Gaziantepte bir okulun açılışında bulunduğunuzu ve öğrencilere, “okuyun, öğrenin , uygulayın ve sonuç alın” dediğinizi öğrendim.
Acaba, her sabah, “ANDIMIZ”da yer alan “yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi”ni, hepimiz gibi, bağıra çağıra okuyan, o çocukların o ilkeyi öğreneceklerini, yaşamda uygulayacaklarını, sonuç alacaklarını zannediyor musunuz.
Acaba, siz öğrendiniz mi, yaşamınızda uygulayabildiniz mi, sonuç alabildiniz mi? Bu ülkede sözü edilen ilkeyi öğrenen, yaşamda uygulayan, sonuç alan var mı? Varsa, kim ve nerede olduklarını, lütfen açıklar mısınız…
Eğer, o ilkeyi öğrenseydik, yaşamda uygulasaydık; inanın, ne AB, ne ABD, ne de İMF kapılarında kuyruğa girmezdik. Cumhuriyet’in ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve seciyeli muhafızları olurduk. Muasır Medeniyet’i çoktan sollardık. “Yurtta Barış”ı gerçekleştirirdik.
Bu konuda bilmenizi istediğimiz gerçek: Biz birkaç kişi, o ilkeyi öğrendik, yaşamda uyguluyoruz sınırlı bir alanda da olsa sonuç alıyoruz. Şu var ki, bu başarıyı, o ilkeyi okulda okuduğumuz için gösterdiğimizi sanmayınız. Unutmuştuk o ilkeyi, bizler de yaşamda, herkes gibi. Uyuyorduk bizler de, herkes gibi…
Çevre, tüketim, trafik, sağlık, vergi, rüşvet, iş ahlakı, milli servet, imar ve her şeyi devletten bekleme alışkanlığı gibi alanlarda yıllardır devam eden, “okul dışı eğitim” olarak tanımladığımız çalışmalar uyandırdı bizi.
Ne yazık ki, sözü edilen çalışmaları yaparken geliştirdiğimiz, ilk ve orta öğretim okulları müfredat programına uygulama dersi olarak konulmaları için M. E. Bakanlığına yaptığımız başvurular ekinde gönderdiğimiz projeler, yıllardır, T. T. Kurulu Komisyonlarında uyutulmaktadır.
Sözü edilen projelerin ilk ve orta öğretim okulları müfredat programına uygulama dersi olarak konduğunu, bu yıl okula başlayan milyonlarla öğrencinin “yurdu ve milleti özden çok sevme”yi öğrendiklerini , yaşamda uyguladıklarını düşünün…
Yukarıdaki sözü edilen projelerimizin müfredat programına uygulama dersi olarak konulmaları için elinizden geleni yapmanızı öneriyoruz.
Galip BARAN seçimi: "
İstiyoruz ki yer yüzünde zulüm kalmasın, uluslar arasındaki düşmanlıklar kalksın. Dünyaya hakim olan kapitalizm illeti, bir daha kalkmamak üzere uyusun. İşte bugün içinde bulunduğumuz mücadelenin bizce tek anlamı. Biz bu amaçla harekete geçtik. Bağımsızlığımız ve varlığımız için emperyalizme karşı hayat ve dünya devrimi uğrunda, zulümden kurtulmuş yeni bir döneme doğru yürüyoruz. Giriştiğimiz iş; büyük, ağır ve o oranda şerefli ve şanlıdır. Görüyoruz ki kendimizi kurtarmak için uğraşmak demek, bütün dünya uluslarının kurtuluşunun milyonlarca cephesi arasında çalışmak demektir. Yapılan iş, henüz başlanmış olan iş, o kadar büyüktür ki, bunun karşısında ruhların yüksek bir heyecanla titrememesi mümkün değildir. Çünkü bizim kurtuluşumuz dünyanın kurtuluşu demektir. Ve bütün dünya şu uğursuz emperyalizm zulmünden kurtulmadıkça, bizim için hayat ve rahat ihtimali düşünülemez... Zulüm dünyası son günlerini ve son nefesini yaşıyor. Avrupa emperyalizmi karşımıza çıkara çıkara Yunan'ı çıkarabildi. Yunan'ı bozguna uğratmak yalnızca yüzbinlerce kardeşimizi cellat bıçaklarından almak değil, belki de bütün dünyanın kurtuluşuna tarihin en büyük, en şerefli ve en şanlı hizmeti yapmak demektir. Türkler! Ayaklanınız!" (Türkiye Nereye Gidiyor?, Metin Aydoğan, Umay Yayınları, s. 184)
Yukarıdaki satırlar 15 Temmuz 1920'de yayınlanan Hakimiyeti Milliye'nin baş yazısındandır. Bilindiği gibi Hakimiyeti Milliye'nin baş yazıları Mustafa Kemal tarafından yazılmaktadır. Henüz daha tam olarak ele geçirilemiyen kurumumuza da bugün aynı sorumluluk düşmektedir.
