanlık dönemden çıkarılması için katkıda bulunmak istemeniz gerçekten takdire değer.

Kendi çabalarınızla yürüttüğünüz kampanyalar ve Başbakanlığa sunduğunuz “Türkiye’yi dış borç yükünden kurtarma “ kampanyası önerisi, yaşadığımız günler ne kadar zor olursa olsun, sizin gibi ülkesini seven, çalışan, düşünce üreten yurttaşlarımız var olduğu sürece, kriz ortamlarından çıkmamızın mümkün olduğunu gösteriyor.

Sayın Baran,

Trafik kazaları başta olmak üzere Türkiye’nin sorunlarına krşı duyduğunuz hassasiyet v e bu hassasiyeti dalga dalga yurt geneline yayma projeniz gerçekten çok önemli bir atılım. “Ayıp” olarak nitelendirdiğiniz dış borç yükünden kurtulmak için önerdiğiniz proje de, Türk halkının fedakârlığının göstergesi. Kurtuluş Savaşı’nda giyecek ayakkabısı, içecek suyu yok denecek kadar az olan Türk halkı, azim ve fedakârlığıyla yeni bir Cumhuriyet kurdu. Yaşadığımız bu krizden çıkmanın yine Türk halkının azim ve fedakârlığı ile mümkün olacağı ortada. Ancak bu önerinin uygulanabilirliği Allah göstermesin ama daha çok zor günler için saklanmalıdır. Çünkü bu ülkenin vatandaşlarının göstereceği fedakârlıktan önce yapılabilecek pek çok şey vardır. Bu konuları da biz defalarca başta Sayın Başbakan Bülent  Ecevit olmak üzere hükümet üyelerine ilettik.

Devlet İstatistik Enstitüsünün yaptığı açıklamayı mutlaka okumuş ya da duymuşsunuzdur. Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra en büyük küçülmesini yüzde 11.8 rakamıyla bu yılın ikinci çeyreğinde yaşadı. Yaklaşık 25 bin işyeri kapandı. Yaklaşık 2 milyon kişi işsiz kaldı Çalışan vatandaşların ise nasıl geçindiği malum. Bu ülke vatandaşların yüzde 99’u kıt kanaat geçimini sürdürmeye çalışırken, yüzde birlik dilimde yer alanlar hala safa sürüyor. Gelir dağılımında adalet sağlanmadığı sürece, başka çıkış yoları kullanılmadan önce bu halktan fedakârlık istemeye kimsenin hakkının olmadığını düşünüyorum. Fedakârlık yapması gereken öncelikle hükümettir. Kamu sektöründeki israfı defalarca dile getirmiş olmamıza haya yetinmeyip takvim yaptırıp dağıtmış olmamıza karşın, israfın başını hala kamu sektörünün çektiğini görüyoruz.

Bankalar aracılığıyla milyonlarca doların kimlerin cebine gittiği belli olmadığı, suçluların cezalandırılmadığı bir dönemde halktan fedakârlık istemeye kimsenin hakkı olmadığına inanıyorum.

Gün geçmiyor ki, Başbakanlık binalarının önünde bir eylem yapılmasın. Halkımız zaten ekonomik krizden sosyal dengesini de yitirmek üzere. Sosyal patlama yaşanması için ille de toplu yürüyüşler ve taşkınlıklar yapılması gerekmiyor. İntiharlar, boşanmalar bu krizin halka yansımasını gösteriyor. Bu ülkenin, etkin ve verimli kullanılması durumunda krizi atlattıracak kadar kaynağı mevcuttur. Yeter ki, yöneticilerimiz sizin gibi vatansever insanlarına lâyık olmayı bilsin.

Değerli mektubunuz için yeniden teşekkür eder, çalışmalarınızda başarılar dilerim.

Saygılaımla.

Sinan AYGÜN
Yönetim Kurulu Başkanı

GÜNÜMÜZDEKİ DEĞERLENDİRME…
“Türkiye’yi dış borç yükünden kurtarma kampanyası”nı başlatma girişimimin, “yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi”ni özümsemiş olmamdan kaynaklandığını düşünüyorum.

