sorun: BENCİLLİK, çözüm: SENCİLLİK Tel: 0.252.3823477; gsm: 0.535.8448476; Tugutreis, Bodrum/MUĞLA
2 Aralık 2013 Pazartesi
20 Kasım 2013 Çarşamba
16 Kasım 2013 Cumartesi
14 Kasım 2013 Perşembe
ÂYİNESİ İŞ'TİR KİŞİ'NİN LÂFA BAKILMAZ (Ata sözü)
AYİNEM!..
Ben;
(a) Açılışını Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan’nın yaptığı Turgutreis Yat Limanını (D-Marin’i);
* ÇED raporunu hiçe
sayarak, denizi kirleterek, kamusal, yani Türk Milleti’ne ait alana tecavüz
ederek, Çevre Yasası’nı ihlâl ederek inşa eden,
* Liman giriş
kapılarındaki bekçi kulübelerinin üstüne gölgelik olarak konulmuş olan
tenteleri zemine bağlayan çelik halatlarla yaya yolunu kapatarak, Trafik
Yasası’nı ihlâl ederek, kamusal, yani Türk Milleti’ne ait alana tecavüz ederek
işleten Doğuş Grubu’nun yaptığı yolsuzlukları
önledim. (Kamusal alana özel alanım
gibi sahip çıktım.)
(b) Turgutreis Otobüs Terminali karşısındaki
Total Benzin İstasyonunun devasa reklam panosunu yaya yoluna koyarak, Trafik
Yasası’nı ihlâl ederek, kamusal alana
tecavüz ederek yaptığı yolsuzluğu da aynı şekilde önledim.
(c) Bazı ticari işletmelerin kamuya ait
plajlarda (kumsala) ve sokağın (kamusal alanın) yayalara ait kısmına koydukları
masa ve sandalyeleri kaldırttım. (Kaldırtmaya devam ediyorum)
(d) 2001 yılında, Türkiye Cumhuriyet Devletini
dış borç yükünden (İMF Boyunduruğundan) kurtarmak için, “borç alanın emir de alacağı” anlayışıyla, bir “gönüllü vergi” kampanyası başlatmak için Başbakanlığı başvurdum. Bu
kampanyayı Hazine Müsteşarlığı’nın bu konuda öngördüğü yasal düzenleme
yapılmadığı için başlatamadım.
(e) 2003 yılında, “yurttaşlığa çağrı yürüyüşü” düzenledim. Bodrum’dan İzmir,
Çanakkale, Tekirdağ, İstanbul, Kocaeli, Yalova, Bursa, Bilecik, Eskişehir
güzergâhı üzerinden Ankara’ya yürüdüm.
Bu yürüyüşte konakladığım il ve
ilçelerde, sokaklarda, kamusal, yani, Türk Milleti’ne ait alanlarda çöp
topladım ve 1996 yılında Bodrum’da Garajaltı Kavşağında başlattığımı aşağıda
ifade ettiğim trafik sorunuyla ilgili uygulamayı gerçekleştirdim.
(f) Sokaklarda (kamusal alanda) yapmakta olduğum
diğer işler:
*
Su ve kanalizasyon arızalarını belediyeye haber veriyorum.
*
Çöp, izmarit gibi atıkları toplayıp çöp bidonlarına atıyorum.
*
Üstüne basanın ayağına batacak çivili tahta parçalarını kaldırıyorum.
*
Kedi köpek ölülerini kokmamaları için alıp çöp bidonlarına koyuyorum.
*
Geri kazanılabilecek katı atıkları toplayıp atık toplama kutularına
koyuyorum. (Dün, Turgutreis
Belediyesi’nin giriş holündeki pil toplama kutusunda buruşturulup atılmış
gazete parçaları ve poşetler gördüm.)
*
Salyangoz ve benzeri canlıları alıp üzerlerine basılmayacak bir yere
bırakıyorum.
*
Köpek pisliklerini alıp basılmayacak yerlere atıyorum ya da belediyeye
haber verip temizletiyorum.
* Sokaklardaki beton elektrik direklerinin
koparılmış olan topraklama tellerini ilgililere haber verip bağlatıyorum.
*
Sökülüp sokağa atılmış güneş enerjisi sistemlerinin cam yünlerini
(kansorejen maddeleri) belediyeye haber verip kaldırtıyorum.
* Evimin giriş kapısındaki duvarın üzerine,
her sabah, “önce kuşlar” diyerek bir
avuç buğday koyuyorum. Bu buğdayı salyangozların da yediklerini görüyorum. “Kuşları ve salyangozları aç yatan bizden
değildir” diyorum.
* İstanbul’da, 2007 yılında, 7 yaşındaki
Dilara Dumru’nun, 2005 yılında, 4 yaşındaki Berkay Dağıstanlı’nın ve Van’da
2011 yılında 8 yaşındaki Şirin Dalga’nın içine düşerek ölümlerine yol açan
rögar kapaklarını (başka Dilaralar’ın, Berkaylar’ın, Şirinler’in ölmemesi için)
ilgilere haber verip kapattırıyorum.
1996 yılında, Bodrum’da, Yerel
HABİTAT Konferansı ile eşzamanlı olarak, yayalarla ilgili trafik ışıklarıyla
donatılmış kavşaklarda bir çalışma başlattım. Bu çalışmada, kırmızı ışık
kuralını ihlâl eden, bu yolsuzluğu yapan yayaları, ( bu yolsuzluğu herkes
yapmaktadır) “Yeşili Bekle, Lütfen”, “Sağdan,
Lütfen” yazılı pankartları (bazen megafon) kullanarak uyarıyorum.
Demokrasinin, “özgürlüklerin özgürlüklerle sınırlı bir
yaşam biçimi” olduğunu (yayaya yeşil ışık yandığında sürücünün, sürücüye
yeşil ışık yandığında yayanın beklemesi gerektiğini) dikkate alarak; yayalarla
ilgili trafik ışıklarıyla donatılmış kavşakları “demokrasi dershanesi” ve sözü edilen yolsuzluğu yapanları
uyaranları “Demokrasi öğretmeni”
olarak tanımladım…
Demokrasi sözcüğünü dillerine
pelesenk edenlerin, “demokratik açılım”dan
söz edenlerin, demokrasiyi öğrenmek, dahası
“demokrasi öğretmeni” de olmak istiyorlarsa; yayalarla ilgili trafik
ışıklarıyla donatılmış kavşaklarda
kırmızı ışık kuralını ihlâl edenleri uyarmaya başlamaları GEREKİYOR.
Trafik Yasası’nın yayalarla ilgili kırmızı ışık kuralının
böylesine kayıtsızca ihlâl edildiği, Türkiye Cumhuriyeti’nin; ne demokratik, ne sosyal, ne de hukuk devleti
olduğu söylenebilir…
Bilinç Üniversitesi Kurucusu
Bilinçolog Galip (Diğerkâm)
Baran
TEL: (0252) 382 34 77 / (0535) 844
84 76
E-POSTA:
galipbaran@windowslive.com
Bilinç Üniversitesi’nin
(a) İşlevi:
“Bilgi Çağı” üniversitelerinin, zamanla Bilinçoloji Ana Bilim Dalına
dönüşebilecek “Bilinç Enstitüsü” ya da “Bilinç Kürsüsü” gibi bölümler
kurmalarına yardımcı olmak; böylece, bundan böyle, yalnız bilgili değil aynı
zamanda bilinçli mimar, mühendis, doktor, sosyolog, psikolog, antropolog v.b. meslek mensuplarının yetişmesine katkıda
bulunmak.
(b) Kuruluş amacı: Güçlünün haklı olduğu değil, haklının güçlü olduğu,
eşdeyişle, “dünyevi değerler”in yerini “uhrevi değerler”in aldığı bir dünya
düzeni kurmak.
26 Ekim 2013 Cumartesi
Muğla Valisi'ne dilekçemdir...
Mustafa Hakan
Güvençer
Muğla Valisi
KONU: Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı tarafından yayınlanan iklim değişikliğine karşı önlemlerle
ilgili olarak ilk ve orta öğretim okullarında “Burası Türkiye” ve “Küresel
Isınma “ sergileri eşliğinde
konferanslar vermem
Sayın Mustafa Hakan
Güvençer
Ben, GELECEĞİN;
“Parayı verenin düdüğü çaldığı değil,
çalmadığı,
“Bal tutanın parmağını yaladığı değil,
yalamadığı,
“Gemisini kurtaranın kaptan olduğu değil,
olmadığı,
“Devletin malının deniz sayıldığı değil,
sayılmadığı,
“Her şeyin devletten beklendiği değil,
beklenmediği,
“Dokunmayan yılanın bin yaşadığı
değil, yaşamadığı,
“Köpeğin öldürene sürüklettirildiği değil,
sürüklettirilmediği,
AYDINLIK TÜRKİYESİ’ni
inşa etmek için çalışan Kafkas kökenli bir Türküm.