Sevgili Metin Aydoğan kitabının sonuç bölümünün başlangıcında (s. 194), "Gerçekleştirdiği eyleme ve onca açıklamasına karşın, Atatürk'ü, "Batı'yı Türkiye'ye hedef gösteren", "Avrupa'yı örnek alan" batıcı ya da batılılaşmacı bir önder düzeyine indirgemek, ideolojik bir yanılgı değilse, bilinçli bir çarpıtma girişimidir. Girişimin amacı, Atatürkçü eylem ve düşünceyi, anti-emperyalist niteliğinden koparmak, devrimci özünden, amaç ve yönelişlerinden uzaklaştırmaktır." demektedir.
Mustafa Kemal Atatürk'ün bize gösterdiği hedef ÇAĞDAŞ MEDENİYETİN üstüne çıkmaktır. AGO (Atatürkçülükten Geçinen Oligarşi) ve AKO (Atatürk Karşıtı Oligarşi) dan son 70 yılın hesabı sorulacaktır. Asker / Sivil "Kemalin Askerleri"ne düşen görev budur.
Ülkemiz bize benziyen ancak bizden olmayanların işgali altında!
Evet; Türkler! Ayaklanınız!" Saygı ve sevgilerimle
Erol Güçlü,
mailto:erol@guclu.at ***
TOPRAK FELSEFESİ VE İNSAN…
Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ
Çukurova Üniversitesi, ADANA
Sayın İbrahim ORTAŞ
Size, evvelce “Lise eğitiminin yetersizliği” konulu bir makalenizle ilgili olarak bir mektup yazmıştım. O mektubun karşılığını almış değilim. Bu defa, “Toprak Felsefesi Neden Önemlidir” başlıklı makaleniz üzerine tekrar yazma gereğini duymuş bulunuyorum.
* Makalenizin “Toprak Nedir” bölümünde, toprağın insan ve sürdürülebilir yaşam için öneminin yeterince açıklanmadığını ve insanların bu konuda ikna edilmediklerini düşündüğünüzü ifade etmiş olduğunuz görülüyor.
Bizler, toprağın ne olduğu, toprağın insan ve sürdürülebilir yaşam için önemi, insanların bu konuda ikna edilmeleri gibi konuların ikinci derecede öneme sahip olduklarını savunuyoruz. Aynı savdan hareketle, önce insanın ne olduğunun, sürdürülebilir bir yaşam konusunda sorumluluğunun farkında olup olmadığının araştırılmasını öneriyoruz.
Aslında, bizler, böyle bir araştırmayı yapmış; çevre, tüketim, trafik, sağlık, vergi, rüşvet, iş ahlakı, milli servet, imar ve her şeyi devletten bekleme alışkanlığı gibi alanlarda yıllardır devam eden “okul dışı eğitim” olarak tanımladığımız çalışmalarımızda insanın “bencil bir varlık” olduğu gerçeğini saptamış; bencil varlığın, öncelikli kaygısının kişisel çıkarı olacağı nedenle, toprağın önemi ve sürdürülebilirlik gibi kavramları önemseyemeyeceğinin, İklim Değişikliği sorunun da aynı nedenden kaynaklandığının farkına varmış bulunuyoruz.