Diğer taraftan,  bu ilkeyi özümseyebilmek için insanın bencillikten (hodkâmlıktan) kurtulmuş, sencil (diğerkâm) bir varlığa dönüşmüş olması gerektiğine  ve diğerkâm bir varlığın başka türlü davranmasının mümkün olmadığına inanıyorum…

Öte yandan, Başbakan Ecevit ve hükümetiyle ilgili olumsuz değerlendirmeleri,(suçlamaları) ; Sn. Sinan Aygün’ün bencil (hodkâm) bir varlık olduğu ihtimali dikkate alınarak düşünülecek olursa, haklıdır…

Herkesin hoşgörüsüne sığınarak, “NE MUTLU DİĞERKÂM OLABİLENE” desem ayıp olmaz inşallah…


Galip (diğerkâm)Baran 

18 Temmuz 2013 Perşembe

galip baran & doğu perinçek

Galip Baran’ın (G. B. ), Doğu Perinçek’in (D. P. ) Aydınlık Gazetesi’nin 26. 05. 2013 tarihli sayısında yer alan “Ahtapotun kollarında bilgilendirme ve bilinçlendirme” başlıklı yazısıyla ilgili görüşleri: 

D. P. : Beklediğim oldu. Bu köşede iki hafta önce 11 Mayıs 2013 günü çıkan “Ahtapotun kollarında çırpınmaya devam mı edeceğiz” başlıklı yazı yankılandı.
Sayın Lale Gürman, yazıyı internetten yayarken, şu notu iliştirmiş:
“Artık ahtapotun kollarında çırpınmak yok! Olmamalı!”
Mustafa Yıldırım’ın değerli emeği
“Sivil Örümceğin Ağında” kitabının yazarı, değerli araştırmacımız Sayın Mustafa Yıldırım ise, şöyle yazmış:
“Ah ben ne yapmışım?!
“Halkı korkutmak için masallar yazmışım!
“Operasyonu, kanıtlarıyla, örgütleriyle adlarıyla, sanlarıyla, görevleriyle, paraları-pullarıyla ve amaçlarıyla sergilemişim ve halkı uyandırmışım, savaşıma yönlendirmişim de çok ayıp etmişim öyle mi?!
“CIA elemanlarının listesini, akademilerde, gençlik arasında somut örgütlenmeyi, devşirme programlarını belgelemişim de politikacıları, gençleri, yazarları, gazetecileri, sendikacıları uyandırmışım ve böylece siyasetsizleşmişim, öyle mi ?!
“Onlarca yıllık emek boşunaymış, öyle mi ?!
“Bilmem ki artık ne yapsam?!
“Savaşım yöntemlerinin tarihsel örneklerini belge romanlarla anlatarak, suç mu işlemişim?!
“Araştırmada, incelemeden, çözümlemeden ve yazmadan önce bir merkezden onay mı almalıydık?!
“Ayrıca; yazarak, anlatarak, uyandırmaya çalışanları kim izliyor ve izletiyor da yazanların örgütsüzlüğüne karar veriyor?
“Ya da hangi örgüt, örgütten sayılıyor?
“Örgüt seçerken kimden izin almalıyız?!
“Daha yazacak çok şey var: Ama Türkiye Cumhuriyetini kökten yıkarlarken hiç de zamanı değil!”
D. P. : Evet bilgilendiriyor, ama bilinçlendirmiyor
Sanırım söylemek istediğimi iyi dile getirememişim. Ahtapotun kollarını anlatan kitapların değerinin inkâr edilemeyeceği o yazıda vurgulanıyordu. Devamla şöyle deniyordu:
“ Bu kitaplar bilgilendiriyor, durumu bütün acıklı yönleriyle ortaya koyuyor. Ama bilinçlendirmiyor.
G. B. : Ne kitaplar, ne de bir  insan bir başkasını bilinçlendiremez. Bilinç sözcüğü fiil olarak kullanıldığında nesne almaz. İnsan kendi çabasıyla bilinçlenir… Önceki 01. 01. 2013 tarihli, İşçi Partisi’ne “Bilinç Çağı Partisi” olmasını önerdiğim mektubumda nasıl bilinçlendiğimi şöyle açıklamıştım:

Çevre, tüketim, trafik, sağlık, vergi, rüşvet, iş ahlakı (Ahilik), milli servet, imar ve her şeyi devletten bekleme gibi alanlarda başlattığım, insanı, davranışlarını ve nedenlerini araştırdığım, bazıları yerel bazıları merkezi yönetimin sorumluluk alanına giren, bilinç konusunda uzmanlaşmamı (otodidakt =özöğrenimli) olmamı sağlayan çalışmaları yaparken yaşam biçimim kökten değişti:
  *      “Yasa bağımlısı” oldum
*       Kendimi tanımağa başladım.
*      “ Diğerkâm bir kişilik” edindim.
*      “Yurdu ve milleti özden çok sevme” ve “yaratılanları Yaratan’dan ötürü sevme” ilkelerini özümsedim.
*     Edindiğim “tecrübi bilgi” ile işlevi ve amacı aşağıda açıklanan Bilinç Üniversitesi’ni kurdum.
*     Bir ilki gerçekleştirdim, Bilinçolog oldum.
*       Tanımı “yeti” sözcüğüyle sınırlı olan bilinç kavramını (a) SORUMLULUK kavramıyla bütünleştirdim, ete kemiğe büründürdüm, (b)  B (bilinç) = Z (zaman) x  Ç2 ( çabanın karesi) şeklinde ifade ettim. Bilimselleştirdim.