Yıllar önce, aşağıda sayılan alanlarda başlattığım, aralarında
iklim değişikliğinin (küresel ısınmanın) da yer aldığı sorunların çözümüyle
ilgili çalışmalarım devam etmektedir…
Bu çalışmaları yaparken basında yer alan haberlerden “Burası Türkiye” ve “Küresel Isınma “ sergileri hazırladım…
İlk ve orta öğretim okullarında bu sergiler eşliğinde
konferanslar vermek istiyorum…
Çevre, tüketim, trafik, sağlık,
vergi, rüşvet, iş ahlakı (Ahilik), milli servet, imar ve her şeyi devletten
bekleme gibi alanlarda başlattığımız, insanı, davranışlarını ve nedenlerini
araştırdığımız, bazıları yerel bazıları merkezi yönetimin sorumluluk alanına
giren, devletin “iş yükü”nü azaltmayı öngören, “Bilinç Çağı İnsanı” olmamı sağlayan çalışmaları yaparken yaşam
biçimim kökten değişti:
* “Yasa bağımlısı”
oldum.
* “Kendimi
tanıma”ğa başladım.
* “
Diğerkâm bir kişilik” edindim.
* “Yurdu
ve milleti özden çok sevme” ve “Yaratılanları
Yaratan’dan ötürü sevme” ilkelerini özümsedim.
* Bu çalışmaları yaparken, bilinç konusunda
uzmanlaştığımın, otodidakt (özöğrenimli) olduğumun farkına vardım ve kendimi Bilinçolog olarak tanımladım.
* “Yeti” sözcüğüyle sınırlı olan bilinç
kavramını:
(a) SORUMLULUK
kavramıyla bütünleştirdim. Ete kemiğe büründürdüm.
(b) B(Bilinç) = Z (zaman) x Ç2 (çabanın karesi) şeklinde ifade ederek
bilimselleştirdim.
* Edindiğim “tecrübi bilgi” ile işlevi ve kuruluş amacı aşağıda açıklanan Bilinç Üniversitesi’ni kurdum.
SORUMLULUK KAVRAMIYLA İLGİLİ BAZI BİLGİLER:
1. İnsan soyunun bir felâkete yöneldiğini gören
Erich Fromm, “Sahip Olmak ya da Olmak” adlı eserinde SORUMLULUK konusunda:
İnsanın yapacağı bir seçme ile ya yok olacağını ve
kendisi ile birlikte tüm canlıları ortadan kaldıracağını ya da yaşamını ve gelişimini sürdürmeye devam
edeceğini, bu kötü gidişten kurtulmanın tek yolunun, insanların ve onları
yönlendiren toplumsal yapıların kökten değiştirilmesinin ve böylesi bir SORUMLULUKLA karşı karşıya olan insanlığın doğru yolu bulabilmesi için,
davranışlarını şimdi yaptığı gibi ‘sahip olma’ ilkesine göre değil, ‘olma’ ilkesine göre düzenlemesi gerektiğini söylüyor…
* Mala, mülke, şöhrete, insana, bilgiye “sahip olmak” demek, onları ele
geçirmek, kendine mal etmek, onlara egemen olmak ve dilediğince kullanmak
anlamına gelir. Ama insan hiçbir zaman yeterince şeye sahip olamayacaktır.
Çünkü maddesel olan, elle tutulan aldatıcı ve geçicidir.
* “Sahip olmak”ın karşıtı olan “olmak” ilkesiyle yaşayan insan ise;
hiçbir şeyi kendine mal etmeye ve ona egemen olmaya çalışmaz. Her şeyi kendi
bütünlüğü, canlılığı ve gelişimi içinde SEVER.
Böyle davranan bir insan, evrimleşmeye çalışır. “Olmak” sözcüklerle anlatılamayan, bir özellik, bir süreç, bir
canlılıktır.” diyor.
2.
Ruhbilim Uzmanı Ergün Arıkdal, “Pozitif Yaşam” adlı kitabında:
“İnsana SORUMLULUK yükleyen bilgi, kitabi bilgi değil, bizzat
uygulanarak idrak edilmiş ve hazmedilmiş
olan bilgidir. Böyle bir bilgi, artık o insanın öz malı haline gelmiş ve bir
yaşam düsturu olmuştur. Yeri ve zamanı geldiğinde insanın o bilgiyi kullanması
gerekir; kullanmadığı takdirde hesap sorulmayı hak eder.” diyor.
Diğer taraftan, çevrenin
kirletilmeyeceğini, trafik kurallarının, (örneğin yayalarla ilgili kırmızı ışık
kuralının, (ki bu kuralı neredeyse herkes çiğnemektedir) ihlâl edilmeyeceğini,
vergi kaçırılmayacağını, (kul hakkının yenmeyeceğini) bu yolsuzlukların
yapılmayacağını bilmeyen yoktur. Bunun nedeni: Ruhbilim uzmanı Arıkdal’ın SORUMLULUK yüklemediğini ifade “kitabi bilgi”dir.
(Diğer taraftan, “yurdu ve milleti özden çok sevme” ve
“yaratılanları Yaratam’dan ötürü sevme” ilkelerini özümsemiş, “diğerkâm kişilik” edinmiş bir insanın sözü
edilen yolsuzlukları yapması mümkün değildir…)
Sayın Arıkdal, ayrıca; “Evensel
İnsan” adlı kitabında :
“Bizim halkımız vicdan sesini
dinlemek istemiyor çünkü çok materyalist olmuş durumda. Çok bencil bir milletiz biz.
Bu memleketin; bilim adamından,
ekonomistten, iyi siyaset adamından ziyade, vicdanının sesini çekinmeden ortaya
koyabilen, gerçekten yürekli, gerçekten sevebilen insanlara ihtiyacı var. Bizim
para, bilgi, şöhret, sandalye severlere değil, tam tersine vicdan sesini ifade
etmeye çalışan, SEVEN insanlara
ihtiyacımız var.” diyor…
Arıkdal’ın bu sözünde de “yurdu ve milleti özden çok sevme” ve
“yaratılanları Yaratan’dan ötürü sevme” ilkelerinde yer alan SEVGİ öğesinin öne çıktığı görülüyor.
Sayın Mustafa Hakan
Güvençer,
Nasıl yaşadığımı ya da günlük
yaşamda nasıl davrandığımı, (örneğin kavşaklarda kırmızı ışık kuralını ihlâl
eden yayaları uyardığımı, sokakta –kamusal alanda- çöp ve izmarit gibi atıkları
topladığımı, kamusal alana (Türkiye’ye) özel
alanım gibi sahip çıktığımı) görenler; “herkes
senin gibi olsa”, “sen ibadet
ediyorsun”, “insanlık için
çalışıyorsun” diyorlar… Ancak, iş,
kamusal alana (Türkiye’ye) sahip çıkma, “benim gibi” olma, “insanlık
için çalışma” konusuna geldiğinde, “işim çok”, “vaktim yok” mazeretine sığınıyorlar.”Senin gibi olursam bana da deli derler”
diyenler de oluyor…
SONUÇ: Türkiye
sahipsiz kalıyor… Nehirler, göller, denizler ve hava kirleniyor… Ormanlar azalıyor… Türler yok
oluyor… “İşim çok”, “vaktim yok” mazeretine
sığınanlar her şeyi devletten beklemeye devam ediyorlar…
“Yurdu ve milleti özden çok sevme” ve “yaratılanları
Yaratan’dan ötürü sevme” ilkelerini
özümsememi sağlayan çalışmaları yaparken, felaket olarak tanımlanan küresel
ısınmanın “Bilgi Çağı”nda
gerçekleştiğinin, (ozon tabakasının delindiğinin, buzulların eridiğinin, yağmur
ormanlarının tükendiğinin, türlerin yok olduğunun) “Bilgi Çağı”nın “bilgi ile
sınırlı eğitim anlayışı”nın bu sorunu önleyemediğinin
farkına vardım.