Diğer taraftan, yukarıda sözü edilen çalışmalarda oluşan birikimimizin bir sonucu olarak, “Sorun Bencillik, Çözüm Sencilik” şeklinde bir slogan geliştirmiş ve bu sloganın dünya genelinde tanıtımı konusunda yardımcı olması için Birleşmiş Milletler Genel Sekreterine de bir mektup yazmış bulunuyoruz.
* Makalenizin “Toprak Felsefesini Anlamak Gerekir mi?” bölümünde,
toprağın salt toprak bilimi okunarak anlaşılamayacağını, bunun yanında tarih ve sosyolojinin de bilinmesi ve toprağı anlamak için toplumların dinamiğinin ve tarihin işleyişinin ve aralarındaki diyalektik ilişkinin de doğru algılanması gerektiğini ifade etmiş bulunuyorsunuz.
Toplumların dinamiği ve tarihin işleyişi gibi kavramlar ve aralarındaki ilişkileri doğru algılayabilmesi için, öncelikli kaygısının kişisel çıkarı olduğu yukarıda dile getirilen bencil insanın, önce bu engelden kurtulması, kendisini tanıması, aşması, bu yolda çaba göstermesi gerekmektedir.
Bizler yukarıda da sözü edilen araştırmayı yaparken kendimizi tanıma ve aşma konusunda bir hayli yol aldık. Sosyoloji bilimi ile sınırlı kalmadık. Bilinçlendik. Öyle ki, kendimizi bilinçolog olarak tanımlayabileceğimizi düşündük. Bir Üniversite kurduk. Adını “Bilinç Üniversitesi” koyduk.
* Makalenizin “Toprak Yorgun ve İnsana Başkaldırıyor “ bölümünde,
toprağın hastalandığını, bu durumu düşük verim ve bereketli ürün vermeyerek dile getirdiğini, toprağın da canlı bir varlık olarak algılanıp, davranılması gerektiğini vurgulamışsınız.
Toprağı, canlı olarak algılayıp ona göre davranılması gereken özne yukarıda sözü edilen, kendisini insan olarak tanımlayan bencil varlıktır. Ne var ki, bencil varlık vurguladığınız gerçekleri kabul etse, hatta alkışlasa bile bu bağlamda bir sorumluluk duymayacaktır. Bu sonuç yukarıda sözü edilen çalışmalarımızda gözlenmiştir.
Sayın Profesör Ortaş,
* Makalenizin “Ne yapılabilir?” başlıklı bölümüne gelince: Bu bölümde, MELİ, MALI, gibi eklerle son bulan cümlelerinizle dile getirdiğiniz düşünceleri, insanımızın hiç itibar etmediği, dikkate almadığı açık bir gerçektir. Sıkça duyulan, kullanılan, “çevremizi koruyaLIM”, “trafik kurallarına uyaLIM, uymayanları uyaraLIM” benzeri sözler bu gerçeğin kanıtlarıdır. Bizler bu gibi yazıları gördüğümüzde, ya da sözleri duyduğumuzda buruk bir şekilde gülümsemekten kendimizi alamıyoruz. Bu bölümde insanımızın sağlıklı beslenmesinin önemine dikkat çektiğiniz görülüyor. Beslenmesini böylesine önemsediğiniz insanımızın diğer önemli sorunu YASADIR. Yasa kavramına adeta yabancıdır bencil insanımız. Trafik Yasası, Vergi Yasası, Çevre Yasası v.b.mevzuatla başı hoş olmayan bir topluluğuz. Hutbelerde, vergi kaçırmanın kul hakkı yemek olduğu anlatılan çoğunluğu Müslüman olan bu toplumun DEVLET kavramının pek farkında olmadığı anlaşılmaktadır. Oysa siz, diğer taraftan, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunundan ve kaynakların DEVLET eli ile bilinmesi korunması ve geliştirmesi gereğinden söz ediyorsunuz…
Sayın Prof. Dr. İbrahim Ortaş,
Bizler, yukarıda sözü edilen “okul dışı eğitim” çalışmalarımızda, ANDIMIZ’ da yer alan ”yurdu ve milleti özden çok sevme” ilkesi ile de HEMHAL olmuş bulunuyoruz. Bu ilkenin ülke genelinde yaşama geçmesi durumunda, Türkiye’nin nasıl bir SIÇRAMA yapabileceği düşüncesi bizleri heyecanlandırıyor. Kabımıza sığamaz hale getiriyor.