D. P. : “Çünkü bilinç, yalnızca fotoğraf çekmez. Bilinç, ahtapotun kollarından kurtulma harekâtını, planını, örgütlenmesini gösterir. Mustafa Kemal Paşa’nın Kurtuluş Savaşı öncesi ve sırasında bütün yazdıklarına bakınız, durum saptaması özlüdür, esas odaklanma program, plan ve stratejidedir. Düşmanın ne yaptığından çok, bizim ne yapacağımızı ortaya koyar ve harekâtı örgütler.
“Bilmek, yapmak demektir. Bilinç, yapmaya ışık tutar; yoksa dizlerimizi dövmeye ve yakınmaya değil, ağlamaya hiç değil.”
G. B. : Bilinçolog olmamı sağlayan çalışmaları yaparken edindiğim birikim ve gerçekler, “bilinç fotoğraf çekmez”,  bilgi yapmaktır” şeklindeki ifadelerle bağdaşmıyor. (a)Bilinç insanın edindiği bir özellik olup, fotoğraf çekme gibi bir eyleminden söz edilemez (b) ve insanlar çevreyi kirletmemeleri, trafik kurallarını ihlâl etmemeleri, vergi kaçırmamaları, diğer deyişle, yolsuzluk YAPMAMALARI GEREKTİĞİNİ BİLİYORLAR ama yapıyorlar.
D. P. : Bilgilendirme ve bilinçlendirme arasındaki fark
Öyle gözüküyor ki, bilgilendirme ve bilinçlendirme arasındaki farkı berraklığa kavuşturmak gerekiyor.
Bilgi, öğrenmek ve anlamakla kazanılır.
Bilinç ise, bilmenin ötesindedir; yapmakla ilgilidir.
İkisinin de bil- kökünden geliyor olması, yanlış anlamalara yol açmıştır.
Bilinç kavramı, şuurun karşılığı olarak türetilmiş ve dilimize yerleşmiş, artık değiştiremeyiz. Ancak yapınç diye türetilse kavramı daha iyi karşılanırdı. Çünkü bilinçte, bilginin yapmaya dönüştürülmesi var.
G. B. : Bilincin nasıl edinileceği, yukarıda ifade edildi. Bilinçlenmek isteyenler örneği ekli “Diğerkâmlık And”ından faydalanabilirler.
D. P. : Gerçeğin yüklediği sorumluluk
Herhangi bir gerçeğin bilincinde olmak, o gerçeğin yüklediği sorumluluğu yerine getirmektir.
Örneğin dünyanın güneş çevresinde döndüğünü biliyoruz. Ülkemizin ahtapotun kollarında olduğunu da değerli araştırmacı ve yazarlarımızdan yıllardır öğreniyoruz. Kendilerine bu bilgilendirmeleri nedeniyle minnettarız.
Ancak ülkemizin ahtapotun kollarında olduğunun bilincinde olmak, bu gerçeği bilmekten farklıdır. Örneğin ABD emperyalistleri ve Tayyip Erdoğanlar da Türkiye’nin ahtapotun kollarında çırpındığını biliyorlar. Hatta bizden daha iyi biliyorlar.
Denektaşı = Örgütlü iş
Bir gerçeğin bilincinde olmak, uygulamada kendini gösteriyor. Biz Türkiye’nin vatanseverleri, ülkemizin ahtapotun kollarından kurtulması için eyleme geçiyorsak, olayın bilincindeyiz demektir.
G. B. : Burada, “bilincinde olmak” değil, “farkında olmak” denilmesi gerekirdi. “Bilincinde olmak” yanlış bir ifadedir. Sayın Emre Kongar’da NTV’deki bir konuşmasında bu yanlışlığı yapmıştı. Kendisini uyardığımda bana teşekkür etmişti.
D. P. : Bilinç kendisini pratikle, güzel Türkçemizle dile getirirsek işle gösterir. Bu açıdan bilinç, işe yansıtılan bilgidir.
G. B. : “İş” sözcüğü, bana Ziya Paşa’nın “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” deyişini hatırlatır. Ben, “diğerkâm”, eşdeyişle, sayın valideniz Behiye Perinçek’in değerli babanız Sadık Perinçek’e yakıştırdığı “elgüzeli”sayısını çoğaltmayı “iş” edinmiş bulunuyorum. Bu nedenle, insanoğluna “Dünyayı kurtarmak istersen eğer, diğerkâm olman yeter” diyerek seslenmeyi “iş” edinmiş bulunuyorum.