Bu yadsınamaz gerçek karşısında;
küresel ısınmanın durdurulabilmesi için, “Bilgi
Çağı İnsanı”nın, "bilgi ile sınırlı eğitim anlayışı”nı
aşmasının, “Bilinç Çağı”nın “bilinçlendirici eğitim anlayışı”nı
benimsemesinin, yalnız ülkemiz değil, çilekeş gezegenimiz için olmazsa
olmaz bir KOŞUL olduğunu kabul etmek
durumundayız…
“Yurdu ve milleti özden çok sevme” ve “Yaratılanları Yaratan’dan ötürü sevme” ilkelerini
özümsemiş bir “Bilinç Çağı İnsanı” olarak yapmakta olduğum işlerin bazıları:
(a) Turgutreis Yat Limanını (D-Marin’i);
* ÇED raporunu hiçe sayarak, Türk Milletine
ait denizi kirleterek, Çevre Yasası’nı ihlâl ederek, kamusal, yani Türk
Milleti’ne ait alana tecavüz ederek, inşa eden,
* Yat Limanı giriş kapılarındaki bekçi
kulübelerinin üstüne gölgelik olarak konulmuş olan tenteleri zemine bağlayan
çelik halatlarla yaya yolunu kapatarak, Trafik Yasası’nı ihlâl ederek, kamusal,
yani Türk Milleti’ne ait alana bu şekilde de tecavüz ederek işleten Doğuş
Grubu’nun yaptığı yolsuzlukları önledim.
Türk Milleti’ne ait alana, (Türkiye’ye) özel
alanım gibi sahip çıktım.
(b) Turgutreis Otobüs Terminali karşısındaki
Total Benzin İstasyonunun devasa reklam panosunu yaya yoluna koyarak, yaya
yolunu kapatarak, Trafik Yasası’nı ihlâl ederek, kamusal, yani Türk Milleti’ne ait alana tecavüz ederek
yaptığı yolsuzluğu da aynı şekilde önledim.
(c) Ticari işletmelerin kamuya ait plajlarda
kumsala ve sokağın yayalara ait kısmına, yani kamusal alana koydukları masa ve
sandalyeleri kaldırılmasını sağladım.
(d) 2001
yılında, “borç alanın emir de alacağı
anlayışı”yla, Türkiye Cumhuriyet Devleti’ni “dış borç yükü”nden (İMF
Boyunduruğundan) kurtarmak için, bir “gönüllü vergi” kampanyası başlatmak
amacıyla Başbakanlığı başvurdum.
(e) Ertesi yıl, Bodrum’dan İzmir, Çanakkale,
Tekirdağ, İstanbul, Kocaeli, Yalova, Bursa, Bilecik, Eskişehir güzergâhı
üzerinden Ankara’ya yürüdüm.
(f) Turgutreis Yalı Camisi minarelerinin rüzgâr
ve deprem riskine karşı önlem olarak tamir edilmeleri için Belediye
Başkanlığına başvurdum.
Sokaklarda, (kamusal alanda
yapmakta olduğum diğer işler:
*
Kedi köpek ölülerini alıp çöp bidonlarına koymak.
*
Su ve kanalizasyon arızalarını belediyeye haber vermek.
*
Çöp, izmarit gibi atıkları toplayıp çöp bidonlarına atmak.
* Çalınmış olan rögar kapaklarını sorumlulara
haber vermek.
*
Köpek pisliklerini kaldırmak ya da belediyeye haber verip temizletmek.
*
Geri kazanılabilecek katı atıkları toplayıp atık toplama kutularına
koymak.
*
Salyangoz ve benzeri canlıları alıp üzerlerine basılmayacak bir yere
bırakmak.
*
Sokaklarda gördüğüm basanın ayağına batacak ambalaj atığı çivili tahta
parçalarını kaldırmak.
* Beton elektrik direklerinin kopmuş
topraklama tellerini sorumlulara haber vererek bağlatmak.
*
Sökülüp sokağa atılmış güneş enerjisi sistemlerinin cam yünü olarak
tanımlanan kansorejen maddeleri belediyeye haber verip kaldırtıyorum.
Kamusal alana (Türkiye’ye) bu
şekilde de sahip çıkıyorum. Aslında, Dünya’ya sahip çıkıyorum. “Yurdu ve milleti özden çok sevme” ve
“yaratılanları Yaratan’dan ötürü sevme” ilkelerini özümsemiş, yasa bağımlısı, diğerkâm bir “Bilinç Çağı İnsanı” olarak başka türlü
davranamıyorum…
Bu tür çalışmaları yaparken,
bencil (hodkâm) bir varlık olan “Bilgi
Çağı İnsanları”nın değişip sencil (diğerkâm) varlığa dönüşmedikçe, sözü
edilen ilkeleri özümsemelerinin,
bilinçlenmelerinin mümkün olmadığını da anladım.
“Bilgi Çağı İnsanları”nın, bencillikten –hodkâmlıktan-
kurtulabilmeleri, sencil (diğerkâm)
varlıklara dönüşebilmeleri, bilinçlenebilmeleri, “yurdu ve milleti özden çok sevme” ve “Yaratılanları Yaratandan ötürü sevme” ilkelerini özümseyebilmeleri
için; yukarıda sözü edilen alanlardaki çalışmaları yaparken geliştirdiğim örneği
ekte görülen “Diğerkâmlık Andı”nda
sayılan alanlardaki çalışmaları yapmaları gerektiğini düşünüyorum…
1996 yılında, Bodrum’da, (Yerel
HABİTAT Konferansı ile eşzamanlı olarak) yayalarla ilgili sinyalizasyon
ışıklarıyla donatılmış kavşaklarda bir uygulama başlattım. Bu uygulamada, kırmızı
ışık kuralını ihlâl edenleri, bu
yolsuzluğu yapan yayaları, ( şu da var ki; bu yolsuzluğu yapmayan yok
gibidir) “Yeşili Bekle, Lütfen”, “Sağdan,
Lütfen” yazılı pankartları kullanarak ve megafonla seslenerek uyarıyorum.
Demokrasinin “özgürlüklerin
özgürlüklerle sınırlı bir yaşam biçimi” olduğu gerçeğini dikkate alarak, sözü
edilen kavşakları “Demokrasi dershanesi” ve sözü edilen yolsuzluğu yapanları
uyaranları “Demokrasi öğretmeni”
olarak tanımladım.
Demokrasiyi, bu yaşamsal kavramı
öğrenmek isteyenlerin, işe, yayalarla
ilgili sinyalizasyon ışıklarıyla donatılmış kavşaklarda kırmızı ışık kuralını ihlâl eden, bu
yolsuzluğu yapan yayaları uyarmaya başlamalarını öneriyorum…
“Bilgi Çağı İnsanları”nın bilinç sözcüğünü kullanırken
yaptıkları yanlışlar:
* “Kasten”
ya da “maksatlı” yerine “bilinçli olarak”,
* “Biliyorum”ya
da “farkındayım” yerine “bilinçliyim” ya da “bilincindeyim”,
* (Bilinç sözcüğünün fiil olarak
kullanıldığında nesne almayacağını bilmedikleri için) “bilgilendiriyorum” ya da “bilgi
veriyorum” yerine “bilinçlendiriyorum”
diyorlar.
Sayın Mustafa Hakan
Güvençer
Bu vesileyle, “Yurdu ve milleti özden çok sevme” ve
“Yaratılanları Yaratan’dan ötürü sevme”
ilkelerini özümsemiş bir “Bilinç Çağı
İnsanı”nın;
* Aşırı tüketmeyeceğini, tüketim çılgını
olmayacağını, (tasarruf bilinci)
* Çevreyi kirletmeyeceğini, Çevre Yasası’nı
ihlâl etmeyeceğini, (çevre bilinci)
* Trafik kurallarını çiğnemeyeceğini, Trafik
Yasası’nı ihlâl etmeyeceğini, (trafik bilinci)
* Vergi kaçırmayacağını, Vergi Yasası’nı
ihlâl etmeyeceğini, kul hakkı yemeyeceğini, (vergi bilinci)
eş deyişle, yolsuzluk
yapmayacağını, daha da önemlisi, yolsuzluk yapanlarla mücadele etmekten
kendisini alamayacağını, kendi örneğimden yola çıkarak İDDİA ediyorum.