Sözümü önceki (1. 04. 2008 tarihli) mektubumun son cümlesi ile bitiriyorum:
“ Sizinle tanışmak, bu noktaya nasıl geldiğimizle, “yurdu, milleti özden çok sevme” ilkesini nasıl özümsediğimizle ilgili birikimimizi sizinle paylaşmak, uygun görülürse Üniversitenizde bir konferans vermek istiyorum.” Saygılarımızla.
Galip BARAN
***
Prof. Dr. Aziz Akgül
Sayın Aziz Akgül,
TV Televizyonunun 4 Eylül 2008 günlü sabah haberlerinde israf konusundaki açıklamalarınızı dinledikten sonra İnternette yaptığım araştırmada:
Bir makalenizden, israfı altın, gümüş, bronz ve düz alanlar olmak üzere kategorilere ayırdığınızı ve ‘2007`de 40,3 milyar
YTL`lik iç borç faizini israfın altın kategorisinde gösterdiğinizi, bunun ülkenin en önemli israf alanını oluşturduğunu ifade etmiş olduğunuzu öğrendim.
Bu açıklamanız bana yaşadığım bir gerçeği hatırlattı: 2001 yılında, Türkiye’yi dış borç yükünden kurtarmak amacıyla bir kampanya başlatmak istedim. Bu kampanya için Başbakanlığa yaptığım başvuruda TAAHHÜT ettiğim katkıyı “gönüllü vergi” olarak tanımladım. Örneği ekli bu kampanyayla ilgili listede yer alan belge ve yazışmalardan da ifade ettiğim üzere, benim gibi düşünenler adına başlatmak istediğim bu kampanya, ne yazık ki, 57.- 58.- 59- ve 60. hükümetler tarafından ciddiye alınmadığı, bu konuda Hazine Müsteşarlığı’nca önerilen yasal düzenleme yapılmadığı için amacına ulaşamadı.
Yasal düzenleme yapılsaydı, T. C. Devletini, “borç alan emir de alır yasası” gereği “emir kulu” olmağa zorlayan “dış borç yükü”nden kurtulmanın ötesinde gelişmeler yaşanırdı. Devlet olabilmenin “olmazsa olmaz”ı bir yükümlülük olan vergi konusunda bilinçlenirdik. Türkiye’yi “vergi kaçıranlar cenneti” olmaktan kurtarırdık. Benzer duruma bir daha düşmemek için “tasarruf bilinci”mizi geliştirirdik. “Dış ticaret açığı” sorunu yaşanmazdı. Bu fırsatı kaçırdık…
Bu yazımda o girişimden söz edişimin sebebine, dikkat çekmek istediğim asıl nedene gelince: O kampanya ile ilgili başvurumda yapmayı TAAHHÜT ettiğim katkıyı “gönüllü vergi” olarak tanımladım.
Diğer taraftan, çok farklı bir girişimde bulunabilir, sözü edilen kampanya için ödemeyi TAAHHÜT ettiğim varlığımla devlet tahvili alabilir, “bencilce bir yatırım” yapabilir, devletin iç borç yükünü arttırabilir, makalenizde sözünü ettiğiniz israfın altın kategorisinin artmasına katkıda bulunanlar arasında yer alabilirdim.