Bir de herkese zor gelen işler var. Herkese zor gelen işler uzmanıyım, ben. Örneğin, sokakta, yani kamusal, yani Türk Milleti’ne ait alanda izmarit topluyorum, Türkiye’ye sahip çıkıyorum.
D. P. : Toplumsal mücadelede ise, bilinç kendisini örgütlü işle, örgütlü eylemle ortaya koyar.
Ahtapotun kollarından bireysel eylemle kurtulamayız
Kuşkusuz ahtapotun kollarında olduğumuzu anlatmak, bu bilginin kitabını yazmak da bir eylemdir. Ancak biz ahtapotun kollarından çıkmak istiyorsak, bunu bireysel eylemlerle başaramayız, örgütlü eyleme geçmek zorundayız. Durumun farkında olduğumuzu gösteren biricik ölçüt, örgütlü mücadeleye girişmektir.
Bu nedenlerle bir araştırmacının veya bilim adamının halka bazı gerçekleri bildirmesi, bilgilendirme eylemidir.
G. B. : Katılıyorum. Bilgilendirmedir.
D. P. : Bilinçlendirme ise, halkın sürece müdahale etmesine ve durumu değiştirmesine örgütlü mücadeleyle önderlik etmektir.
G. B. : “Halkın sürece müdahale etmesine, durumu değiştirmesine ve örgütlü mücadelesine önderlik etmek” bilinçlendirme olarak tanımlanamaz. Buna, “yol göstermek” ya da “yönlendirmek” denebilir.
D. P. : Yanılgı şuradadır:
Halk, biz bilgi verdik diye uyanmaz!
Halk, biz kitap ve makale yazdık diye mücadeleye yönelmez!
Namık Kemal, Mustafa Kemal veya İşçi Partisi örneğinde olduğu gibi, halkın mücadelesinin başına geçmek gerekir.
Halk, ancak ve ancak kendi pratik mücadelesi içinde uyanır ve gerçekleri kavrar. Kitaplar ve bilgilendirmeler, o örgütlü mücadelede işe yarar ve değerini bulur.
Halkı kendi tecrübeleriyle uyandırma dışında bir uyandırma yöntemi yoktur. Uyandırmak, işe önderlik etmekle olur.
Soru yerindedir ve herkes için geçerlidir
Ahtapotun kollarında çırpınmaya devam edecek miyiz sorusu bu açıdan çok yerindedir ve herkes için geçerlidir.
Bilgili kardeşlerimiz, Ahtapotun kollarında olduğumuzu anlatan bin beş yüz seksen dokuz (1589) kitap daha yazabilirler. Kendilerine teşekkürler ederiz. Ama durum değişmez, bu ülke çırpınmaya devam eder. Çünkü halk kendiliğinden eylemlerle bu durumu değiştiremez.
Halkın örgütlü mücadelesine önderlik etme sorumluluğunu hatırlatmak niçin tepkiye yol açıyor?
Ahtapotun kollarını yazmaya devam etmek için mi?
Biz de diyoruz ki, artık ahtapotun kollarından kurtulmak için örgütlü işe katılalım. O zaman kitaplarınız da işte sınanır. Doğruluğu ve yanlışları oraya çıkar.
Örgütlü iş, dernek, sendika veya meslek odasında yapılan çalışma değildir; halkın hükümetini kurmak için siyasal partide örgütlenmektir.
G. B. : Örgütlenmekten, örgütlü toplumdan söz edilir de, örgütün, örgütlü toplumun özündeki insan, kişi göz ardı edilir. Bencil (hodkâm) bir varlık olduğu nedenle insanın, örgütlü olması sözde kalır. İşte bu nedenle ben, bencil (hodkâm) varlığın değişmesi, sencil (diğerkâm) bir varlığa dönüşmesi gerektiğini savunuyorum. Diğerkâm varlıkların örgütünden, örgütlenmesinden söz ediyorum… İşte o zaman dünyanın değişeceğini İDDİA ediyorum; “Dünyayı kurtarmak istersen eğer diğerkâm olman yeter” diyorum..