Yukarıda sayılan alanlardaki
çalışmaları yaparken geliştirdiğim; gereken özen gösterilerek uygulanması
durumunda, geleceğin “iş” ve “devlet adamı” adayı çocuklarımıza
benzer özellikleri kazandıracağından emin olduğum, ilk ve orta öğretim okulları
müfredat programına “uygulama dersi”
olarak konulması önerisiyle M. E. Bakanlığı’na gönderdiğim, örneği ekli, “Trafik terörünü halkın işbirliğinde çözme
ve demokrasiyi tabana yayma projesi” uygulamaya konmadı…
Bu arada, 29. 09. 2013 tarihinde,
M. E. Bakanlığına gönderdiğim, “bilinç
konusunda otodidakt (özöğrenimli) olduğumun tescili” konulu, örneği ekli başvuruma
hala bir cevap verilmediğini de bilginize sunuyorum…
İlk ve orta öğretim okullarında, “Burası Türkiye” ve “Küresel
Isınma “ sergileri eşliğinde konferans verme önerimi takdirlerinize arz
ederim…
Saygılarımla.
Bilinç Üniversitesi Kurucusu
Bilinçolog Galip
(Diğerkâm)Baran
TEL: (0252) 382 34 77 / (0535) 844
84 76
E-POSTA:
galipbaran@windowslive.com
Bilinç Üniversitesi’nin
(a) İşlevi:
“Bilgi Çağı” üniversitelerinin, zamanla Bilinçoloji Ana Bilim Dalına
dönüşebilecek “Bilinç Enstitüsü” ya da “Bilinç Kürsüsü” gibi bölümler
kurmalarına yardımcı olmak; böylece, bundan böyle, yalnız bilgili değil aynı
zamanda bilinçli mimar, mühendis, doktor, sosyolog, psikolog, antropolog v.b. meslek mensuplarının yetişmesine katkıda
bulunmak.
(b) Kuruluş amacı: Güçlünün haklı olduğu değil, haklının güçlü olduğu,
eşdeyişle, “dünyevi değerler”in yerini “uhrevi değerler”in aldığı bir dünya
düzeni kurmak.
EKLERİ:
1. “Diğerkâmlık
Andı”
2. “Trafik terörünü halkın işbirliğinde çözme
ve demokrasiyi tabana yayma projesi”
3. “Bilinç
konusunda otodidakt (özöğrenimli) olduğumun tescili” ile ilgili olarak M.
E. Bakanlığı’na gönderdiğim dilekçe
İnsan soyunun bir felâkete
yöneldiğini gören Erich
Fromm, “Sahip Olmak ya da Olmak” adlı eserinde SORUMLULUK konusunda:
“İnsan yapacağı bir seçme ile ya
yok olacak ve kendisi ile birlikte tüm canlıları ortadan kaldıracak ya da yaşamını ve gelişimini sürdürmeye devam
edecektir. Bu kötü gidişten kurtulmanın tek yolu, insanların ve onları
yönlendiren toplumsal yapıların kökten değiştirilmesidir. Böylesi bir SORUMLULUKLA karşı karşıya olan insanlığın doğru yolu bulabilmesi için,
davranışlarını şimdi yaptığı gibi “sahip
olmak” ilkesine göre değil, “olmak” ilkesine göre değiştirmesi gerekir…
Mala, mülke, şöhrete, insana,
bilgiye “sahip olmak” demek, onları ele geçirmek, kendine mal etmek, onlara
egemen olmak ve dilediğince kullanmak anlamına gelir. Ama insan hiçbir zaman
yeterince şeye sahip olamayacaktır. Çünkü maddesel olan, elle tutulan aldatıcı
ve geçicidir.
“Sahip olmak”ın karşıtı olan
“olmak” ilkesiyle yaşayan insan ise; hiçbir şeyi kendine mal etmeye ve ona
egemen olmaya çalışmaz. Her şeyi kendi bütünlüğü, canlılığı ve gelişimi içinde SEVER. Böyle davranan bir insan,
evrimleşmeye çalışır. “Olmak” sözcüklerle anlatılamayan, bir özellik, bir
süreç, bir canlılıktır.” diyor.
Ruhbilim Uzmanı Ergün Arıkdal,
Pozitif Yaşam adlı kitabında:
“İnsana SORUMLULUK yükleyen
bilgi, kitabi bilgi değil, bizzat
uygulanarak idrak edilmiş ve hazmedilmiş
olan bilgidir. Böyle bir bilgi, artık o insanın öz malı haline gelmiş ve bir
yaşam düsturu olmuştur. Yeri ve zamanı geldiğinde insanın o bilgiyi kullanması
gerekir; kullanmadığı takdirde hesap sorulmayı hak eder.” diyor.
Çevrenin kirletilmeyeceğini, trafik
kurallarının ihlâl edilmeyeceğini, vergi kaçırılmayacağını (kul hakkının
yenmeyeceğini) bilmeyen yoktur. Oysa, bu
yolsuzlukları yapmayan parmakla gösterilecek kadar azdır. Bunun nedeni: “kitabi bilgi”dir. Her gün 15-20 can
alan, ihmâl ve dikkatsizlik sonucu olduğu ifade edilen trafik kazalarının
nedeni de: “kitabi bilgi”dir.
Diğer taraftan, “yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi”ni özümsemiş, “diğerkâm kişilik” edinmiş bir insanın
dikkatsiz davranması, yasaları bilerek ihlâl etmesi de düşünülemez…
Sayın Arıkdal, “Evensel İnsan” adlı
kitabında :
“Bizim halkımız vicdan sesini dinlemek istemiyor çünkü çok
materyalist olmuş durumda. Çok bencil
bir milletiz biz. Bu memleketin; bilim adamından,
ekonomistten, iyi siyaset adamından ziyade, vicdanının sesini çekinmeden ortaya koyabilen, gerçekten yürekli,
gerçekten sevebilen insanlara ihtiyacı var. Bizim para, bilgi, şöhret, sandalye
severlere değil, tam tersine vicdan sesini ifade etmeye çalışan, SEVEN insanlara ihtiyacımız var.”
diyor…
Arıkdal’ın bu sözlerinde de “yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi”nde
yer alan SEVGİ öğesinin öne çıktığı
görülüyor. Diğer taraftan, bencil bir varlığın sözü edilen ilke’yi özümsemesi
zaten beklenemez…
Nasıl yaşadığımı, günlük yaşamda
nasıl davrandığımı, yolsuzluk yapanlarla nasıl savaştığımı (örneğin kavşaklarda
kırmızı ışık kuralını ihlâl eden yayaları uyardığımı, sokakta –kamusal alanda-
çöp ve izmarit gibi atıkları topladığımı, bir başka deyişle, Türkiye’ye sahip
çıktığımı) görenler; “herkes senin gibi
olsa”, “sen ibadet ediyorsun”, “insanlık için çalışıyorsun” diyorlar…
Övüyorlar… Ancak, onlar; sıra “benim
gibi” olma, “insanlık için çalışma” ve “Türkiye’ye sahip çıkma” SORUMLULUĞUNU üstlenmeğe
geldiğinde “bananecilik ilkesi” (!)ne sığınıyorlar…”Senin gibi olursam bana da deli derler” diyenler de oluyor…
SONUÇ: Türkiye sahipsiz
kalıyor… Nehirler, göller, denizler kirleniyor… Ormanlar tükeniyor… Balık
türleri azalıyor… Banane’ciler her şeyi devletten bekliyorlar…
Diğer taraftan, yukarıda sözü edilen
ilkeyi özümsemiş olan insanların yaşadığı
bir ülkede görülmesi mümkün olmayan sorunlar bunlar…
26 Eylül 2013 Perşembe
BİLİNÇ ÜNİVERSİTESİ HAKKINDA!...
Bilinç Üniversitesi’nin işlevi
ve kuruluş amacı:
(a) İşlevi:
“Bilgi Çağı” üniversitelerinin, zamanla Bilinçoloji Ana Bilim Dalına
dönüşebilecek “Bilinç Enstitüsü” ya da “Bilinç Kürsüsü” gibi bölümler
kurmalarına yardımcı olmak; böylece, bundan böyle, yalnız bilgili değil aynı
zamanda bilinçli mimar, mühendis, doktor, sosyolog, psikolog, antropolog v.b. meslek mensuplarının yetişmesine katkıda
bulunmak.
(b) Kuruluş amacı: Güçlünün haklı olduğu değil, haklının güçlü olduğu, eş deyişle,
“dünyevi değerlerin” yerini “uhrevi değerlerin” aldığı bir dünya düzeni kurmak.
21 Ağustos 2013 Çarşamba
SİNAN AYGÜN CEVAP VERDİ...
21. 08. 2013
SİNAN AYGÜN CEVABI
(Ankara Ticaret Odası
(ATO) Başkanı Sn. Sinan Aygün’ün 28. 09. 2011 tarihli mektubu)
Sn. Galip BARAN
Turgutreis Gönüllüleri Temsilcisi
Sayın BARAN,
Ülkesini seven bir vatandaş olarak 5 Eylül 2001 tarihinde
göndermiş olduğunuz mektubunuzu aldım. Değerli düşüncelerinizle ülkenin içinde bulunduğu karanlık dönemden çıkarılması
için katkıda bulunmak istemeniz gerçekten takdire değer.