Öyle davranmadım. Davranamazdım. Zira yıllardır devam eden, “okul dışı eğitim” olarak tanımladığımız çalışmaların doğal sonucu olarak, kendisini, suyunu içtiği, havasını soluduğu, toprağından beslendiği bu ülkeye borçlu hisseden, “yurdunu ve milletini özünden çok sevme”yi aynı çalışmalarda öğrenmiş olan, bu bağlamda bir hayli yol almış insanlardan birisiyim…
Sayın Akgül,
Sözü edilen makalenizde israfın önlenmesi için “tasarruf bilinci”nin gelişmesi gerektiğini, bu bilincin gelişmesinde eğitimin büyük öneminin bulunduğunu ifade etmiş olduğunuzu görüyorum. Bu görüşlere canı gönülden katılıyorsam da, bu arada, gerek “tasarruf bilinci”nin, gerekse bu bilinci hayata geçirecek eğitimin nasıl gerçekleşebilecekleri sorularının yanıtlarını makalenizde bulamadığımı da ifade etmem gerekiyor.
Bizler, yukarıda kısaca değinilen, çevre, (aşırı) tüketim, trafik, sağlık, vergi, rüşvet, iş ahlakı, milli servet, imar ve “her şeyi devletten bekleme” gibi alanlarda yaklaşık 20 yıldır devam eden “okul dışı eğitim” çalışmalarımızda bu soruların yanıtlarını bulduğumuza inanıyoruz. Ekte görülen, “bilinçlenme kılavuzu” olarak da tanımladığımız “Yurttaşın Andı” bu inancımızın belgesidir.
Daha yakın bir iletişim içinde olmak ve işbirliği yapmak dileğimle. Saygılarımla.
Galip BARAN
EKLERİ:
“Türkiye’yi dış borç yükünden kurtarma kampanyası” dosyası içeriği.
“Yurttaşın Andı” (Bilinçlenme Kılavuzu) ***
GELİN!
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNE DUR DİYELİM
İnsanoğlunun “Benciller Dünyası”nın değerleriyle, yönetim ve eğitim anlayışıyla yaptığı çalışmalar ve sürdürdüğü yaşam tarzı, “İklim Değişikliği”ne neden oldu. İnsan ektiğini biçiyor…
İnsanlar! Gelin, “bundan böyle” diyelim, bundan sonra “Senciller Dünyası”nın değerleriyle, yönetim ve eğitim anlayışıyla çalışalım. Yaşam tarzımızı değiştirelim. “İklim Değişikliği”ne dur diyelim.
Bu yoldaki çalışmalarımızda, yıllardır devam eden “okul dışı eğitim” çalışmalarında geliştirdiğimiz “SORUN BENCİLLİK, ÇÖZÜM SENCİLLİK” sloganını kullanalım.
***
BAYRAK ASMAK
Bayraklar asılıyor, boy, boy. Bayrak sembollü elbiseler, şapkalar giyiliyor her fırsatta, her ortamda.
Bayrak asanların, bayrak sembollü elbiseler, şapkalar giyenlerin, Cumhuriyet’in ilmen fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek seciyeli muhafızları oldukları; yurdu ve milleti özlerinden (kendilerinden) çok sevdikleri söylenebilir mi?
Öyle olsaydı, Türkiye bugün ABD ve AB kapılarında kuyruğa girer miydi? Bu zilleti çeker miydi? “Yurtta barış” olmaz mıydı. “Muasır medeniyet” aşılmaz mıydı?
Ben bayrak asmıyorum. Ancak, Cumhuriyet’in ilmen fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek seciyeli bir muhafızı olduğumu savunuyorum. Yurdumu ve milletimi özümden çok seviyorum. Bunu yaşantımla kanıtlıyorum.
Bu noktaya ya da aşamaya nasıl geldiğimi merak edenler, aşağıdaki sitelerde yer alan yazılarımızı gözden geçirebilirler.
Galip BARAN; Bilinçolog