***

Sayın Elgüzeli Sadık Perinçek’in değerli mahdumu sayın Doğu Perinçek,

Ahtapotun kollarında bilgilendirme ve bilinçlendirme” başlıklı yazınızda yer alan, uzmanlık alanıma giren, bilinç sözcüğünü görünce size yazmaktan kendimi alamadım. Elimden geldiğince, becerebildiğimce faydalı olmağa çalıştım…

Bu vesileyle, önceki mektubumun son paragrafını yineliyorum; “Dünyadaki siyasi partilerin tümünün ‘Bilgi Çağı Partisi” oldukları gerçeği karşısında partinizin ‘Bilinç Çağı Partisi’ olmasının anlamlı bir ayrıcalık olacağını düşünüyorum”.

VE:
(a)     Bu günlerde, Akif’in, “Doğacaktır sana vaat ettiği günler Hak’kın, kimbilir, belki yarın, belki yarından da yakın” şeklindeki dizesini de yineliyorum (b) Yaşadığım Turgutreis’te, arşivimin bulunduğu ve “Burası Türkiye” ile “Küresel ısınma” sergilerini açtığım yeri, önem ve anlamını topluma anlatmayı başaramadığım Bilinçhane’yi ilk fırsatta ziyaret etmenizi öneriyorum…

DAHASI: Bağımlısı olduğum Atatürk’ten esinlenerek geliştirdiğim şu söylemi de dile getirmekten kendimi alamıyorum: “Benim naçiz vücudum da bir gün toprak olacaktır; fakat Bilinçhane ilelebet payidar kalacaktır…

AKLIMA TAKILAN: Ekli dosyada görüleceği üzere, Türkiye’nin en zengini, Başbakan Erdoğan’ın can dostu, önceki Meclis Başkanlarından Köksal Toptan’ın TBMM Hizmet Ödülü verdiği, yolsuzluk yapmayı alışkanlık haline getiren Doğuş Grubu Başkanı Ferit Şahenk’le yıllardır yapmakta olduğum mücadeleyi Ulusal Kanal’da dile anlatmak istiyorum. Bu konuda sn. Halil Nebiler’e (beş defa) ve sn Oktay Ekinci’ye yazdığım halde sonuç alamadım. Yardımcı olursanız sevinirim.
Saygılarımla     