Kendi çabalarınızla yürüttüğünüz kampanyalar ve Başbakanlığa
sunduğunuz “Türkiye’yi dış borç yükünden kurtarma “ kampanyası önerisi,
yaşadığımız günler ne kadar zor olursa olsun, sizin
gibi ülkesini seven, çalışan, düşünce üreten yurttaşlarımız var olduğu
sürece, kriz ortamlarından çıkmamızın mümkün olduğunu gösteriyor.
Sayın Baran,
Trafik kazaları başta olmak üzere Türkiye’nin sorunlarına
krşı duyduğunuz hassasiyet v e bu hassasiyeti dalga dalga yurt geneline yayma projeniz gerçekten çok önemli bir atılım. “Ayıp”
olarak nitelendirdiğiniz dış borç yükünden kurtulmak için önerdiğiniz proje de,
Türk halkının fedakârlığının göstergesi. Kurtuluş Savaşı’nda giyecek
ayakkabısı, içecek suyu yok denecek kadar az olan Türk halkı, azim ve fedakârlığıyla
yeni bir Cumhuriyet kurdu. Yaşadığımız bu krizden çıkmanın yine Türk halkının azim ve fedakârlığı ile mümkün olacağı
ortada. Ancak bu önerinin uygulanabilirliği Allah göstermesin ama daha çok zor
günler için saklanmalıdır. Çünkü bu ülkenin vatandaşlarının göstereceği
fedakârlıktan önce yapılabilecek pek çok şey vardır. Bu konuları da biz
defalarca başta Sayın Başbakan Bülent
Ecevit olmak üzere hükümet üyelerine ilettik.
Devlet İstatistik Enstitüsünün yaptığı açıklamayı mutlaka
okumuş ya da duymuşsunuzdur. Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra en büyük
küçülmesini yüzde 11.8 rakamıyla bu yılın ikinci çeyreğinde yaşadı. Yaklaşık 25
bin işyeri kapandı. Yaklaşık 2 milyon kişi işsiz kaldı Çalışan vatandaşların
ise nasıl geçindiği malum. Bu ülke vatandaşların yüzde 99’u kıt kanaat geçimini
sürdürmeye çalışırken, yüzde birlik dilimde yer alanlar hala safa sürüyor.
Gelir dağılımında adalet sağlanmadığı sürece, başka çıkış yoları kullanılmadan
önce bu halktan fedakârlık istemeye kimsenin hakkının olmadığını düşünüyorum. Fedakârlık yapması gereken öncelikle hükümettir. Kamu
sektöründeki israfı defalarca dile getirmiş olmamıza haya yetinmeyip takvim
yaptırıp dağıtmış olmamıza karşın, israfın başını hala kamu sektörünün
çektiğini görüyoruz.
Bankalar aracılığıyla milyonlarca doların kimlerin cebine
gittiği belli olmadığı, suçluların cezalandırılmadığı bir dönemde halktan
fedakârlık istemeye kimsenin hakkı olmadığına inanıyorum.
Gün geçmiyor ki, Başbakanlık binalarının önünde bir eylem
yapılmasın. Halkımız zaten ekonomik krizden sosyal dengesini de yitirmek üzere.
Sosyal patlama yaşanması için ille de toplu yürüyüşler ve taşkınlıklar
yapılması gerekmiyor. İntiharlar, boşanmalar bu krizin halka yansımasını gösteriyor.
Bu ülkenin, etkin ve verimli kullanılması
durumunda krizi atlattıracak kadar kaynağı mevcuttur. Yeter ki, yöneticilerimiz
sizin gibi vatansever insanlarına lâyık olmayı bilsin.
Değerli mektubunuz için yeniden teşekkür eder,
çalışmalarınızda başarılar dilerim.
Saygılaımla.
Sinan AYGÜN
Yönetim Kurulu
Başkanı
GÜNÜMÜZDEKİ DEĞERLENDİRME…
“Türkiye’yi dış borç yükünden kurtarma kampanyası”nı
başlatma girişimimin, “yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi”ni özümsemiş
olmamdan kaynaklandığını düşünüyorum.
Diğer taraftan, bu
ilkeyi özümseyebilmek için insanın bencillikten (hodkâmlıktan) kurtulmuş,
sencil (diğerkâm) bir varlığa dönüşmüş olması gerektiğine ve diğerkâm bir varlığın başka türlü
davranmasının mümkün olmadığına inanıyorum…
Öte yandan, Başbakan Ecevit ve hükümetiyle ilgili olumsuz
değerlendirmeleri,(suçlamaları) ; Sn. Sinan Aygün’ün bencil (hodkâm) bir varlık
olduğu ihtimali dikkate alınarak düşünülecek olursa, haklıdır…
Herkesin hoşgörüsüne sığınarak, “NE MUTLU DİĞERKÂM
OLABİLENE” desem ayıp olmaz inşallah…
Galip (diğerkâm)Baran
18 Temmuz 2013 Perşembe
galip baran & doğu perinçek
Galip Baran’ın (G.
B. ), Doğu Perinçek’in (D. P. )
Aydınlık Gazetesi’nin 26. 05. 2013 tarihli sayısında yer alan “Ahtapotun kollarında bilgilendirme ve
bilinçlendirme” başlıklı yazısıyla ilgili görüşleri:
D. P. : Beklediğim
oldu. Bu köşede iki hafta önce 11 Mayıs 2013 günü çıkan “Ahtapotun kollarında
çırpınmaya devam mı edeceğiz” başlıklı yazı yankılandı.
Sayın Lale Gürman, yazıyı
internetten yayarken, şu notu iliştirmiş:
“Artık ahtapotun kollarında
çırpınmak yok! Olmamalı!”
Mustafa Yıldırım’ın
değerli emeği
“Sivil Örümceğin Ağında” kitabının
yazarı, değerli araştırmacımız Sayın Mustafa Yıldırım ise, şöyle yazmış:
“Ah ben ne yapmışım?!
“Halkı korkutmak için masallar yazmışım!
“Operasyonu, kanıtlarıyla, örgütleriyle adlarıyla,
sanlarıyla, görevleriyle, paraları-pullarıyla ve amaçlarıyla sergilemişim ve
halkı uyandırmışım, savaşıma yönlendirmişim de çok ayıp etmişim öyle mi?!
“CIA elemanlarının listesini, akademilerde, gençlik
arasında somut örgütlenmeyi, devşirme programlarını belgelemişim de
politikacıları, gençleri, yazarları, gazetecileri, sendikacıları uyandırmışım
ve böylece siyasetsizleşmişim, öyle mi ?!
“Onlarca yıllık emek boşunaymış, öyle mi ?!
“Bilmem ki artık ne yapsam?!
“Savaşım yöntemlerinin tarihsel örneklerini belge
romanlarla anlatarak, suç mu işlemişim?!
“Araştırmada, incelemeden, çözümlemeden ve yazmadan önce
bir merkezden onay mı almalıydık?!
“Ayrıca; yazarak, anlatarak, uyandırmaya çalışanları kim
izliyor ve izletiyor da yazanların örgütsüzlüğüne karar veriyor?
“Ya da hangi örgüt, örgütten sayılıyor?
“Örgüt seçerken kimden izin almalıyız?!
“Daha yazacak çok şey var: Ama Türkiye Cumhuriyetini kökten
yıkarlarken hiç de zamanı değil!”
D. P. : Evet
bilgilendiriyor, ama bilinçlendirmiyor
Sanırım söylemek istediğimi iyi
dile getirememişim. Ahtapotun kollarını anlatan kitapların değerinin inkâr
edilemeyeceği o yazıda vurgulanıyordu. Devamla şöyle deniyordu:
“ Bu kitaplar bilgilendiriyor,
durumu bütün acıklı yönleriyle ortaya koyuyor. Ama bilinçlendirmiyor.
G. B. : Ne kitaplar,
ne de bir insan bir başkasını
bilinçlendiremez. Bilinç sözcüğü fiil olarak kullanıldığında nesne almaz. İnsan
kendi çabasıyla bilinçlenir… Önceki 01. 01. 2013 tarihli, İşçi Partisi’ne
“Bilinç Çağı Partisi” olmasını önerdiğim mektubumda nasıl bilinçlendiğimi şöyle
açıklamıştım:
Çevre, tüketim, trafik, sağlık,
vergi, rüşvet, iş ahlakı (Ahilik), milli servet, imar ve her şeyi devletten
bekleme gibi alanlarda başlattığım, insanı, davranışlarını ve nedenlerini
araştırdığım, bazıları yerel bazıları merkezi yönetimin sorumluluk alanına
giren, bilinç konusunda uzmanlaşmamı (otodidakt =özöğrenimli) olmamı sağlayan
çalışmaları yaparken yaşam biçimim kökten değişti:
* “Yasa bağımlısı” oldum
* Kendimi tanımağa başladım.
* “ Diğerkâm
bir kişilik” edindim.
* “Yurdu ve milleti özden çok sevme” ve “yaratılanları Yaratan’dan ötürü sevme” ilkelerini özümsedim.
* Edindiğim “tecrübi bilgi” ile işlevi ve amacı aşağıda açıklanan Bilinç Üniversitesi’ni kurdum.
* Bir
ilki gerçekleştirdim, Bilinçolog oldum.
* Tanımı
“yeti” sözcüğüyle sınırlı olan
bilinç kavramını (a) SORUMLULUK kavramıyla bütünleştirdim,
ete kemiğe büründürdüm, (b) B
(bilinç) = Z (zaman) x
Ç2 ( çabanın karesi) şeklinde ifade ettim. Bilimselleştirdim.
D. P. : “Çünkü bilinç,
yalnızca fotoğraf çekmez. Bilinç, ahtapotun kollarından kurtulma harekâtını,
planını, örgütlenmesini gösterir. Mustafa Kemal Paşa’nın Kurtuluş Savaşı öncesi
ve sırasında bütün yazdıklarına bakınız, durum saptaması özlüdür, esas
odaklanma program, plan ve stratejidedir. Düşmanın ne yaptığından çok, bizim ne
yapacağımızı ortaya koyar ve harekâtı örgütler.
“Bilmek, yapmak demektir. Bilinç,
yapmaya ışık tutar; yoksa dizlerimizi dövmeye ve yakınmaya değil, ağlamaya hiç
değil.”
G. B. : Bilinçolog
olmamı sağlayan çalışmaları yaparken edindiğim birikim ve gerçekler, “bilinç fotoğraf çekmez”, “bilgi
yapmaktır” şeklindeki ifadelerle bağdaşmıyor. (a)Bilinç insanın edindiği bir
özellik olup, fotoğraf çekme gibi bir eyleminden söz edilemez (b) ve insanlar
çevreyi kirletmemeleri, trafik kurallarını ihlâl etmemeleri, vergi kaçırmamaları,
diğer deyişle, yolsuzluk YAPMAMALARI
GEREKTİĞİNİ BİLİYORLAR ama
yapıyorlar.
D. P. : Bilgilendirme
ve bilinçlendirme arasındaki fark
Öyle gözüküyor ki, bilgilendirme
ve bilinçlendirme arasındaki farkı berraklığa kavuşturmak gerekiyor.
Bilgi, öğrenmek ve anlamakla
kazanılır.
Bilinç ise, bilmenin ötesindedir;
yapmakla ilgilidir.
İkisinin de bil- kökünden geliyor
olması, yanlış anlamalara yol açmıştır.
Bilinç kavramı, şuurun karşılığı
olarak türetilmiş ve dilimize yerleşmiş, artık değiştiremeyiz. Ancak yapınç
diye türetilse kavramı daha iyi karşılanırdı. Çünkü bilinçte, bilginin yapmaya
dönüştürülmesi var.
G. B. : Bilincin nasıl
edinileceği, yukarıda ifade edildi. Bilinçlenmek isteyenler örneği ekli
“Diğerkâmlık And”ından faydalanabilirler.
D. P. : Gerçeğin
yüklediği sorumluluk
Herhangi bir gerçeğin bilincinde
olmak, o gerçeğin yüklediği sorumluluğu yerine getirmektir.
Örneğin dünyanın güneş çevresinde
döndüğünü biliyoruz. Ülkemizin ahtapotun kollarında olduğunu da değerli
araştırmacı ve yazarlarımızdan yıllardır öğreniyoruz. Kendilerine bu
bilgilendirmeleri nedeniyle minnettarız.
Ancak ülkemizin ahtapotun
kollarında olduğunun bilincinde olmak, bu gerçeği bilmekten farklıdır. Örneğin
ABD emperyalistleri ve Tayyip Erdoğanlar da Türkiye’nin ahtapotun kollarında
çırpındığını biliyorlar. Hatta bizden daha iyi biliyorlar.
Denektaşı = Örgütlü iş
Bir gerçeğin bilincinde olmak,
uygulamada kendini gösteriyor. Biz Türkiye’nin vatanseverleri, ülkemizin
ahtapotun kollarından kurtulması için eyleme geçiyorsak, olayın bilincindeyiz
demektir.
G. B. : Burada,
“bilincinde olmak” değil, “farkında olmak” denilmesi gerekirdi. “Bilincinde
olmak” yanlış bir ifadedir. Sayın Emre Kongar’da NTV’deki bir konuşmasında bu
yanlışlığı yapmıştı. Kendisini uyardığımda bana teşekkür etmişti.
D. P. : Bilinç
kendisini pratikle, güzel Türkçemizle dile getirirsek işle gösterir. Bu açıdan
bilinç, işe yansıtılan bilgidir.
G. B. : “İş” sözcüğü, bana Ziya Paşa’nın “Ayinesi
iştir kişinin lafa bakılmaz” deyişini hatırlatır. Ben, “diğerkâm”, eşdeyişle,
sayın valideniz Behiye Perinçek’in değerli babanız Sadık Perinçek’e yakıştırdığı
“elgüzeli”sayısını çoğaltmayı “iş” edinmiş bulunuyorum. Bu nedenle, insanoğluna
“Dünyayı kurtarmak istersen eğer, diğerkâm olman yeter” diyerek seslenmeyi “iş”
edinmiş bulunuyorum.
Bir de herkese zor gelen işler
var. Herkese zor gelen işler uzmanıyım, ben. Örneğin, sokakta, yani kamusal,
yani Türk Milleti’ne ait alanda izmarit topluyorum, Türkiye’ye sahip çıkıyorum.
D. P. : Toplumsal
mücadelede ise, bilinç kendisini örgütlü işle, örgütlü eylemle ortaya koyar.
Ahtapotun kollarından bireysel
eylemle kurtulamayız
Kuşkusuz ahtapotun kollarında
olduğumuzu anlatmak, bu bilginin kitabını yazmak da bir eylemdir. Ancak biz
ahtapotun kollarından çıkmak istiyorsak, bunu bireysel eylemlerle başaramayız,
örgütlü eyleme geçmek zorundayız. Durumun farkında olduğumuzu gösteren biricik
ölçüt, örgütlü mücadeleye girişmektir.
Bu nedenlerle bir araştırmacının
veya bilim adamının halka bazı gerçekleri bildirmesi, bilgilendirme eylemidir.
G. B. : Katılıyorum.
Bilgilendirmedir.
D. P. : Bilinçlendirme
ise, halkın sürece müdahale etmesine ve durumu değiştirmesine örgütlü
mücadeleyle önderlik etmektir.
G. B. : “Halkın sürece
müdahale etmesine, durumu değiştirmesine ve örgütlü mücadelesine önderlik etmek”
bilinçlendirme olarak tanımlanamaz. Buna, “yol göstermek” ya da “yönlendirmek”
denebilir.
D. P. : Yanılgı
şuradadır:
Halk, biz bilgi verdik diye
uyanmaz!
Halk, biz kitap ve makale yazdık
diye mücadeleye yönelmez!
Namık Kemal, Mustafa Kemal veya
İşçi Partisi örneğinde olduğu gibi, halkın mücadelesinin başına geçmek gerekir.
Halk, ancak ve ancak kendi pratik
mücadelesi içinde uyanır ve gerçekleri kavrar. Kitaplar ve bilgilendirmeler, o
örgütlü mücadelede işe yarar ve değerini bulur.
Halkı kendi tecrübeleriyle
uyandırma dışında bir uyandırma yöntemi yoktur. Uyandırmak, işe önderlik
etmekle olur.
Soru yerindedir ve herkes
için geçerlidir
Ahtapotun kollarında çırpınmaya
devam edecek miyiz sorusu bu açıdan çok yerindedir ve herkes için geçerlidir.