Bilinç Üniversitesi Kurucusu
Bilinçolog Galip (Diğerkâm) Baran

TEL: (0252) 382 34 77 / (0535) 844 84 76
E-POSTA: galipbaran@windowslive.com

Bilinç Üniversitesi’nin:
(a)    İşlevi:  “Bilgi Çağı”  üniversitelerinin, zamanla Bilinçoloji Ana Bilim Dalına dönüşebilecek “Bilinç Enstitüsü” ya da “Bilinç Kürsüsü” gibi bölümler kurmalarına yardımcı olmak; böylece, bundan böyle, yalnız bilgili değil aynı zamanda bilinçli mimar, mühendis, doktor, sosyolog, psikolog, antropolog  v.b. meslek mensuplarının yetişmesine katkıda bulunmak.

(b)   Kuruluş amacı:  Güçlünün haklı olduğu değil, haklının güçlü olduğu, eş deyişle, “dünyevi değerler”in yerini “uhrevi değerler”in aldığı bir dünya düzeni kurmak…

24 Haziran 2013 Pazartesi

AREL MÜHENDİSLİK PLASTİKLERİ SAN VE TİC AŞ ÜRÜN/İŞ GELİŞTİRME MD. SELÇUK ERTEKİN'E CEVAP:

GALİP BARAN’IN ÖRNEĞİ EKTE GÖRÜLEN YAZISI NEDENİYLE AREL MÜHENDİSLİK PLASTİKLERİ SAN VE TİC AŞ ÜRÜN/İŞ GELİŞTİRME MD. SELÇUK ERTEKİN’İN (S.E.) YÖNELTTİĞİ SORULARA GALİP BARAN’IN (G.B) CEVAPLARI
SELÇUK
ERTEKİN
S. E. : Nerede bu Bilinç Üniversitesi Galip Bey.
G. B. : “Tecrübi bilgi” ile kurmuş bulunduğum, (işlevi: “Para ve bilgi” ile kurulmuş olan “Bilgi Çağı Üniversiteleri”nin, zamanla Bilinçoloji Ana Bilim Dalına dönüşebilecek “Bilinç Enstitüsü” ya da “Bilinç Kürsüsü” gibi bölümler kurmalarına yardımcı olmak; böylece, bundan böyle, yalnız bilgili değil aynı zamanda bilinçli mimar, mühendis, doktor, sosyolog, psikolog, antropolog  v.b. meslek mensuplarının yetişmesine katkıda bulunmak, kuruluş amacı:  Güçlünün haklı olduğu değil, haklının güçlü olduğu, eşdeyişle, “dünyevi değerler”in yerini “uhrevi değerler”in aldığı bir dünya düzeni kurmak) olan Bilinç Üniversitesi Bodrum Turgutreis’tedir.
S. E. : Üniversitenizin tam-açık adresi nedir?
G. B. :  Gazi Mustafa Kemal Bulvarı 2/F Turgutreis/Bodrum. 
S. E. : Üniversitenizin kuruluş kararı TBMM'den geçti mi?
G. B. : “Bilgi Çağı Üniversiteleri”nin kuruluş kararı bir “Bilgi Çağı” kurumu-kuruluşu olan TBMM’den geçiyor olabilir. Ancak, bir “Bilinç Çağı” kurumu-kuruluşu olan Bilinç Üniversitesi için böyle bir karardan söz etmek abesle iştigaldir.
S. E. : YÖK, üniversitenizi onayladı mı?
G. B. :  Üniversitemizi onaylamak, bir” Bilgi Çağı” kurumu-kuruluşu olan YÖK’ü aşar.
S. E. :  Üniversitenizin bir kampüsü (yerleşkesi) var mı?
G. B. :   İşlevi ve kuruluş amacı yukarıda açıklanan üniversitemizin, bir yerleşkeye ihtiyacı yoktur. 
S. E. :  Bu üniversite hangi fakültelerden oluşuyor?
G. B. :  Aynı nedenle, Üniversitemizin, “bilgi Çağı Ünivesiteleri”nin kurum-kuruluşları olan fakültelere de ihtiyacı yoktur.
S. E. :  Fakülte binaları, derslikleri var mı?
G. B. :  Aynı nedenle, fakültelere de dersliklere de ihtiyacı yoktur.
S. E. :  Üniversite Rektörünüz kim?
G. B. :   Aynı nedenle,  Rektöre de ihtiyacımız yoktur.
S. E. :  Fakültelerinizin dekanları kim?
G. B. :   İhtiyaç duyulmayan fakültelerin dekanları da olmaz.
S. E. :  Fakültelerde hangi bölümler var?
G. B. :   İhtiyaç duyulmayan fakültelerin bölümleri de olmaz.
S. E. :  O bölümlerde kaç tane Prof, Doç, araştırma görevlisi var?
G. B. :   İhtiyaç duyulmayan fakültelerin Prof, Doç, araştırma görevlileri de olmaz.
S. E. :  Allahaşkına şaka mısınız siz?
G. B. :   Şaka değil, çok ciddiyiz biz. “Bilgi Çağı Üniversiteleri”ne  zamanla  “Bilinçoloji” Ana Bilim Dalına dönüşebilecek “bilinç Enstitüsü” ya da “Bilinç Kürsüsü” gibi bölümler kurmalarına yardımcı olmağa, böylece, bundan böyle, yalnız bilgili değil, aynı zamanda bilinçli mimar, mühendis, doktor, sosyolog, psikolog, antropolog  v.b. meslek mensuplarını yetiştirmelerine katkıda bulunmağa;
Dahası, güçlünün haklı olduğu değil, haklının güçlü olduğu, eşdeyişle, “dünyevi değerler”in yerini “uhrevi değerler”in aldığı bir dünya düzeninin kurulması için çalışmağa,  örneğin, Obama’nın mezun olduğu Harward Üniversitesi’ne bu bağlamda yardımcı olmağa hazırız.
S. E. :  Bu mail gruplarında insanlarla dalga geçmeye, zekalarıyla alay etmeye utanmıyor musunuz?
G. B. :   Yukarıdaki açıklamalardan sonra insanlarla dalga geçtiğimiz, zekalarıyla alay ettiğimiz yolundaki tanınızın değişeceğini, kullandığınız dalga, alay ve utanma sözcükleri için özür dileyeceğinizi umuyoruz.
S. E. :  Olmayan-hayali bir üniversiteyi ne tarafınızdan uydurdunuz?
G. B. :   Hakaret kokan bu sorunuzun cevabı edep sınırlarımızı aşar.
S. E. :  Bu olmayan-uydurma-hayali üniversiteyle amacınız ne?
G. B. :  Uydurma saydığınız Bilinç Üniversitesi’nin işlevi ve kuruluş amacı yukarıda açıklandı.
SON SÖZ:
Sayın Ertekin, kullandığınız dilin sivriliğine ve nahoş yakıştırmalarınıza karşın;bu vesileyle kendimizi daha iyi ifade etmemize yardımcı olduğunuz için size teşekkür borçlu olduğumuzu bilmenizi istiyoruz.
Karşı değerlendirmelerinizi bekliyoruz.
Saygılarımızla.  
24. 06. 2013
Bilinç Üniversitesi Kurucusu
Bilinçolog Galip (Diğerkâm) Baran
*
TEL: (0252) 382 34 77 / (0535) 844 84 76
E-POSTA: galipbaran@windowslive.com
*
Bilinç Üniversitesi’nin:
(a)    İşlevi: “Bilgi Çağı”  üniversitelerinin, zamanla Bilinçoloji Ana Bilim Dalına dönüşebilecek “Bilinç Enstitüsü” ya da “Bilinç Kürsüsü” gibi bölümler kurmalarına yardımcı olmak; böylece, bundan böyle, yalnız bilgili değil aynı zamanda bilinçli mimar, mühendis, doktor, sosyolog, psikolog, antropolog  v.b. meslek mensuplarının yetişmesine katkıda bulunmak.
(b)   Kuruluş amacı:  Güçlünün haklı olduğu değil, haklının güçlü olduğu, eş deyişle, “dünyevi değerler”in yerini “uhrevi değerler”in aldığı bir dünya düzeni kurmak.
***
SELÇUK ERTEKİN:
e.MAİL, selcukertekin60@yahoo.com