Bilgili kardeşlerimiz, Ahtapotun
kollarında olduğumuzu anlatan bin beş yüz seksen dokuz (1589) kitap daha
yazabilirler. Kendilerine teşekkürler ederiz. Ama durum değişmez, bu ülke
çırpınmaya devam eder. Çünkü halk kendiliğinden eylemlerle bu durumu
değiştiremez.
Halkın örgütlü mücadelesine
önderlik etme sorumluluğunu hatırlatmak niçin tepkiye yol açıyor?
Ahtapotun kollarını yazmaya devam
etmek için mi?
Biz de diyoruz ki, artık ahtapotun
kollarından kurtulmak için örgütlü işe katılalım. O zaman kitaplarınız da işte
sınanır. Doğruluğu ve yanlışları oraya çıkar.
Örgütlü iş, dernek, sendika veya
meslek odasında yapılan çalışma değildir; halkın hükümetini kurmak için siyasal
partide örgütlenmektir.
G. B. : Örgütlenmekten,
örgütlü toplumdan söz edilir de, örgütün, örgütlü toplumun özündeki insan, kişi
göz ardı edilir. Bencil (hodkâm) bir varlık olduğu nedenle insanın, örgütlü
olması sözde kalır. İşte bu nedenle ben, bencil (hodkâm) varlığın değişmesi,
sencil (diğerkâm) bir varlığa dönüşmesi gerektiğini savunuyorum. Diğerkâm
varlıkların örgütünden, örgütlenmesinden söz ediyorum… İşte o zaman dünyanın
değişeceğini İDDİA ediyorum;
“Dünyayı kurtarmak istersen eğer diğerkâm olman yeter” diyorum..
***
Sayın Elgüzeli Sadık Perinçek’in değerli
mahdumu sayın Doğu Perinçek,
“Ahtapotun kollarında
bilgilendirme ve bilinçlendirme” başlıklı yazınızda yer alan, uzmanlık alanıma
giren, bilinç sözcüğünü görünce size yazmaktan kendimi alamadım. Elimden
geldiğince, becerebildiğimce faydalı olmağa çalıştım…
Bu vesileyle, önceki mektubumun
son paragrafını yineliyorum; “Dünyadaki siyasi partilerin tümünün ‘Bilgi Çağı
Partisi” oldukları gerçeği karşısında partinizin ‘Bilinç Çağı Partisi’
olmasının anlamlı bir ayrıcalık olacağını düşünüyorum”.
VE:
(a) Bu günlerde, Akif’in, “Doğacaktır sana vaat
ettiği günler Hak’kın, kimbilir, belki yarın, belki yarından da yakın”
şeklindeki dizesini de yineliyorum (b) Yaşadığım Turgutreis’te, arşivimin bulunduğu
ve “Burası Türkiye” ile “Küresel ısınma” sergilerini açtığım yeri, önem ve
anlamını topluma anlatmayı başaramadığım Bilinçhane’yi ilk fırsatta ziyaret
etmenizi öneriyorum…
DAHASI: Bağımlısı
olduğum Atatürk’ten esinlenerek geliştirdiğim şu söylemi de dile getirmekten
kendimi alamıyorum: “Benim naçiz vücudum da bir gün toprak olacaktır; fakat
Bilinçhane ilelebet payidar kalacaktır…
AKLIMA TAKILAN: Ekli
dosyada görüleceği üzere, Türkiye’nin en zengini, Başbakan Erdoğan’ın can
dostu, önceki Meclis Başkanlarından Köksal Toptan’ın TBMM Hizmet Ödülü verdiği,
yolsuzluk yapmayı alışkanlık haline getiren Doğuş Grubu Başkanı Ferit Şahenk’le
yıllardır yapmakta olduğum mücadeleyi Ulusal Kanal’da dile anlatmak istiyorum.
Bu konuda sn. Halil Nebiler’e (beş defa) ve sn Oktay Ekinci’ye yazdığım halde
sonuç alamadım. Yardımcı olursanız sevinirim.
Saygılarımla
Bilinç Üniversitesi Kurucusu
Bilinçolog Galip (Diğerkâm)
Baran
TEL: (0252) 382 34 77 / (0535) 844
84 76
E-POSTA:
galipbaran@windowslive.com
Bilinç Üniversitesi’nin:
(a) İşlevi: “Bilgi
Çağı” üniversitelerinin, zamanla Bilinçoloji Ana Bilim Dalına
dönüşebilecek “Bilinç Enstitüsü” ya
da “Bilinç Kürsüsü” gibi bölümler
kurmalarına yardımcı olmak; böylece, bundan böyle, yalnız bilgili değil aynı
zamanda bilinçli mimar, mühendis, doktor, sosyolog, psikolog, antropolog v.b. meslek mensuplarının yetişmesine katkıda
bulunmak.
(b) Kuruluş amacı: Güçlünün haklı
olduğu değil, haklının güçlü olduğu, eş deyişle, “dünyevi değerler”in yerini “uhrevi
değerler”in aldığı bir dünya düzeni kurmak…
24 Haziran 2013 Pazartesi
AREL MÜHENDİSLİK PLASTİKLERİ SAN VE TİC AŞ ÜRÜN/İŞ GELİŞTİRME MD. SELÇUK ERTEKİN'E CEVAP:
GALİP BARAN’IN ÖRNEĞİ EKTE GÖRÜLEN YAZISI NEDENİYLE AREL
MÜHENDİSLİK PLASTİKLERİ SAN VE TİC AŞ ÜRÜN/İŞ GELİŞTİRME MD. SELÇUK ERTEKİN’İN (S.E.) YÖNELTTİĞİ SORULARA GALİP BARAN’IN
(G.B) CEVAPLARI
SELÇUK ERTEKİN |
S. E. : Nerede bu Bilinç Üniversitesi Galip Bey.
G. B. : “Tecrübi bilgi” ile kurmuş bulunduğum, (işlevi: “Para
ve bilgi” ile kurulmuş olan “Bilgi Çağı Üniversiteleri”nin, zamanla Bilinçoloji
Ana Bilim Dalına dönüşebilecek “Bilinç Enstitüsü” ya da “Bilinç Kürsüsü” gibi
bölümler kurmalarına yardımcı olmak; böylece, bundan böyle, yalnız bilgili
değil aynı zamanda bilinçli mimar, mühendis, doktor, sosyolog, psikolog,
antropolog v.b. meslek mensuplarının
yetişmesine katkıda bulunmak, kuruluş amacı:
Güçlünün haklı olduğu değil, haklının güçlü olduğu, eşdeyişle, “dünyevi
değerler”in yerini “uhrevi değerler”in aldığı bir dünya düzeni kurmak) olan
Bilinç Üniversitesi Bodrum Turgutreis’tedir.
S. E. : Üniversitenizin tam-açık adresi nedir?
G. B. : Gazi Mustafa
Kemal Bulvarı 2/F Turgutreis/Bodrum.
S. E. : Üniversitenizin kuruluş kararı TBMM'den geçti mi?
G. B. : “Bilgi Çağı Üniversiteleri”nin kuruluş kararı bir “Bilgi
Çağı” kurumu-kuruluşu olan TBMM’den geçiyor olabilir. Ancak, bir “Bilinç Çağı” kurumu-kuruluşu
olan Bilinç Üniversitesi için böyle bir karardan söz etmek abesle iştigaldir.
S. E. : YÖK, üniversitenizi onayladı mı?
G. B. : Üniversitemizi
onaylamak, bir” Bilgi Çağı” kurumu-kuruluşu olan YÖK’ü aşar.
S. E. : Üniversitenizin
bir kampüsü (yerleşkesi) var mı?
G. B. : İşlevi ve
kuruluş amacı yukarıda açıklanan üniversitemizin, bir yerleşkeye ihtiyacı
yoktur.
S. E. : Bu üniversite
hangi fakültelerden oluşuyor?
G. B. : Aynı nedenle,
Üniversitemizin, “bilgi Çağı Ünivesiteleri”nin kurum-kuruluşları olan
fakültelere de ihtiyacı yoktur.
S. E. : Fakülte
binaları, derslikleri var mı?
G. B. : Aynı nedenle,
fakültelere de dersliklere de ihtiyacı yoktur.
S. E. : Üniversite
Rektörünüz kim?
G. B. : Aynı
nedenle, Rektöre de ihtiyacımız yoktur.
S. E. :
Fakültelerinizin dekanları kim?
G. B. : İhtiyaç
duyulmayan fakültelerin dekanları da olmaz.
S. E. : Fakültelerde
hangi bölümler var?
G. B. : İhtiyaç
duyulmayan fakültelerin bölümleri de olmaz.
S. E. : O bölümlerde
kaç tane Prof, Doç, araştırma görevlisi var?