21 Haziran 2013 Cuma

DİĞERGAM'LIK ANDI

21 Haziran 2013 Cuma


TIKLA LİNK>>

DİĞERGAM'LIK ANDI (21 Haziran 2013)

DİĞERKÂMLIK (1) ANDI
ALLAH’IM!...
Bundan böyle, KIRMIZIDA DURACAĞIMA
eş deyişle;
(A)
Aşırı tüketmeyeceğime,
Vergi kaçırmayacağıma,
Çevreyi kirletmeyeceğime,
Milli servete zarar vermeyeceğime,
Trafik kurallarını ihlâl etmeyeceğime,
Rüşvet vermeyeceğime/almayacağıma,
İmar yasasına aykırı işler yapmayacağıma,
Sağlığa aykırı alışkanlıklar edinmeyeceğime,
İş ahlakına (Ahilik İlkelerine) saygı göstereceğime,
Her şeyi devletten bekleme alışkanlığını terk edeceğime,
Bir başka deyişle, YOLSUZLUK (2) yapmayacağıma,
(B) Sayılan alanlarda yolsuzluk yapanları,SOSYAL YAPTIRIM” olarak bilinen yöntemle uyaracağıma, ayrıca,
(C) Uyardıklarıma, kendilerinin de başkalarını aynı yöntemle uyarmalarını önereceğime,
(D) “Maruf’u destekleyeceğime, münker’i engelleyeceğime SÖZ VERİYORUM.

Adım-Soyadım:…………………… Telefonum :….………………. İmzam :……………..
KIRMIZIDA DURMAK:
Her türlü yanlış iş, davranış ve haksızlıktan kaçınmayı öngören, bireyi erdeme (3) yönlendiren bir kavram.

SOSYAL YAPTIRIM: 
“Kırmızıda geçmeğe kalkışanları utanmaktan başka bir tepki gösteremeyecek şekilde uyarmak”

(1) DİĞERKÂM:
(özgeci, elci, elsever) Kendi yararından çok başkalarını düşünen; başkalarına yararlı olmaya çalışan; başkalarının iyiliği için elinden geleni esirgemeyen; başkalarına iyilik yapmayı yaşam ve ahlâk felsefesi yapan (kimse)

(2) YOLSUZLUK: 
Bir görevi, bir yetkiyi kötüye kullanma, yasaya, kurala, yönteme aykırı iş yapma. 

(3) ERDEM
Ahlâkın övdüğü ve ahlâklı olmanın gerektirdiği doğruluk, yardımseverlik, yiğitlik, bilgelik, alçak gönüllülük, iyi yüreklilik, ölçülülük gibi niteliklerin ortak adı. Fazilet.

14 Haziran 2013 Cuma

DİYELİM Kİ!....

EY, AYNI GEMİNİN YOLCUSU 
BENCİL (HODKÂM) VARLIKLAR!

DİYELİM Kİ, 
BENCİL (HODKÂM) BİR VARLIK OLAN ERDOĞAN İSTİFA ETTİ.

DİYELİM Kİ, 
BENCİL (HODKÂM) BİR VARLIK OLAN KILIÇDAROĞLU HÜKÜMETİ KURDU.

HER ŞEY DÜZELECEK, ÖRNEĞİN KÜRESEL ISINMA SONA ERECEKMI?

DÜNYA DAHA YAŞANABİLİR BİR HALE GELECEK Mİ?

EY, AYNI GEMİNİN YOLCUSU, BENCİL (HODKÂM) VARLIKLAR!
SİZ DEĞİŞMEDİKÇE, SENCİL (DİĞERKÂM) BİR VARLIĞA DÖNÜŞMEDİKÇE,
HİÇ BİR ŞEYİN DÜZELMEYECEĞİNİ, NE ZAMAN İDRAK EDECEKSİNİZ?..


GALİP 
(DİĞERKÂM) BARAN