G. B. : İhtiyaç
duyulmayan fakültelerin Prof, Doç, araştırma görevlileri de olmaz.
S. E. : Allahaşkına
şaka mısınız siz?
G. B. : Şaka değil,
çok ciddiyiz biz. “Bilgi Çağı Üniversiteleri”ne
zamanla “Bilinçoloji” Ana Bilim
Dalına dönüşebilecek “bilinç Enstitüsü” ya da “Bilinç Kürsüsü” gibi bölümler
kurmalarına yardımcı olmağa, böylece, bundan böyle, yalnız bilgili değil, aynı
zamanda bilinçli mimar, mühendis, doktor, sosyolog, psikolog, antropolog v.b. meslek mensuplarını yetiştirmelerine
katkıda bulunmağa;
Dahası, güçlünün haklı olduğu değil, haklının güçlü olduğu,
eşdeyişle, “dünyevi değerler”in yerini “uhrevi değerler”in aldığı bir dünya
düzeninin kurulması için çalışmağa,
örneğin, Obama’nın mezun olduğu Harward Üniversitesi’ne bu bağlamda
yardımcı olmağa hazırız.
S. E. : Bu mail
gruplarında insanlarla dalga geçmeye, zekalarıyla alay etmeye utanmıyor
musunuz?
G. B. : Yukarıdaki
açıklamalardan sonra insanlarla dalga geçtiğimiz, zekalarıyla alay ettiğimiz
yolundaki tanınızın değişeceğini, kullandığınız dalga, alay ve utanma
sözcükleri için özür dileyeceğinizi umuyoruz.
S. E. :
Olmayan-hayali bir üniversiteyi ne tarafınızdan uydurdunuz?
G. B. : Hakaret
kokan bu sorunuzun cevabı edep sınırlarımızı aşar.
S. E. : Bu
olmayan-uydurma-hayali üniversiteyle amacınız ne?
G. B. : Uydurma
saydığınız Bilinç Üniversitesi’nin işlevi ve kuruluş amacı yukarıda açıklandı.
SON SÖZ:
Sayın Ertekin, kullandığınız dilin sivriliğine ve nahoş
yakıştırmalarınıza karşın;bu vesileyle kendimizi daha iyi ifade etmemize
yardımcı olduğunuz için size teşekkür borçlu olduğumuzu bilmenizi istiyoruz.
Karşı değerlendirmelerinizi bekliyoruz.
Saygılarımızla.
24. 06. 2013
Bilinç Üniversitesi Kurucusu
Bilinçolog Galip (Diğerkâm) Baran
*
TEL: (0252) 382 34 77 / (0535) 844 84 76
E-POSTA: galipbaran@windowslive.com
*
Bilinç Üniversitesi’nin:
(a) İşlevi: “Bilgi
Çağı” üniversitelerinin, zamanla Bilinçoloji Ana Bilim Dalına
dönüşebilecek “Bilinç Enstitüsü” ya da “Bilinç Kürsüsü” gibi bölümler
kurmalarına yardımcı olmak; böylece, bundan böyle, yalnız bilgili değil aynı
zamanda bilinçli mimar, mühendis, doktor, sosyolog, psikolog, antropolog v.b. meslek mensuplarının yetişmesine katkıda
bulunmak.
(b) Kuruluş amacı: Güçlünün haklı olduğu değil, haklının güçlü
olduğu, eş deyişle, “dünyevi değerler”in yerini “uhrevi değerler”in aldığı bir
dünya düzeni kurmak.
***
SELÇUK ERTEKİN:
e.MAİL, selcukertekin60@yahoo.com
21 Haziran 2013 Cuma
DİĞERGAM'LIK ANDI
21 Haziran 2013 Cuma
TIKLA LİNK>>
DİĞERGAM'LIK ANDI (21 Haziran 2013)
DİĞERKÂMLIK (1) ANDI
eş deyişle;
(A)
Aşırı tüketmeyeceğime,
Vergi kaçırmayacağıma,
Çevreyi kirletmeyeceğime,
Milli servete zarar vermeyeceğime,
Trafik kurallarını ihlâl etmeyeceğime,
Rüşvet vermeyeceğime/almayacağıma,
İmar yasasına aykırı işler yapmayacağıma,
Sağlığa aykırı alışkanlıklar edinmeyeceğime,
İş ahlakına (Ahilik İlkelerine) saygı göstereceğime,
Her şeyi devletten bekleme alışkanlığını terk edeceğime,
Bir başka deyişle, YOLSUZLUK (2) yapmayacağıma,
(B) Sayılan alanlarda yolsuzluk yapanları,“SOSYAL YAPTIRIM” olarak bilinen yöntemle uyaracağıma, ayrıca,
(C) Uyardıklarıma, kendilerinin de başkalarını aynı yöntemle uyarmalarını önereceğime,
(D) “Maruf’u destekleyeceğime, münker’i engelleyeceğime SÖZ VERİYORUM.
Adım-Soyadım:…………………… Telefonum :….………………. İmzam :……………..
KIRMIZIDA DURMAK:
Her türlü yanlış iş, davranış ve haksızlıktan kaçınmayı öngören, bireyi erdeme (3) yönlendiren bir kavram.
Her türlü yanlış iş, davranış ve haksızlıktan kaçınmayı öngören, bireyi erdeme (3) yönlendiren bir kavram.
SOSYAL YAPTIRIM:
“Kırmızıda geçmeğe kalkışanları utanmaktan başka bir tepki gösteremeyecek şekilde uyarmak”
“Kırmızıda geçmeğe kalkışanları utanmaktan başka bir tepki gösteremeyecek şekilde uyarmak”
(1) DİĞERKÂM:
(özgeci, elci, elsever) Kendi yararından çok başkalarını düşünen; başkalarına yararlı olmaya çalışan; başkalarının iyiliği için elinden geleni esirgemeyen; başkalarına iyilik yapmayı yaşam ve ahlâk felsefesi yapan (kimse)
(özgeci, elci, elsever) Kendi yararından çok başkalarını düşünen; başkalarına yararlı olmaya çalışan; başkalarının iyiliği için elinden geleni esirgemeyen; başkalarına iyilik yapmayı yaşam ve ahlâk felsefesi yapan (kimse)
(2) YOLSUZLUK:
Bir görevi, bir yetkiyi kötüye kullanma, yasaya, kurala, yönteme aykırı iş yapma.
Bir görevi, bir yetkiyi kötüye kullanma, yasaya, kurala, yönteme aykırı iş yapma.
(3) ERDEM:
Ahlâkın övdüğü ve ahlâklı olmanın gerektirdiği doğruluk, yardımseverlik, yiğitlik, bilgelik, alçak gönüllülük, iyi yüreklilik, ölçülülük gibi niteliklerin ortak adı. Fazilet.
Ahlâkın övdüğü ve ahlâklı olmanın gerektirdiği doğruluk, yardımseverlik, yiğitlik, bilgelik, alçak gönüllülük, iyi yüreklilik, ölçülülük gibi niteliklerin ortak adı. Fazilet.
14 Haziran 2013 Cuma
DİYELİM Kİ!....
EY, AYNI GEMİNİN YOLCUSU
BENCİL (HODKÂM) VARLIKLAR!
BENCİL (HODKÂM) VARLIKLAR!
DİYELİM Kİ,
BENCİL (HODKÂM) BİR VARLIK OLAN ERDOĞAN İSTİFA ETTİ.
BENCİL (HODKÂM) BİR VARLIK OLAN ERDOĞAN İSTİFA ETTİ.
DİYELİM Kİ,
BENCİL (HODKÂM) BİR VARLIK OLAN KILIÇDAROĞLU HÜKÜMETİ KURDU.
BENCİL (HODKÂM) BİR VARLIK OLAN KILIÇDAROĞLU HÜKÜMETİ KURDU.
HER ŞEY DÜZELECEK, ÖRNEĞİN KÜRESEL ISINMA SONA ERECEKMI?
DÜNYA DAHA YAŞANABİLİR BİR HALE GELECEK Mİ?
EY, AYNI GEMİNİN YOLCUSU, BENCİL (HODKÂM) VARLIKLAR!
SİZ DEĞİŞMEDİKÇE, SENCİL (DİĞERKÂM) BİR VARLIĞA DÖNÜŞMEDİKÇE,
HİÇ BİR ŞEYİN DÜZELMEYECEĞİNİ, NE ZAMAN İDRAK EDECEKSİNİZ?..
GALİP
(DİĞERKÂM) BARAN
(DİĞERKÂM) BARAN
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)